Aslında hayatta mutlu olan, istediklerini elde etmiş olanın, mevcut düzen ve statükonun değişmesini istemesi imkânsızdır. Çünkü ona bu imkânları sunan mevcut statükodur. Eğer onlardan kaygı belirten ifadeler çıkıyorsa bilin ki kast ettikleri sadece mevcut konumlarının sarsılma endişesidir, yoksa yenilik yapma değildir.
Nice yenilik yapma, devrim yapma iddiasıyla yönetime talip olup etkili makamlara gelenler, bir süre sonra yönetimin yılmaz savunucusu olup, statükonun değişimine yönelik tüm talepleri ihanet ve yanlış yolda olmak olarak yaftalayacaktır. Çünkü artık dün karşı çıktığı statükonun sağladığı konum ve çarpıklıklar artık onun hizmetine girmiştir. Bu nedenle dönüşüm ve değişim talebi ile iktidara talip olanların istenilen dönüşümü yapmamalarının temel nedeni mevcut çarpıklıktan nemalanmalarıdır.
Devrim ve değişimi deliler yapar dedik...
Hatta hastalar yapar...
Mutsuzlar yapar...
Sadistler, şizofrenler ve her türlü sıra dışı insanlar değişimi yapar.
Çünkü onlar belki de sistemin hasta ettiği insanlardır.
Sistem, varlığını sürdürmek istiyorsa bu kitleleri kontrol altına almalıdır.
Aslında sistem de tehlikenin nereden geleceğinin farkındadır ve bu kitleyi kontrol altına almanın alt yapısını hazırlamıştır.
Bunlar: Mahkeme, yargı ve kolluk kuvvetleri, Hapishaneler, Din adamları ve dini kurumlar, Hastaneler, tımarhaneler, psikologlar ve psikiyatriler, Okullar.
Evet, sistem bu tür aykırı insanların tehlikeli insanları kontrol altına alarak varlığını sürdürmeye çalışır ama adaletsizlik ayyuka çıktığında halk yığınlarının ekmeği kesildiğinde yenilmek mukadder olur.
Fakat sistem direnişini sürdürür. Halk yığınlarını aldatıcı hazlar veya kavgaların içine sürükler. Mesela kadın konusu en çok başvurdukları yöntemlerden birisidir. Kadını dışarı salar ve onlara geniş yetkiler vererek insanlığı ifsat etmeye çalışır. Kadın, sistemin koruyucu supapları olarak her zaman yedek kulübesinde beklemektedir. Çünkü delilerin bile dikkatini kadınla dağıtabilirler. Anlık dağılmış dikkat, sisteme tahmin edemeyeceği kadar uzun bir ömür vermiş olur.
Deliler sistemi değiştirir.
Örneğin tüm filozoflar biraz kaçıktır.
Savaş kahramanları aslında barış döneminde birer psikopat ve sadisttirler (lütfen bunu kişiselleştirmeyelim ve genellemeyelim) ama savaşta bu duygu bir kahramanlığa evrilir.
Din adamlarının birçoğu kibirli, cenneti kendileri garantilemiş ve diğer insanları cehennemden kurtarmaya çalışan melekler olarak görürler kendilerini.
Askerler, zaten biz olmasak siz olmazsınız ve yok olursunuz der ama bir savaş zamanında tüm yükü de o küçümsedikleri yığınlar çeker, barış zamanında ise nimetleri onlar yaşar...
Fobileri, korkuları olanlar bilim adamı olurlar.
Takıntısı olanlar bir konuyu çözmeden bırakmayan analistler, uzmanlar ve yetişmiş elemanlar olurlar.
Simetri hastaları ressam, mimar ve tasarımcı olurlar.
Şizofrenler âşık olurlar, şair olurlar, edebiyatçı olurlar, sanatçı olurlar...
Paranoyaklar iyi iş adamı, girişimci ve hesapçı olurlar...
Egoist ve benciller iyi siyasetçi, politikacı ve hatip olurlar.
Bunları artırabiliriz.
Yani bugünün psikologlarının tedavi etmeye çalıştıkları tüm hastalıklar aslında toplumu ileri taşıyan aykırı tiplerdir. Bunları tedavi etmeye çalışmak, mevcut statükonun devamı için ön görülür.
İnsanlar hastadır, hasta olmalıdır. Sağlıklı olmak, sorunsuz olmak, mutlu ve huzurlu olmak aslında hastalıktır. Çünkü çevremizde bu kadar adaletsizlik, zulüm, savaş ve insan haklarına aykırılık varken birilerinin mutlu, huzurlu ve sorunsuz olması onun kalpsiz, melekesiz ve duygusuz olduğunu gösterir ki asıl tedavi edilmesi gereken nokta budur.
Tasavvuf ise insanda var olan bu fıtri aykırılıkları yok etme değil, olumlu yöne kanalize etme harekâtıdır. Zıddına inkılâp etmedir. Onu da başka bir yazıda anlatırız inşallah.