21.05.2024, 13:35

NE İDİK? NE OLDUK? NE OLMALIYIZ?

Bu soruyu her birimiz şahıs olarak, millet olarak ve Müslüman olarak sormamız gerekir. Neden sormamız gerekir? Zira var olan düşünmek zorundadır, başını ve sonunu, konumunu, görevini ve sorumluluğunu… Düşünen önce kendisine sorar ve kendisini sorgular. Düşünen toplum da kendi tarihini düşünür ve sorgular.

Şu soruyu da sormak gerekir: Biz şahıs, millet ve Müslüman olarak niçin varız?

Herhalde Allah Teâlâ’ya kul olduğumuz ve Müslüman olduğumuz için varız, kendimizi de başkalarını da yanlıştan kurtarmak için varız, önce kendimizi şeytana ve şeytanın adamlarına alet olan nefsimizi ve neslimizi sonra diğer Müslümanları itikâdî ve iktisâdî, siyâsî ve kültürel istiladan kurtarmak için varız. İstiladan kurtulabilmek için önce istilada olduğumuzu bilmek ve idrak etmek gerekir.

İstiladan kurtulabilmek için:

1. Kendi konumumuza bakmak: LİDER MİLLET.

2. Kendi sistemimize bakmak ve uygulamak: Korunmuş İSLÂM, kaynağı vahiy.

3. Kendi masum liderimizi izlemek: Masum/korunmuş lider PEYGAMBER.

1. Kendi konumumuza bakmak: LİDER MİLLET

Türkiye olarak bugün dünyada bize Osmanlının devamı olarak bakılmaktadır. Osmanlının konumu tarihte Kureyşîlik idi. Bugün de hâlâ bizim Kureyşîlik konumumuz devam etmektedir. Öyle ise bu konuma yani liderlik makamına layık olmaya çalışmak zorundayız. Lider milletler kimlerdir işte bunu tanımak gerekmektedir.

Lider milletlerin özellikleri:

a) Uyan değil uyulan ve izlenen olması,

b) Yol gösteren ve yön veren olması,

c) Eseri ve başarısıyla, ahlâkı ve iyiliğiyle gâlip olması,

d) Örneklik makamında olduğunun bilinciyle her eylem ve söylemine dikkat etmesidir.

Kimler izlenir ve biz kimleri izleyeceğiz?

Kur’ân-ı Kerîm bu konuda ne diyor?

Allah Teâlâ bize her gün, her namazda ve her rekâtta Fâtiha’da şu âyetleri okumamızı emretmektedir:

“Bizi dosdoğru yolda hidâyet(te devam ve kâmil hidayet nasip) et, kendilerine nimetler verdiklerinin yolunda, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.”

(Fâtiha sûresi 1/6-7.)

“Dosdoğru yol”dan kasıt, İslâm dini; “kendilerine nimetler verdiklerin”den maksat ise peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerdir.

“Gazaba uğrayanlar”dan maksat, Allah’ın gazap ettiği herkes, her topluluk ve özellikle Yahudiler, “sapıklar”dan maksat da her sapık olan ve özellikle Hristiyanlardır.

Demek ki bu milletin de Müslüman olarak daima ve her konuda İslâm üzere olması, mutlak rehberler olan peygamberleri ve peygamberleri izleyen sıddıklar, şehitler ve sâlihleri örnek alıp izlemesi, Yahudi ve Hiristiyanlara itikâden ve ahlâken benzemekten sakınması gerekmektedir.

Lider milletin yol gösterebilmesi ve yön verebilmesi için ilim adamları yetiştirip her sahada isabetli projeler ortaya koyması gerekmektedir.

Gâlipler izlenirler. Zira gâlipler eserleriyle akılları, başarılarıyla nefisleri, ahlâklarıyla gönülleri ve iyilikleriyle de ruhları teslim alırlar.

Lider milletler örneklik makamında oldukları için izlenirler. İzlenenlerin sorumluluğu daha fazla olduğu için her şeylerine dikkat etmeleri gerekir hem dünya hem âhiret açısından.

