3. Dedikodulardan sakınmak ve laf taşımamak
İslâm toplumunu oluşturan fertlerin kaynaşmalarına engel olan, belki dağılmalarına sebep olan yanlışların başında birbirlerinin gıybetini yapmış olmalarıdır. İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah tövbeyi kabul edendir, Rahîm/merhamet edendir.”
(Hucurât sûresi 49/12.)
Allah Teâlâ gıybeti, ölü etini yemek gibi günah, zararlı, tiksindirici olarak belirtmiştir. Ölü etinden ancak canavar olan hayvan yer. İşte Müslüman olan kimse de gıybeti canavarlık saymalı, canavarlıktan nasıl sakınmak gerekiyorsa gıybetten de öylece sakınmalıdır. Bunun çaresi Allah korkusudur ki âyette “Allah’tan korkun!” diye buyurmuştur. Allah’ı tanıyan, Allah’ın kendisini görüp gözettiğini, her sözünü işittiğini kabul eden ve âhirette de hesaba çekileceğine inanan Allah’a karşı saygılı olur da gıybeti terk eder.
Gıybet etmek haram olduğu gibi dinlemek de haramdır. Gıybet edilmesini sağlayan dinlenilmesidir.
Dinlemeyi eğer terk eder, gıybet edenin gıybet etmesine ve söylediğine karşı çıkarsak gıybet azalır ve yok olur. Müslüman olana gereken, gıybet etmediği gibi gıybet edene karşı gıybet edileni savunmaktır. İşte bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kim (din) kardeşinin ırzını (namus ve şerefini) gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur”
(Tirmizî, Birr, 20.)
Nemime, laf götürüp getirmek, söz taşımak demektir. Bu kötü sıfat, fıtratı bozulmuş kimselerde, fıtratı bozmak isteyenlerde bulunmaktadır. Şu ilâhî yasaklara çok dikkatle bakalım da gereğine uyalım:
“O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar (sana indirilen âyetlerden beğenmediklerini bırakman suretiyle senin) kendilerine yumuşak davranmanı isterler; böyle yapsan, onlar da seni över, yumuşak davranırlar. Yemin edip duran, aşağılık, (herkesi) kötüleyen, durmadan söz götürüp getiren, daima hayra engel olan, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme!”
(Kalem sûresi 68/8-14.)
Âyet-i kerîme, sakınılması gereken sıfat ve bu sıfatların sahiplerinden bahsetmekte ve bunlardan daima sakınmayı ve onlara uyulmamayı emretmektedir.
Nemime kişiyi hem bu dünyada rezil etmekte hem de âhirette ebedî cennetten mahrum etmektedir. İşte bu konuda Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Laf götürüp getiren/koğuculuk yapan cennete giremez.” (Buhârî, Edeb, 49, 50; Müslim, Îmân, 168, 169, 170; Tirmizî, Birr, 79.)
Bu hadisin iki tevili vardır:
a) cennete giremez demek doğrudan giremez demektir. Mü’min olarak ölen kimse cehenneme girse bile ebedî kalmaz sonra cennete girer.
b) Koğuculuk yapa yapa, laf götürüp getirme işini yapa yapa helal görmeye başlamış ve bu inanç üzere de ölmüştür ki cennete giremez yani cehennemden çıkamaz demektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine ashâbıyla ilgili hiçbir kimsenin laf götürüp getirmeyi uygun görmemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ashâbımdan hiçbir kimse, ashâbımdan hiçbir kimseden bana (sevmeyeceğim) bir sözü duyurmasın, ben sizin yanınıza gönlüm (kinden ve kırgınlıklardan) temiz olarak çıkmayı severim.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 33; Tirmizî, Menâkıb, 85, h. no: 3893.)
Hz. Peygamber (s.a.s), koğuculuğun kabir azabı sebebi olduğunu da haber vermiştir:
Hz. Peygamber (s.a.s) Medine bahçelerinden bir bahçenin yanından geçmişti. Derken kabirlerinde azap olunan iki insanın sesini işitti. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan bir günahtan dolayı azap görüyorlar. Tam aksine (günahları) aslında büyüktür. Birisi idrarından sakınmazdı diğeri ise koğuculuk yapardı.” Daha sonra hurma dalı istedi. Dalı iki parça yaptı, her birinin kabri üzerine bir parça koydu. Yâ Rasûlallah! Bunu niçin yaptın? Denilince: “Bunlar kurumadıkları müddetçe yahut kuruyuncaya kadar onlardan azap hafifletilir” (Buhârî, 58, Cenâiz, 82, Edeb, 49; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tah3aret, 53; İbn Mâce, Tahâret, 26.) buyurdu.