Ülkeleri, şehirleri ve devirleri öncü insanların hayatları üzerinden okumak ve anlatmak daha somut bir anlama ve anlatma imkanı sunmaktadır.
Bu açıdan baktığımızda Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i okumak ve tanımak Türkiye cumhuriyetini bütün yönleriyle tanıma imkanı sunmaktadır.
Zira hayatı onun kadar dolu, deli ve diri şekilde yaşayan muhtemelen olmamıştır.
Adım atmadık ve ayak basmadık sokak ve kaldırım, konuşmadık kürsü, itiraz etmedik haksızlık, eleştirmedik yanlışlık, karşı çıkmadık inkarcılık bırakmamıştır.
Yolu doğru bilmişse yalnız olsa da yürümüştür.
Necip Fazıl'ın yaşadığı dönem bir çok açıdan günümüze benzemektedir.
O dönemde Osmanlı'yı yıkan ve yakan batı dünyası, bugün de aynı şekilde ama daha fütursuzca islam dünyasını yeniden şekillendirmektedir.
Dahası bu sefer ümmetin içerisine saldığı fitne ile zihinsel ve duygusal anlamda birbirinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
İşte bu nedenle batıl olan ve bu nedenle batmaya mahkum olan batının karşısına Doğuyu koyan ve onu Büyük Doğu şeklinde tanımlayan Necip Fazıl'ın ruhuna bir kez daha muhtacız.
Zira batı, İslam'ı terör dini, müslümanı terörist göstererek; islamdan ve müslümandan uzak olduğun ölçüde tehlike ve terörden uzak kalırsın algısını ahlaksızca yaymaktadır.
Bu açıdan Büyük Doğu'nun dirilişine muhtacız.
Büyük Doğu'nun coğrafyası Asya, manası ise İslamdır.
Büyük Doğu, yerli ve millilik demektir.
Büyük Doğu, ruh kökümüze yeniden bağlanmak ve kendi kavramlarımızla kurulmak demektir.
Büyük Doğu, her türlü işgale ve inkara dur diyerek, tarihi derinliğin verdiği irfânî nefes ile durulmak ve dirilmek demektir.
Büyük Doğu, bitmeyen bir cenge girip , bedenen yorulmak ve ruhen yoğrulmak demektir.
Büyük Doğu, her yaşta genç kalmak demektir.
İşte bu bilinçle bilenmiş iki güzide insan, eski öğrencilerimizden şimdi meslektaşımız olan Mesut Tutar ve Şırnak Eğitim Birsen başkanı Abdullah Çatı'nın gayreti ile Cizre'de vefatının 34. yılında Necip Fazıl Kısakürek'i anma ve anlama programı düzenlendi.
Bu program benim için iki sevdiğimin buluşması demekti. Cizre ve Üstad...
Cizre, kadim bir başkent. Aşk'ın şairi büyük sufi Molla Ahmet Cezeri'nin ve aşk nasıl destan olur bunu yaşayan Mem ile Zîn'in şehri.
Üstad Necip Fazıl ise insanlar içinde bir başkenttir. Nice yolların buluştuğu bir kavşak. Nice gayelere yol veren bir anayol...
Programa İl Milli Eğitim Müdürü ilçe müdürleri ve çoğunluğunu öğretmenlerin oluşturduğu güzide bir topluluk katıldı.
Biz de yaklaşık bir saat Üstadı anlattık. Onun dervişliğini ve derinliğini... Onu dirilten soluğu, tasavvufu..
1904 yılında geldiği bu mülk aleminde
arkasına bakmadan yürüdüğü serseri kaldırımlarda, yolunun karanlığı saplanan noktasında kendisini bekleyen hayalin peşine düşer.
Yol ve yön yok.
Yalnız bir büyük arayış var. Adanacak olanı arayış.
Örümcek ağı gibi örülü gençlik yıllarında dedesinin dizinde dinlediği Anadolu kokan ruhla şiirler yazar.
Bu dönem, bir mısrası bir millete şeref olarak yetecek şairdir.
Fransa'da başladığı ve bir türlü kurtulamadığı kumar bir kurt gibi içini ve dışını kemirir.
Yaşanmaya değer hayatın hasreti, içinde bir kor alev gibi yanar uykusuz geceler boyunca.
Bir kapı arar, adanıp huzur ve hakikate yol bulacağı.
Ama en çok bu kapıyı bulduracak olanı bulmayı arzular.
Bilmez ki yalan ve yanlış yerlerde aradığı hakikatin, sorusunu bekleyen bir cevap gibi bindiği Şirket-i Hayriye vapurunda karşısında durduğunu.
Yıl 1934'tür. Yaş otuz.
Korkuların kucağında, tatmin olmayan egonun bitmeyen arayışı son durağa doğru varır.
Emmare nefsin ayartan ağlarından kurtaracak ve levvame nefsin göz yaşı döktüren vicdan azabıyla geçen günlerinden kurtuluşun kapısına varır.
Nazım Hikmetin gençlik yıllarında etkilendiği ve haline acıdığı Beyoğlu'nun kalbi İstiklal Caddesinde yalnız ve mahzun kalan Ağa camii ona durmanın ve durulmanın yani aşkın ilk eşiği olur.
Bir cuma günüdür. Camiye gider.
Zamanın donacak kadar güzel olduğu bir vakitte Abdülhakim Efendi, ucu kızgın çiviler gibi değdiği yeri yakan gözlerle ruhuna büyük temel çivisini çakar.