2. Kendi sistemimize bakmak ve uygulamak

Kendi sistemimizin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir yani vahiydir. Vahyin temel özelliği; korunmuş olması, değişikliğe ihtiyaç olmayan temel esasların bulunması, ihtiyaç oldukça şartlar değiştikçe her probleme cevap verebilecek içtihad kurumunun bulunmasıdır.

Kur’ân-ı Kerîm; Allah Teâlâ’nın kelamı, ilmi, tesbitleri ve hükümleridir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın kelamının diğer kelamlara olan üstünlüğü, Allah’ın yaratıklara olan üstünlüğü gibidir.”

(Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6.)

Bunun en güzel ispatı, Allah’ın yaratıcı olması ve yarattığı eserlerin ortada olmasıdır. Allah’ın dışında kâinatta bir çöp bile yaratanın olmaması bunu en güzel bir şekilde göstermektedir.

Hadîs-i Şerîfler ise Kur’ân’ın zaten ya tefsiri ya tekididir ya da Kur’ân’da olmayan konularda Allah’ın öğretmesi ile teşri/hüküm koyucu durumundadır.

Hadîs-i Şerîfler de korunmuştur diyoruz. Zira hadisler sahîh (mütevâtir, meşhur ve âhâd), hasen ve zayıf diye tespit edildiği gibi, hadis olmayan uydurmaların da hepsinin ortaya çıkarılması bunu göstermektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, dünya ve âhiret huzurunun korunması için temel prensiplerinden taviz vermez. Temel prensipler iman esasları, haramlar ve helaller, güzel ahlâk esaslarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, sapmış ve gazaba uğramış olan Ehl-i Kitab’a uyulmamasını özellikle vurgulamaktadır:

“Ey iman edenler, eğer o kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geri döndürürler.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/100.)

Kur’ân-ı Kerîm Allah’a takvalı, saygılı olmayı, ölürken Müslüman olarak ölmeyi müslüman ölebilmek için de Allah’ın ipi olan Kur’ân’a bütün toplum olarak sarılıp ayrılığa düşmemeyi ve küfrü imana tercih eden babası da olsa kardeşi de olsa dost ve idareci yapmamayı emretmektedir:

“Ey müminler, Allah'a karşı gerektiği gibi takvalı olun ve mutlaka müslüman olarak ölünüz. Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılığa düşmeyiniz.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/102-103.)

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli/dost ve idareci edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.”

(Tevbe sûresi 9/23.)

Kur’ân-ı Kerîm, getirdiği davaya inananları, bütün insanlığın dünya ve âhiret huzuru için iyiliğin hâkim kötülüğün mahkûm edilmesi göreviyle görevlendirmiştir:

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/110.)

“İyilik” diye tercüme edilen kelime “maruf” kelimesidir, “kötülük” diye tercüme edilen kelime de “münker” kelimesidir. Marufun aslı iman, münkerin aslı da şirktir. Bu âyet-i kerîme Müslümanları dünyada imanı hâkim kılmakla, şirki de mahkûm kılmakla görevlendirmiştir.

İmanın Müslümanlardaki hâkimiyeti, İslâm’ın bütün Müslümanlara uygulanması iledir. Müslüman olmayanlardaki hâkimiyeti ise insanların İslâm’a girmelerine ve İslâm’ın yaşanmasına engelin ortadan kaldırılmasıyladır.

Şirkin ve küfrün mahkûmiyeti ancak imanın hâkimiyeti ile temin edilebilir. Zira güneş doğunca karanlık yok olur.

2. Kendi sistemimize bakmak ve uygulamak: (Devamı)

Kur’ân-ı Kerîm’in kanunlar, yönetmelikler ve prensipler çıkartılıp tespit edilirken Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmemeyi emrettiğini görüyoruz:

“Ey imân etmiş olanlar! Allah'ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyiniz ve Allah'a karşı takvalı olunuz. Şüphe yok ki, Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.”

(Hucurât sûresi 49/1.)

“Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeme” yasağının anlamı; helal ettiğini haram, haram ettiğini de helal etmemek, hükümlerine muhalif hüküm koymamaktır.

