C) Câmilerin Maddî Ve Mânevî İmarı
Câmilerin hem yapılmasına, hem de diğer evlerden yüksek tutulmasına ve değer verilmiş olmasına şu âyet-i kerîme delil alınmıştır:
“O ev(câmi)lerde Allah, (evlerin/câmilerin) yükseltilmesine ve içlerinde isminin zikrolunmasına izin verdi.” (Nûr sûresi 24/36)
Âyetteki yükseltilmesinden maksat, câmi binalarının yapılması ve diğer binalardan daha yüksek ve şereflerine tazim edilmesi, pisliklerden temizlenmesidir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XII, 266.)
Demek ki yükseltilmesi, maddî olarak binanın yüksek yapılması, mânevî olarak da câminin şerefine hürmet etmek; câmide yüksek sesle konuşmamak (Buhârî, Salât, 83.), câmide gıybet etmemek, câmide yanlış anlayışı ifade eden söz ve davranışlardan sakınmaktır, maddî pisliklerden câmiyi temiz tutmaktır. Câmiye bu değeri kim verir, ancak Müslüman verir. İşte bunu şu âyet-i kerîme belirtmektedir:
“Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar imar ederler. İşte bunlar (bu dört özelliğe sahip olan cemaat) hidayeti bulmuş, muratlarına ermişlerden olabilirler.” (Tevbe sûresi 9/18)
Câmilerin maddî imarı; yapılması, tamiri, aydınlatılması, zeminin döşenmesi, bakımı ve temiz tutulmasıdır.
Mânevî imarı, Allah’ı zikir ve zikrin kapsamına giren her şey, Allah için yapılan, Allah’ı hatırlatan her şey; Allah’ı isimleriyle zikretmek, namazdan bahsetmek, namaz kılmasını öğretmek, Kur’ân okumasını öğretmek, namaz kılmak ve ibadet düşüncesiyle yapılan her şey; Kur’ân okumak ve okutmak, ilim öğrenmek ve öğretmektir.
Câmilerin mânevî imarı yapılmazsa, mânevî imarını yapmayanlara diğer müslümanlar da göz yumarsa zâlim olmuş olurlar. İşte bu durumu şu âyet net olarak ortaya koymaktadır:
“Allah'ın mescidlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?” (Bakara sûresi 2/114)
Câmilerin harap edilmesini sadece maddî harap olarak anlamak yanlış olur. Esas harap edilmesini, câmilerin yapılış maksadının sadece Allah Teâlâ’ya câmide namaz kılmaya tahsis etmek, câmi dışında da namazın ruhunun bütün hayata yansımasını sağlayacak bilincin kazanılmasına engel olmak olarak anlamak gerekir. Zira her gün, her namazda ve her rek’atte okuduğumuz Fâtiha sûresinde Allah Teâlâ, “Bize sırât-ı müstakîm üzere hidâyette devam nasîb et, kendilerine nimetler verdiğin kimse (peygamber, sıddık, şehid ve sâlih)lerin yoluna (ilet), gazaba uğramış olan (özellikle Yahudilerin) ve sapık olan (özellikle Hıristiyan)ların yoluna değil!” diyerek bütün hayatta uygulanmak üzere gönderdiği dini gönderdiği örnekleri izleyerek uygulamayı, Yahudi ve Hıristiyanların anlayış ve davranışlarından sakınmayı emretmektedir.
Câmilerin esas süsü, duvarlarda yazılı olan levhalar, tavanlarda asılı olan âvizeler veya yerlerde serili olan halılar değil; asıl süsü, câmiyi hayata yön veren merkez, yapılan vaaz ve nasîhatleri haftalık mesaj, yapılan sohbetleri aklı ve ruhu doyuran ilaç, bir araya gelmeyi sevişme, kaynaşma ve dayanışma vesilesi kabul eden cemaattir.
Ne mutlu Hz. Peygamber’i ve mescidini örnek almak için câmi yapan ve yaptıranlara, yardım eden, câmiyi ve cemaati sevenlere. Ne mutlu câmide huzur bulanlara, başkalarının da huzur bulmalarına vesile olanlara, câmiyi kollayıp maddî ve mânevî temizliğine titizlik gösterenlere! Ne mutlu câminin ruhunu dışarıya taşıyan, ahlâkı, başarısı, eseri ve iyiliğiyle İslâm’ın güzelliğini gösterenlere! Selâm olsun bu duygular içerisinde olan mü’minlere!...