2. Üretken insan çeşitleri
a) İnsan yetiştiren insan
İnsan yetiştiren insanların en büyükleri peygamberlerdir. Peygamberlerin en başta gelen özelliklerinden biri muallim yani faydalı ilim öğreten ve geriye faydalı âlim yetiştiren olmalarıdır.
Abdullah b. Amr b. As radıyallahu anhümâ anlatıyor:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün odalarının birisinden çıkıp mescide girdi. Bu esnada iki halka (şeklinde oturmuş iki grup) ile karşılaştı. Bunlardan bir halka Kur'ân okuyor ve Allah'a dua ediyordu. Diğer halka da ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Bunun üzerin Hz. Peygamber:
“(Bunların) hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’ân okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Eğer Allah dilerse, onlara (isteklerini) verir ve dilerse vermez. (Diğer cemaate işaretle) bunlar da ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de ancak muallim/öğretici olarak gönderildim” buyurdu ve hemen bunların yanına oturdular. (İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 229.)
Bugün sanayide fabrika yapan fabrika ne kadar önemli ise insan yetiştiren insan yani âlim yetiştiren âlimi yetiştirmek de o kadar önemlidir.
En büyük eser, insan eseridir. İnsan yetiştiren insan demek, en büyük eser ortaya koyan kimse demektir. Toplumda ilim adamı yetiştiren ilim adamları olmazsa, ilim adamı yetişmez. İlim adamı yetişmezse, o toplum, sürü haline gelir, hedefi olan milletlerin aleti ve dolgu malzemesi olur, çoban değil sürü haline gelir.
Âlim yetiştiren, ilim adamı yetiştiren kurumlar kurmak, bütün kurumların ve toplumun ilerlemesini, faydalı eserler ortaya konmasını istemektir.
En üstün insanlar, peygamberler ve peygamberlere varis olan ilim adamlarıdır. En üstün meslek de peygamber mesleği yani faydalı ilim adamı yetiştiren meslektir.
Hz. Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicret ettiği zaman sayım yaptı 1500 kişilerdi. İşte en büyük ilim adamı, en büyük inkılâpçı ve en büyük devlet başkanı olan Hz. Muhammed aleyhisselam o 1500 kişi içinden yetiştirdiği insanlarla ölümünden sonra 10 sene içinde 30 Türkiye büyüklüğünde ülkeler fethedildi. İşte kâmil, mükemmel ve mükemmil insanın eserleri.
İnsan yetiştiren insanlar iki kısımdır:
Biri, farz-ı ayn ilimleri öğreten insan yetiştiren insan, diğeri farz-ı kifâî ilimleri öğreten insan yetiştiren insandır.
Her insanın, her gün yaptığı ve her gün yapması gerekenleri neye göre yapması gerekiyorsa onları bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Bunları bilmezse cahil kalır ve cahilce hareket eder. Bunları bilen yoksa o toplum, o toplumu yönlendirenlerin sürüsü olan bir toplum haline gelirler.
Biz Müslümanların, önce iman etmesi gerekenleri; küfre ve şirke düşmekten kendilerini koruyacak bilgiye sahip olmaları sonra imanlarına göre amel edebilmeleri için amel edecekleri yani ibadet, ahlâk ve ahkâm konularını bilmeleri gerekir. Bunları bilmesi için kitaplar kâfi gelmez, önce âlimler sonra âlim denetiminde kitaplardan istifade gerekir. Okula gitmeden yani öğretici âlim olmadan kitaplardan öğrenmek nasıl mümkün değilse bugün de toplumun İslâmî konuları kitaplardan öğrenmeleri mümkün değildir.