Allah Teâlâ Müslümanların aralarında çıkacak ihtilaflarda müeyyide uygulayacak bir gücün bulunmasını, zorbalık edecek kavim, topluluk veya devlet olursa hakka ve doğruya teslim olmaya zorlamayı emretmektedir:

“Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle çarpışırlarsa, hemen aralarını bulun barıştırın! Şayet biri ötekine saldırıyorsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse, yine adalette aralarını düzeltin ve hep âdil olun. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.”

(Hucurât sûresi 49/9.)

Eğer Müslümanlar bu emirlere uysaydı da ortak askerî, siyâsî, iktisâdî ve hukûkî birliktelikler kursalardı, İran ile Irak savaşabilir miydi, Irak Kuveyt’e girebilir miydi, Amerika Ortadoğu’da istediğini yapabilir miydi, Irak’a ve Afkanistan’a girebilir miydi? İsrail belası Ortadoğu’nun kalbinde bir çıban ve bir fitne yuvası olarak hayatiyetini devam ettirebilir miydi? Suriye kendi halkına savaş açabilir miydi? İsrail, Gazze’ye savaş açabilir miydi, soykırımı yapabilir miydi?

Şu âyet-i kerîme ile de Müslümanların kendi aralarında şura meclisi kurmaları, her konuda Rablerine uymaları ve özellikle namaz kılmaları emredilmekte, dış saldırılara karşı hemen yardımlaşmaları gerektiği zımnen emredilmektedir:

“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir şura/danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, yardımlaşarak kendilerini savunurlar.”

(Şûrâ sûresi 42/38-39.)

Bu âyet-i kerîme, bütün Müslümanlara bütün zamanlarda ilâhî davetle muhatap olduklarını, ilâhî davetin ilk belirtisi namaz olduğunu, işlerini şura yani istişâre meclisini oluşturup her işlerini o meclisle yapmaları gerektiğini, toplumları ayakta tutan iktisâdî konuların temelinde yardımlaşmanın olduğunu ve dışarıdan Müslümanlara bir saldırı olduğunda kurdukları askerî birliktelikle kendilerini savunma mecburiyetinde olduklarını ifade etmektedir.

3. Kendi masum liderimizi izlemek

Hz. Peygamber (s.a.s.) herkese her konuda örnek, rehber ve mutlak liderdir. Başka hiçbir lider mutlak rehber ve mutlak örnek değildir.

Hz. Peygamber’in liderliği, Allah Teâlâ tarafından kalbi ve aklı korunduğu, isabet edemediği zaman da öylece bırakılmayıp yine Allah tarafından düzeltildiği için mutlak kılınmıştı. Bu durum kimsede olmadığı için bir başkası mutlak lider değildir.

Bütün liderlere ve rehberlere, mutlak lider kılınmış olan Hz. Peygamber’e uyduğu müddetçe uyulur yoksa uyulmaz.

Hz. Peygamber’in liderliği kıyamete kadar devam edecektir.

Böyle korunmuş bir lider varken onu izlememek ahmaklıktır. Korunmuşu izleyen de hatadan korunmuş olur. Hz. Peygamberi izlemeyen korunmuşluğu istemiyor demektir.

İşte bu manada Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız sürece asla sapıtmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve peygamberinin sünnetidir.”

(Muvatta, Kader, 3.)

Hz. Peygamber (s.a.s.), ilmî konularda olduğu gibi ihtilaf edilen özel konularda da Allah Teâlâ’nın göstermesiyle hükmetmekte idi. Bu özellik ondan başka kimseye verilmemiştir. Delil de şu âyet-i kerîmedir:

“Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma!”

(Nisâ sûresi 4/105.)

İşte bu yüzden Hz. Ömer şöyle demiştir :

“Allah’ın bana gösterdiği ile hükmettim, demeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ bunu ancak Peygamber’ine has kılmıştır. Bizden birisinin görüşü, fikri zan olur, ilim olmaz.”

(Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, XI, 33.)

Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisini izleyecek olan her lider için davasının temelini şöylece ortaya koydu:

a) Allah’tan başka helal eden-haram eden, hüküm koyan, emreden-nehyeden, Allah’tan başka kulluk edilecek zat yoktur,

b) Allah’tan başka yaratan yoktur, bütün kâinatı yaratan ve yöneten, insanı da yaptığını da yaratan Allah’tır.

Bu iki gerçekle şunu ortaya koymuş oldu:

Allah’tan başkasına kulluk ve kölelik yoktur. Kulların kullara tasallutu haramdır ve mutlak hükümranlığı yoktur. Liderlerin ancak temsilciği söz konusudur. Makamlar kimsenin malı değildir. İyi temsil edemezse elinden alınır ve ehline verilir. Liderler sadece Hakka göre yönetilen halkın Hakka göre yöneticileridirler.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerle şunu getirdi:

1. Mutlak otorite sahibi sadece Allah’tır.

2. Hükmün kaynağı vahiydir. İki musluğu Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir. İhtilaflarda müracaat Allah’a ve Rasûlüne yani âyet ve hadîsedir. Demek ki gerçek manada itaat Allah’a ve Rasûlüne yani Kur’ân ve Hadîsleredir.

3. İlimde otorite olan müçtehitlere uymak mutlak değildir. Âyet ve hadislere müracaat ettiği, âyet ve hadîsten hüküm çıkardığı ve icmâya ters düşmeyecek şekilde içtihat ettiği müddetçe uyulur. Çünkü icmâ Müslümanların üst kimliğidir.

4. İdarede ve yönetimde otorite olan liderlere-âmirlere itaat etmek de mutlak değildir. İdarede ve yönetimde ehil olduğu, Allah’a ve Resul’üne itaat ettiği müddetçe itaat edilir.

5. Sistemde herkes hesaba çekilir. Adâlet mülkün temelidir. Camide Allah (c.c.) önünde herkes eşit olduğu gibi sistem içinde kanunlar önünde de herkes eşittir. İnsanlar bu dünyada hesaba çekildikleri gibi ahirette de hesaba çekileceklerdir. Herkesin hesabı sorumluluğuna göredir. Çünkü herkes çobandır, her çoban da sürüsünden sorumludur.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’de Görülen Liderliğin Nitelikleri:

1. İlişkilerde başarılı olması

Hz. Peygamber, ilişki kurduğu herkese karşı lütufkâr, nazik, mütevazı ve sevgi doluydu. Uğruna her şeylerini feda etmeye hazır insanların kalplerini kazanmıştı.

2. Cesaret ve kararlılık

Tehlikelerle ve felaketlerle karşılaşmasına rağmen zayıflığın ve ürkekliğin görülmediği cesaret ve kararlılıkla insiyatifi daima elinde bulundurdu. Bedir’de 313 kişi ile 1000 kişiye karşı koyması, Uhud savaşındaki kararlı tutumu, Huneyn savaşındaki her saldırıya sarsılmaz bir şekilde karşı koyması gibi.

3. Metanetini hiç kaybetmemesi

Mekke’de 13 yıl Kureyş liderleri elinde eziyet çekti fakat zulüm ve zorluklara karşı sabrı elden bırakmadı. Uhud’da sahabenin paniğine rağmen metanetini asla kaybetmedi, zekâsı ve askerî manevra kabiliyeti ile durumu kontrol altında tuttu.

Hendek savaşında Yahudilerin hıyaneti neticesinde onların da müşriklerle beraber saldırıya geçecekleri tehlikesi karşısında, düşmanı psikolojik ve politik olduğu gibi askerî olarak da zayıflatan ve müslümanların konumunu kuvvetlendiren taktik bir hareketle vaziyeti kurtarmayı başardı.

Mekke’yi fethettiği zaman galibiyet havasına girip intikam almaya yönelmedi üstelik hepsini af etti. Hem zorlukta hem zulüm altında hem de barış ve zaferde nefsine hâkim oldu, daima kendisine yakışan büyüklüğü gösterdi.