İnsan, göz olur.
Ve her aşk bir bakışla başlar.
Her aşk gibi bir bakışla bin bağ kurulur.
Bakılan bakanı dondurur. Yani hayret.
Otuz yıl alınan nefeslerin nefsinden bihaber olarak alındığını ve gönlün göğün zemini olduğu anlaşılır.
Tasavvufun akıl ve kitapla anlaşılmayacağı, yemeğin lezzetinin çatal kaşıkla bulunamayacağı öğrenilir.
Yemeyi, tatmayı, yanmayı ve sevgiliyi anmayı anlar. Yani Hayran olur.
Hayranlık hayran olunansız olamamaktır. Onunla huzur, onsuz hüzün dolmaktır.
Yanmaktır. Yalnız yâri anmaktır.
O da yanar.
Tılsımlı bir kütük gibi yandıkça bir çil horozun sesiyle seherin sihrini öğrenir ve bir adam yaratmaya başlar. Kendindeki kendini doğurmak için çekiç vurur kalıbına, kalbine ermek için.
Yaşamanın yanmak olduğunu öğrenir. Yandıkça yaşar.
Yaşadıkça yanar. Pişer.
Seyr u süluku on yıl sürer.
Gönül görmek ister.
Görmeye gider her fırsatta.
Hocası namaz der sürekli ilhamının ilahi olması için istikametini doğrultmaya çalışır.
Hocası uyku der daim, ruhunun ve bedeninin sükun bulması için.
Hocası evlen der durmadan, durağı belli olsun için.
1904'dun 1943'e gelinde, kırkı çıkan Üstattan korku da çıkar.
Bir sınıf kürsüsünden bir millet kürsüsüne geçer.
Halvetten celvete çıkar.
17 Eylül 1943, Büyük Doğu'nun doğduğunu gün olur.
27 Kasım'da ise Doğudan gelen güneş Abdülhakim Arvasi'nin battığı yıl olur.
Lakin sevgililer ölmez.
Hayatın ve durulacak yerin ancak onun yanında bulunmak olduğunu anlar ve kalbini batan güneşi Arvasi'nin kabrine bağlar.
Bir karlı kış gününde Sezai Karakoç beyle ziyarete gider.
Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu ve Akif İnan'la sayısız kez Bağlumu ziyaret eder.
Bir seferinde kabrin başında kalbi ve alnı dakikalarca secdeye kapanır. 1975 yılında sevdiğinin sevdiği olan Seyyid Fehim'in kabrini i ziyaret için Arvas köyüne gider.
1976 yılında sevdiğinin sevdiğinin sevdiği yani Seyyid Taha için Şemdinli'ye gider ve onun Nur Çeşmesi'nden içerek ruhu akreplerin kıskacından kurtulur.
Nihayet tir tir korktuğu ölüm için güzel şey der.
"Anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var / akıl için son tavır saçlarını yolmak var" diyerek, aklın ikna olması için kalbin tatmine muhtaçlığını dile getirir son söz olarak.
Ve 25 Mayıs 1983 tarihinde sevgili ile aradaki perdeler kalkar.
...
Konferanstan sonra sahneyi gençler aldı.
Üstad görse gözlerini kamaştıracak gençler.
İki genç çıktı önce sahneye üstadın şiirleriyle atışma yaptılar. Her biri en az elli beyit veya kıta okudu ezberden.
Çok zevkli ve düşündürücü idi. Üstadın portresi ve poetikasının özeti gibiydi.
Sonra bizzat gençleri toplayarak üstad kendisi geldi sahneye bir kısa skeç ile.
Gençlik davası, islamcılığı, hazır cevaplığı sahnelendi büyük alkışların altında.
Törenin sonunda gençler ödüllendirildi.
Bize de bir resim hazırlanmıştı. Aldığım en anlamlı ve güzel hediyelerden biri.
Üstad Necip Fazıl'ın Şemdinli Nehri'de Seyyid Taha'nın huzuruna çıkarken dizlerinin dermansızlığı nedeniyle bir kişinin sırtında yukarı doğru çıkması resmedilmiş.
Çok duygulandım...
Programın sonunda Sufi ve yeni yayınlanan Mem u Zin Masalı isimli eserlerimiz öğretmenlere ve öğrencilere dağıtıldı.
İmza programı yapıldı.
Hasılı dostlar Cizre yaşadığı zor ve belirsiz günlerden sonra yeni bir dirilişin ve inşanın eşiğinde.
Biz büyük rüyaların büyük ümidini taşıyoruz.
Yeter ki gençlik hazinesi heba olmasın Türkiye'nin bu en genç ilinde.
İşte o gün gençler vazife düştüğünde sağına ve soluna bakmadan ben varım diyecektir.
Cizre, kaymakam Ahmet Adanur beyefendi tarafından tarihinde görmediği kadar fiziki bir değişim ve dönüşüm yaşarken, eğitimciler de onun ruhunu inşa ediyor.
Cizre can buluyor.
Uygar dünyaya inat medineleşiyor.
Mem ve Zin adında iki meleğin kanatlarıyla aşk ufkuna yol alıyor.
Şiddetin gund/kentleştirmesinden medeniyetin hikmet sütunu bir şehir haline geliyor.
Fetih başladı, fetret bitecek...
Işık yeniden Doğudan yükselecek.
Büyük Doğu gün sayıyor....