Sufi dili, dil ehlinin dilidir.
Yani gönül ehlinin...
Bu dilde her görüntünün, kelimenin, harfin ve hatta noktanın kitaplara doğmayan irfanî bir anlamı vardır.
Bir elif (ا) harfinin anlamını düşünün mesela...
Hem ebced hesabında bir anlamına gelir, hem de Allah’ı sembolize eder.
Yahut vav (و) harfini düşünün.
Öncelikle Allah’ın Vahid oluşunu temsil eder.
Hat sanatında Vav harfinin ucuna lale motifi yapılmasını nedeni de budur.
Çünkü lale, Allah’ı sembolize eder.
Gül ise Peygamberi...
İnsan için düşünüldüğünde, boynu bükük bir kulu, secdedeki vuslatı, gönlüne bakan bir dervişi yahut anne karnındaki masum bir bebeği ifade ettiği söylenir.
Vav olabilen kişi, Allah’a bağlanan kişidir.
Çünkü Vav, Arapça iki şeyi birbirine bağlayan bir bağlaçtır.
Yahut yemindir Vav: Ve’l-leyl...
Geceye yemin olsun ki...
Ebced hesabına göre değeri 6 olduğundan imanın şartlarını temsil ettiği söylenir.
Bazen vav’lar karşılıklı yazılır ve çifte vav yan yana iki 6 yani 66 sayısına karşılık gelir ki Allah kelimesinin ebced karşılığı da 66 sayısıdır.
Vav hayat kurtarır denilir.
Bundan dolayı vav, kıymetsiz ve paha biçilmez kabul edilir.
Hani malum hikayedir.
18. Yüzyılda İstanbul’da doğmuş ve yaşamış ünlü Hattat Mustafa İzzet Efendi, Üsküdar’dan Beşiktaş’a girmek için bir kayığa biner ve Kabataş iskelesine gitmek istediğini söyler.
Lakin tekne kalkar ve iskeleye yaklaşırken Mustafa İzzet Efendi yanına para kesesini almadığını fark eder. Ne yapacağını bilemez.
Kayıkçıya dönerek:
“Evladım para kesesini evde unutmuşum. İstersen gel evde vereyim, istersen yarın sabah burada vereyim” der.
Kayıkçı üzülür.
Bunun üzerine Mustafa İzzet Efendi:
“Evladım ben hattatım. İstersen sana bir çifte vav yazayım. Sahaflara götür sana kayık ücretinin yüz katını verirler.” der.
Pek inanmasa da teklifi kabul eden kayıkçı, yazılan çifte vav’ı alıp sahafların yolunu tutar.
İlk sorduğu sahaf, bu Mustafa İzzet Efendin eseridir diyerek yüklü bir altın para verir.
Eline aldığı altınla dönen kayıkçı ziyadesiyle memnun olur.
Aradan zaman geçer.
Bir gün Mustafa İzzet Efendinin kayıklara doğru yaklaştığını gören bu kayıkçı hemen seslenir:
“Efendim buyrun, buraya buyrun. Hem iki vav’a da gerek yok. Bir vav bile olur...”
...
Şimdi ne paramız altın, ne müşterimiz sanatçı, ne kayıkçımız nüktedan.
Çünkü evimize açılan kapımızı kaybettik.
Akl-ı selim kalmadı: Bilgi ve epistemoloji kuru kelimeler sanılıyor.
Kalb-i selim soldu: Etik ve ahlak, ötekine nasihat biliniyor.
Zevk-i selim zarar gördü: Estetik esir edilmiş sanki can çekişiyor.
Akıl selim olmayınca ilim, kalp selim olmayınca irfan, zevk selim olmayınca sanat üretilmiyor.
Biz kendimize geleceksek eğer, şikayet etmeyi bırakıp bu üç selim olana dönmemiz gerekiyor. Çünkü onlar bizim kalıbımızın kapısı.
Ve her eve kendi kapısından girilir...