4. Sabır ve Tahammüllü Olması

Mekke’deki eziyet döneminde onlara sabırla tahammül gösterdi, bundan dolayı yakınmadı, asla ümidini kaybetmedi ve sabırsızlık etmedi. Onlar Peygamber’e kötülük ediyorlar O ise onlara iyilik ediyordu, onlar zulmediyor O ise onları affediyordu ve onlardan asla alakayı kesmiyordu.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’ye geldi, onlar yine Medine’de ashabına karşı saldırılar, yağmalamalar ve savaşlar tertipleyerek zulümlerine devam ettiler. Sonunda onların bütün bu kötülükleri saldırı silahları Peygamber’in sabır ve sebatının yüceliği karşısında başarısız oldular. Hz. Peygamber (s.a.s.) ise muzaffer oldu.

5. Adalet ve Eşitlik

Hz. Peygamber (s.a.s.) herkese dürüst davranmış, insanlar arasında ayırım yapmamıştır. Medine’deki ilk mescid inşaatında sıradan bir işçi gibi çalışması, Hendek Savaşı sırasında herkes kadar çalışması gibi. Bütün uygulamalarında, kendisine gelen muhakemelerde daima adaleti takip etti.

6. Şahsiyet

Mekke’de herkes O’nu şahsiyetinden dolayı sıddîk ve emîn lakabıyla anardı. Üstün ve yüksek bir şahsiyete ve etkileyici konuşma gücüne sahipti. O’na gelen herkes davasının hakikatine ve samimiyetine ikna olurdu. “O’nu aşağı görmek isteyen O’nda kendi aşağılığını görür, O’nu öldürmeye gelen O’nda dirilirdi.”

Hudeybiye gününde Urve b. Mes’ûd gerekli işleri yapmak üzere Kureyşliler tarafından Peygamber’e gönderildi. Geri döndüğünde şunları söyledi: “Kisra ile Kayser ile ve Necâşî ile beraber bulundum, fakat halkı arasında Muhammed’in sahabeleri arasındaki durumu gibi bir durumda olan hiçbir kral görmedim. O’nun yanında, O’nu ne sebeple olursa olsun asla terk etmeyecek bir topluluk gördüm. Öyleyse buna göre kararınızı verin.”

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsiyeti yüzünde de görülürdü. Yahudi âlimi olan Abdullah b. Selam, Hz. Peygamber’i görünce şöyle demiştir:

“Peygamber’in yüzünü görür görmez, bu yüzün bir sahtekâra ait olamayacağını idrak ettim.”

Sahabeleri Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsiyetinde, davranışlarında ya da liderliğinde, zorlukta olsun, kolaylıkta olsun hiçbir zaman bir eksiklik, zayıflık ve güçsüzlük hissetmediler. İnananları asla yanıltmadı veya hiçbir konuda en ufak bir zayıflık göstermedi.

Dış görünüşü ile sağlam yapılı, yakışıklı ve albenizliydi. Konuşması tatlı, ikna edici ve kalbi ısındırıcıydı. Tartışmalarda reddedilemez ve heybetliydi. İffetli ve kâmil bir karakterdeydi. İnsanlara nazik, kibirden uzak, alçak gönüllü ve lûtufkâr davranırdı.

Zafer kazandığında affedici, merhametli ve cömert idi. İnsanlarla karşılıklı ilişkilerde dürüst ve âdildi. Sosyal konularda akıllı, düşünceli ve anlayışlıydı. Ciddi ve saygılı bir karakteri olduğu halde yine de sıcakkanlı, samimi, hoşsohbet, hatta şakacı...

Özetle Allah (c.c.), insanlığın en mükemmel, en kâmil, en iyi özelliklerini Peygamber’in yaratılışına yerleştirdi. O da bunu ümmetine, yaşayan bir örnek biçiminde tümüyle aktardı ve ortaya koydu.

Bu durumu Allah (c.c.), şu âyet-i kerîmede açıkça belirtmektedir:

“Andolsun ki Allah’ın Elçisinde sizin için, Allah’ı ve âhireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.”

(Ahzâb sûresi 33/21.)

