Sanıldığının aksine hiç, her şey demektir.
Özellikle tasavvufi düşüncenin ve dervişlik kültürünün kemer taşı olan kavramlardan biridir hiç.
Ancak yalnız tasavvufi düşüncenin değil nihilizm denilen felsefi akımın da temel kavramıdır.
Sufilerin zihninde hiç, varlığı ve hayatı hatta daha önemlisi kişinin kendisini anlaması açısından bir ayna ve anahtardır.
Kişinin görüntü ve gürültü aleminden kendi gerçekliğine doğru bir yoldur.
Hakikat ile gerçeklik ve yanılsama arasındaki perdeyi kaldırmaktır.
Günlük hayatta önemsiz şeyleri ifade etmek için ağzımızdan özensizce çıkan hiç kavramının önce felsefeciler açısından nasıl anlaşıldığını kısa bir göz atalım.
Felsefi düşüncede hiççilik denilen nihilizm, söylemde özgürlüğü engelleyen her şeyi hiç görme anlayışına dayanmaktadır. Bir şeye bağlanmama ve ait olmamayı özgürlük kabul ederek ve sanarak, dini, ahlaki veya örfi bütün değer taşıyıcıları değersiz ve önemsiz saymaktır.
Ancak direk söylemeseler de onların asıl sorunları din ve ahlak üzerinedir. Çünkü kendileri tanımlayamasalar da nefsin isteklerini yerine getirmeyi özgürlük, bunları kısıtlamayı kölelik kabul etmektedirler.
Felsefe adına “değersiz” bir düşünce ve dünya içinde nefsin arzularını yerine getirebilme özgürlüğü.
Tasavvufi düşünce bu insanlık makamı, insan olmaya aday hayvani arzuların esiri bir beşer olarak görülür.
“Nefsini ilah edineni gördün mü” ayeti. bu insan tipolojisini tanımlar.
Benlik, bencillik, kibir, ucub....
Ateşi topraktan üstün gören ve görmeyi ve üstünlük kıstasını kendine mahsus sanan iblis fıtratı...
Nihilist düşünce sahipleri din ve ahlakı hiç düzeyine düşürdükleri gibi, insanın içine kotlanmış olan din anlamına gelebilecek vicdanın da üzerine örter, ona kulaklarını kapatırlar. İşte bu nedenledir ki hiççilik peşinde koşanların varlığı nefs ve beden, yok saydıkları ise din ve ahlaktır.
Hiççilik Allah’sız ve ahiretsiz bir hayat algısıdır.
Ancak hatırlatmak gerekir ki nihilist denilen hiççiler, belli bir grubu ifade etmez yalnızca. Bütün insanlarda hatta dindar olduğunu söyleyen ve ibadetlerini yerine getirenlerde bile vardır. Çoğu zaman kendileri bile farkında değildir. Yahut menfaatleri ve arzuları, ahlaklarının önüne geçen bu dindar insanlar kendilerini böyle tanımlamasalar ve bunu kabul etmeseler dahi ibadetleri adet olmaktan öteye geçmeyen, kendilerini kötülüklerden alıkoymayan ve korumayan bir alışkanlıktır. Yerine getirilmesi gereken bir görev.
Değiştiren ve dönüştüren, insana İhsan Ahlakı veremeyen bir alışkanlık. İşte bu nedenledir ki sufiler “hiç” düşüncesini pozitif anlamda yorumlamışlar ve dindar olduğunu söyleyen insanı dönüştüren bir eğitim felsefesi olarak görmüşlerdir. Çünkü onlara göre hiç, öncelikle varlık felsefesi açısından ele alınması gereken ve varlığı mutlak manada yalnız Allah’a ait gören bir anlayışın ifadesi ve sembolüdür.
Sufiler için hakikate dair her şey hiçliği kavramakla başlar.
Bir sonraki yazıda sufi düşüncesinde “hiç”in hakikatini ele alacağız inşallah.