İSLAM’A SAHİP ÇIKMAK
a) İslam’ı, doğru anlayarak ve doğruca anlatarak
b) İslam’a, doğruca inanarak ve doğruca yani imana göre amel ederek
c) Müslümanların birbirleriyle hakkı ve sabrı tavsiye etmeleriyle, İslam’ı gayr-i müslimlere tebliğ ederek
İSLAM’A SAHİP ÇIKANA SAHİP ÇIKMAK
a) İslam’ı doğru anlayıp doğruca inanıp amel edenin yanında olarak
b) İslam’a sahip çıkanın eksiğini ve yanlışını görünce hemen ilgilenmek
İSLAM’A SAHİP ÇIKMAK
İslam’a sahip çıkmak, dünya ve âhiret kurtuluş ve huzura sahip çıkmak demektir.
a) İslam’ı, doğru anlayarak ve doğruca anlatarak
İslam, hakikattir; hakikat güneş gibidir. Güneş, karanlığa galip gelir. Biz İslam güneşini ilim olarak doğru ortaya koyarsak İslam anlaşılmış olur. İslam’ın doğru anlayarak doğru anlatılması demek İslam’a sahip çıkmak demektir.
İslam’ı itikadda Ehl-i Sünnet akidesini, amelde usul-i fıkıhla anlamak ve anlatmak gerekir.
b) İslam’a, doğruca inanarak ve doğruca yani imana göre amel ederek
İslam’a doğru inanmak doğru bilerek mümkün olur. İman, amel etmeyi gerektirir. Amel, imana uygun olursa makbul olur. İslam’ın anlaşılmasını ve yaşanılmasını sağlamak, Müslümanlarda İslam’ın hayat halinde görülmesiyle mümkün olur. En güzel davet, davet ettiğini yaşamaktır. İşte bu surette İslam’a sahip çıkılmış olunur.
c) Müslümanların birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, İslam’ı gayr-i müslimlere de tebliğ ederek
İslam, beraber yaşanınca devam eder. İslam’ın devamını sağlamak, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmekledir.
İslam’ın misyonu, Hakka ta’zîm ve taat, halka şefkat ve merhamettir. Hakka tazim, imanı; taat, imana uygun ameli ifade eder. Halka şefkat, yeryüzünü imar edip adaleti yeryüzüne hâkim kılmak; merhamet, Müslümanların hidayette devam ve kemale ermelerine çalışmak, gayr-i müslimlerin de hidayetlerine vesile olmaya gayret etmektir.
İSLAM’A SAHİP ÇIKANA SAHİP ÇIKMAK
a) İslam’ı doğru anlayıp doğruca inanıp amel edenin yanında olarak
İslam’ın anlaşılmasını ve yaşanılmasını sağlamak için, İslam’ın anlaşılmasını ve yaşanılmasını sağlayana sahip çıkmak gerekir. Bütün peygamberler yanındaki sahabesiyle İslam’ın anlaşılmasını ve yaşanılmasını sağlamışlardır. Sahabe olmasaydı Hz. Peygamber aleyhisselam İslam davasını nasıl yayabilirdi, İslam’ın tebliğini nasıl yapabilirdi?
İslam davasının anlaşılmasına ve yaşanılmasına; diliyle, ahlakıyla, haliyle ve fiiliyle çalışanın yanında olunursa İslam davası devam eder. İslam davasını dava edineni yalnız bırakmak, yanında olmamak İslam davasının yanında olmamak demektir. İslam, varlık sebebimiz, dünya ve ahiret kurtuluş ve huzur sebebimizdir. İslam davasına ömür boyu emeği olana sahip çıkmak İslam davasına sahip çıkmaktır.
b) İslam’a sahip çıkanın eksiğini ve yanlışını görünce hemen ilgilenmek
İslam davasına hizmeti olanın eksiği ve yanlışı olunca terk etmek ve yalnız bırakmak değil, eksiğini tamamlamak, yanlışını düzeltmesini sağlamak gerekir.
Büyük insan demek, hatası olmayan değil belki hatası az olan kimse demektir. Peygamberlerin bile peygamberlik öncesi beşer olmaları hasebiyle bazı hataları olmuş, peygamberlik sonrası da bazı zelleleri olmuştur. Hz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bazı ictihadlarında isabetsizlik olmuş ama öyle bırakılmamış sonra vahiyle düzeltilmiştir. İsabet edememeleriyle beşerliği ortaya çıkmış, düzeltilmesiyle de peygamber olduğu ortaya konmuş oluyordu.
İyi insan hatası olmayan değil, hatası az olan; kötü insan da iyi tarafı olmayan değil, iyi tarafı az olan kimsedir.
Bize gereken, İslam davasına yardımcı olduğu halka mal olmuş kimseyi yardımsız bırakmamak ve yanında olduğumuzu da halka deklare etmektir.
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah da ona karşılık kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntıyı ondan uzaklaştırır. Kim bir Müslümanın (ayıbını) örterse Allah o kimsenin kıyamet gününde ayıbını örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3, İkrâh, 7; Müslim, Birr, 58; Ebû Dâvûd, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3; Ahmed, II, 91, IV, 104.)