Başlığa uygun bir özet tespit ve çare olarak şunları diyebiliriz:

1. Şahıs olarak

Temizdik. Yanlış eğitimin, bilgisiz ve ilgisiz ailenin koruyamaması neticesinde çevrenin ve batının istilasıyla kirlendik.

Taassubun ve şüphenin bulunamayacağı, dînî ilimlerle fen ilimlerinin bulunduğu, dünyadan ve dünyadakilerden habersiz olmayan, içinde bulunduğu asra öncülük yapabilecek bir ilim ve kültür çevresinde yetişmek.

İslâm’ı usûl ve fürû’ olarak doğru bilip doğru uygulamak için tedris, tebliğ ve telif ehli ilmiye sınıfı temelinde terbiyeden geçmek gerekir.

2. Millet olarak

Tarihte İslâm’a girdik, İslâm’la şereflendik, İslâm’a hizmet ettik ve yükseldik. Sonra nefse hizmete başlayınca İslâm’a hizmete ve idareciliğe ehil olmaktan uzaklaşınca hâkimiyetten, önce nefse sonra düşmana mahkûmiyete düştük. İlk olarak idarecilerin kalpleri sonra idare edilenlerin kalpleri istilaya uğradı.

İstilada olduğumuzun idrakinde olup istiladan kurtulmaya çalışmak, lider millet olma konumumuza sahip çıkıp liderliğin gereğini yapmak, hangi asırda gâlip olmuş isek ve ne ile gâlip olmuş isek onları alıp hayatımıza uyarlamakladır.

3. İslâm dünyası olarak

İlmî, itikâdî, kültürel, askerî birliktelik oluşturmak. Bu birliktelik, bize bizden daha merhametli olan Rabbimizin emridir. Halimizin, ilmin ve irfanın dayattığı bir mecburiyettir. Bir araya gelince en büyük güce ulaşacağımız gerçeğinin zorunlu sonucudur. Bütün insanlığın kurtuluşunun ancak Müslümanların kurtuluşuna bağlı olduğu bilincinin yüklediği sorumluluktur.

Bunların gerçekleşebilmesi için önce bu fikrin konuşulduğu bir platform oluşturmak, doğuyu-batıyı kavrayan, sâlim düşünebilen, idealle realite dengesini kurabilen, aykırı fikirlere katlanabilen, çaplı, derinlikli ve insaflı, binleri arkasında taşıyan birlerin hemen bir ön çalışma yapması, hemen heyetlerin oluşturulup çalışmaya başlanması gerekir. Daha sonra bu bilgi ve gerçeklerin, zorunlulukların halka mal edilmesine çalışmak gerekir.

Her işte olduğu gibi bu işte de önce insan sonra plân daha sonra imkân.

Önce bu işin insanını bulmak gerekir. Bu işin ekibi olan insanlar bulunursa o işin plânını yaparlar ve imkânını da bulup değerlendirirler.

İnsandan maksat, bu işin ehli olan büyük fikirlere sahip kınayanın kınamasından çekinmeyen, her türlü aykırı fikirlere açık kafalardan oluşan ilim ve fikir adamlarıdır.

Plândan maksat, ilmî, itikâdî, kültürel, askerî birliktelik oluşturma plânıdır.

Plân ilmî olmalı, ideal unutulmamalı, realite inkâr edilmemelidir.

Plânlama yapılırken yakın ve uzak hedefler gözetilmelidir.

İmkândan maksat ise, yetişmiş ve yetişmeye müsâit insan, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, stratejik mekân, tarihî eserler, kütüphaneler, bunların hepsine bedel dünyayı değiştirecek olan yeni projeler zenginliği gibi kaynaklardır.

Doğru olanın hayata geçirilebilmesi için, doğru insanların, doğru planlama yapıp doğruyu uygulayabilmeleri; doğru ve hikmetli fikir, hikmetli zaman ve hikmetli başlamayı nasip etmesi için hep beraber Allah’a yalvaralım.

“Benim başarım ancak Allah’ın yardımıyladır. O’na tevekkül ettim ve daima O’na dönerim.”

(Hûd sûresi 11/88.)