Her Müslümanın inanması ve amel etmesi gereken farz-ı ayn bilgileri öğreten âlimlerin bulunması ve yetiştirilmesi ümmete farz-ı kifâîdir. Bugün farz-ı kifâi olan İslam âlimi yetiştirilmesi kör-topal yürümektedir. Bu farz-ı kifâî olan âlimler olmazsa farz-ı ayn ilimler öğrenilemeyecek demektir. Gayr-i Müslimlere mahkûm olmak istemiyorsak diğer sahalarda da ilim adamı yetiştirmek, farz-ı kifâîdir. Bu farz-ı kifâî de terk edilirse nice tehlikeli sonuçlar doğuracak mahkûmiyetler olacak ve devam edecek demektir.
İnsan yetiştiren insanın, kendisinden sonra geriye miras olarak âlim yetiştiren âlim yetiştirmesi gerekir. Bu nedenle âlim yetiştiren müesseseye olan ihtiyaç, güneşe ihtiyaçtan daha önemlidir.
Bugün ilahiyat fakültelerindeki hocaların, önce İslâmî bütün dallarda ansiklopedik bilgiye sonra da kendi sahalarında uzmanlaşmaları gerekir. Ayrıca İslâm âlimi olanların dünyayı tanımaları; lehinde ve aleyhinde olan fikrî ve amelî odakları bilmesi ve cevap veren eser vermeleri ve en önemlisi dünyaya ve dünya ehline esir olmamaları gerekir.
Bugün ilahiyat fakülteleri, temelinde İmam-Hatip liselerinde az da olsa fen ilimleri okumuş olmaları ve dünyayı tanımakta olmaları sebebiyle farklıdırlar ama medrese ilimlerinden mahrum oldukları için istenen âlim yetiştirememekte ve asrın problemlerine gerekli ve isabetli çözüm üretememekteler. Medrese âlimleri ise fen ilimleri okumadıkları ve dünyayı istenen seviyede tanımadıklarından dolayı, asrın problemlerine gerekli ve isabetli çözüm üretememekteler. Bugün ilahiyat fakültelerinde olan başarılı hocalarımızın temelinde medrese ilimleri okumuş olmaları yatmaktadır.
“Vicdanın ziyası dînî ilimler, aklın nuru fünûn-i medeniyedir. İkisi imtizac ederse hakîkat tecellî eder, talebenin himmeti pervaz eder. Eğer iftirak vâkı’ olsa, birinde taassup diğerinde hile ve şüphe tevellüd eder.” Bediüzzaman Said Nursî
“Âlimi, dünyaya meyleder gördünüz mü, dininiz adına onu ayıplayınız. Çünkü herkes sevdiği şeye dalar.” Hz. Ömer (r.a.)
“İnsan şu vasıflara sahip olmadıkça ilim ehli olamaz: Kendisinden yukarı kimselere haset etmeyecek, kendisinden aşağı kimseleri hakir görmeyecek, ilmine karşılık dünyalık arzu etmeyecek.” Abdullah b. Ömer (r.anhümâ)
“Muallimim diyen, olmak gerekir imanlı,
Edepli sonra liyâkatli sonra vicdanlı!” Mehmed Âkif Ersoy
Gerçek âlimler fakîhler yani müctehidlerdir. Fakîhler Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vârisleridirler. Gerçek vâris, Hz. Peygamber’in, ilmiyle risâletine ve takvasıyla da velâyetine varis olandır. Hasen-i Basrî (rh.a.), fakîhi yani müctehidi Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu iki yönüne vâris olması itibariyle şöyle tarif etmiştir:
“Gerçek fakîh, dünya konusunda zâhid olan, âhirete rağbet eden, dinin inceliklerini bilen, Rabbine kullukta devam eden, Müslümanların şereflerine dil uzatmaktan geri duran, vera (takva) sahibi, insanların mallarına karşı iffetli olan/tenezzül etmeyen ve topluluklara nasihat eden kimsedir.” (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 38.)
İslâm’a göre, diğer sahalardaki ilim adamları önce iman ve amel edecek kadar İslâm’ı, ayrıca her ilim adamı, kendi sahasındaki bir konuda bir şey söyleyebilmesi bizim de ona uyabilmemiz için; o ilim adamının Müslüman olması, sahasında uzman olması ve İslâm’ın o konudaki hükmünü bilmesi gerekir.