“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır. Onlar için üzülme! Kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme! Muhakkak Allah, muttaki (Hakka ve halka karşı yanlış yapmaktan korunan) kimselerle ve muhsinler (iyi yapan, iyilik yapan ve Allah’ı görürcesine Alah’a kulluk eden) kimselerle beraberdir.”

(Nahl sûresi 16/127-128.)

Sabır, nefsi hoşlanmadığı şeye hapsetmektir.

“Sabır, kadere kızmaktan kalbi tutmak, dili şekvadan tutmak, beden oranlarını Allah’a isyandan tutmaktır.”

İbn el-Kayyım el-Cevziyye

“Takva, dikenli tarlada ayağına diken batmadan yürümektir.”

Ebû Hureyre (r.a.)

Allah’ım! Her konuda hakkı, doğruyu ve yerinde olanı hak/doğru/yerinde bilip hakkı, doğruyu ve yerinde olanı yapmayı ve hakka, doğruya ve yerinde olana uymayı nasip et! Batılı, yanlışı ve yersizi batıl/yanlış/yersiz bilip batıldan, yanlıştan ve yersiz olandan sakınmayı ve sakındırmayı nasip et.

Yorumlar (0)
15
açık
Namaz Vakti 20 Eylül 2024
İmsak 05:17
Güneş 06:43
Öğle 13:03
İkindi 16:29
Akşam 19:12
Yatsı 20:32
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 5 15
2. Fenerbahçe 5 13
3. Beşiktaş 4 10
4. Başakşehir 5 10
5. Eyüpspor 5 9
6. Samsunspor 5 9
7. Konyaspor 5 7
8. Sivasspor 5 7
9. Antalyaspor 5 7
10. Göztepe 4 6
11. Kasımpasa 5 5
12. Trabzonspor 4 4
13. Rizespor 5 4
14. Kayserispor 4 3
15. Gaziantep FK 4 3
16. Alanyaspor 5 3
17. Bodrumspor 5 3
18. Hatayspor 5 2
19. A.Demirspor 5 1
Takımlar O P
1. İstanbulspor 5 12
2. Igdir FK 5 10
3. Pendikspor 5 9
4. Kocaelispor 5 9
5. Amed Sportif 5 8
6. Manisa FK 5 8
7. Gençlerbirliği 5 8
8. Sakaryaspor 5 7
9. Bandırmaspor 5 7
10. Ümraniye 5 7
11. Ahlatçı Çorum FK 5 6
12. Erzurumspor 5 6
13. Ankaragücü 5 6
14. Keçiörengücü 5 6
15. Karagümrük 5 6
16. Şanlıurfaspor 5 6
17. Boluspor 5 5
18. Adanaspor 5 5
19. Esenler Erokspor 4 3
20. Yeni Malatyaspor 4 0
Takımlar O P
1. M.City 4 12
2. Arsenal 4 10
3. Newcastle 4 10
4. Liverpool 4 9
5. Aston Villa 4 9
6. Brighton 4 8
7. Nottingham Forest 4 8
8. Chelsea 4 7
9. Brentford 4 6
10. M. United 4 6
11. Bournemouth 4 5
12. Fulham 4 5
13. Tottenham 4 4
14. West Ham United 4 4
15. Leicester City 4 2
16. Crystal Palace 4 2
17. Ipswich Town 4 2
18. Wolves 4 1
19. Southampton 4 0
20. Everton 4 0
Takımlar O P
1. Barcelona 5 15
2. Atletico Madrid 5 11
3. Real Madrid 5 11
4. Villarreal 5 11
5. Athletic Bilbao 6 10
6. Celta Vigo 5 9
7. Real Betis 5 8
8. Mallorca 6 8
9. Rayo Vallecano 5 7
10. Deportivo Alaves 5 7
11. Girona 5 7
12. Espanyol 5 7
13. Osasuna 5 7
14. Sevilla 5 5
15. Leganes 6 5
16. Real Sociedad 6 4
17. Real Valladolid 5 4
18. Getafe 5 3
19. Las Palmas 5 2
20. Valencia 5 1
Günün Karikatürü Tümü