ADALETSİZ “ADALET!”

Adalet peşinde koşarken Adaletin ve Ahlakın temel dinamiklerini görmezden gelerek ya da yerle yeksan ederek hareket ederseniz zulüm yapanı/arsızı (hırsızı-yolsuzluk yapanı) toplumun gözünde kahraman yapmış olursunuz.

“Aklı öldürürsen Ahlak ta ölür.

Akıl ve Ahlak öldüğünde millet bölünür.

Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür.

Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.”

Fatih Sultan Mehmet

Toplumsal çürümenin had safhaya geldiği bir zaman diliminde insan gibi yaşamaya çalışıyoruz. Hayatın belli başlı safhalarında değil tamamında tutunacak neredeyse hiçbir şeyin kalmadığı bir ortamda “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emrini hayatına düstur edinmeye çalışıyoruz.

Nereye baksanız irin, nereye dönseniz oluk oluk pislik akıyor. Hırsızlığın, arsızlığın, her türlü tecavüzün, güçsüz olanların itilip kakıldığı, yetim ve öksüzün ezildiği, ezilenlerin de ellerine ilk fırsat geçtiğinde intikam duygusuyla hareket ettiği bir dönemden geçiyoruz. Hem düşüncede hem de amelde Ahlakın tamamen bittiği daha doğrusu Ahlak kavramının ne anlam taşıdığı dini, inancı, meşrebi ve mezhebi fark etmeksizin hiç kimsede bilinmeyen, Ahlakın bir değer yargısı ifade etmediği bir dönemden geçiyoruz.

Mafyanın zamanın ruhuna ve mekânın şartlarına göre format değiştirdiği, silahın yerine kalemin aldığı ve siyasetin demokratik görünümlü otokrasiye döndüğü bir dönemden geçiyoruz. Sadece hukukun, vicdanın ve kanunların etkisinde kalması gerekenlerin kanun koyucuların ya da gücü elinde bulunduran “güç odaklarının” etkisinde kaldığı, bilerek ya da bilmeyerek onların istek ve arzularına göre kararlar verdiği ve harekete geçtiği bir dönemden geçiyoruz.

“Devlet malından bir hırka bile çalanın savaşta ölse dahi şehit olamayacağı” anlayışından gelenlerin kendilerince kötülüğe karşı koyup, zulüm düzenini yerle yeksan etme bahanesiyle geleceğin bütçesini oluşturma amaçlı her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, yetim malını gasp etmeyi, devleti kılıfına uydurarak dolandırmayı meşru gördüğü bir dönemden geçiyoruz. Yaptıkları hırsızlıkları siyaset yolu ile “millet iradesi” soslu beylik cümlelerle kamufule edip mağduriyet edebiyatının yapıldığı ve bu sözde mağduriyetten kahramanlık çıkarılmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.

Hangi kesimden olursa olsun toplumun “hırsızsa benim hırsızımdır” dediği, karşıt görüştekileri şeytanlaştırarak karşıtlarına koz vermektense hırsızını savunmayı erdem zannettiği bir dönemden geçiyoruz. Yani toplum içerisinde artık hırsızlığın ayıplanmadığı, utanılacak bir şey olmadığı, yüz kızartıcı bir suç olmadığı algısı büyük ölçüde yerleşmiş olduğu bir dönemden geçiyoruz. Hal böyle olunca Peygamber (A.S.)’IN “Sizler nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hadisinin kanlı canlı bir şekilde yaşandığı bir dönemden geçiyoruz.

Aslına bakacak olursanız saymış olduğumuz tüm bu olumsuzluklar bugün zuhur etmiş ya da bu yüzyılda ortaya çıkmış şeyler değil. Bu olumsuzluklar tarih boyunca süregelmiş kadim sorunlardır.

Sokratesin savunmasından, Hz. Musaya gönderilen on emre kadar…

Helak olan kavimlere helak olmadan önce gönderilen peygamberlerden bu zamana kadar tarihin akışı içerisinde yol boyunca bu olumsuzluklar, Adaletsizlikler, Ahlaksız ve arsız yol tutuşlar hep olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Oysa insanlar;

Kötülüğe karşı iyiliğin,

Münkere karşı marufun,

Hevaya karşı fıtratın,

Zulme karşı Adaletin,

Harama karşı helalin,

Batıla karşı Hakkın

Yanlışa karşı doğrunun yanında saf tutsalar,

Aldıkları/verdikleri her kararda Ahretteki konumlarını gözlerinin önüne getirseler,

Sağında ve solundaki meleklerin sürekli kayıt tuttuğunu ve tüm azaların mahşer günü kendileri için şahitlik yapacağını bilseler zulmün, haksızlığın ve Adaletsizliğin safında yer almaları mümkün olmayacaktır.

Fabrikada çalışan işçi aldığı ücreti hak etmek için ter akıtsa,

İşveren alın teri akıtan işçinin hakkını tastamam verse,

Baba evde hanımın ve ailesinin hukukunu gözetse,

Aile fertleri Ailesi reisi olan babanın konumunu zedelemese,

Aileler komşularının hukukunu korusa,

Çiftçi sağdığı sütün içine su katmasa,

Reçber Allah’ın kendisine lütfettiği toprağın hakkını ekip biçerek gözetse,

İman edenler bile bile hakkı batıla karıştırmasa ve hakkı gizlemese,

Âlimler ümeraya yalakalık yapmasa,

Ümera yoldan çıkmaz/çıkamaz, Adaletsizlik yapmaz/yapamaz.

Hz. Şuayb (a.s.)’a kavmi “ey Şuayb senin böyle davranmanı o kıldığın namaz mı emrediyor?” sözündeki derin manayı kavrayamazsak, ibadetlerimiz bizim Ahlakımızı ve duruşumuzu düzeltmiyorsa Maun Suresinde ki “Veyl olsun o namaz kılanlara” ayetinin muhatapları olmuş oluruz. Yine Şuayb (a.s.)’ın kavmine “Siz Allah’ı ardınızda unutulmuş bir varlık olarak mı görüyorsunuz?” ayetini tam olarak içselleştiremezsek Allah kavramını ve varlığını bilir ancak hayatımızın merkezinden farkında olmadan çıkarmış oluruz.

İşte toplumun tüm bu yol tutuşlarından ötürü başımıza gelen idarecilerin de hal ve davranışları, Ahlak ve Adalet anlayışları da sakıt ya da hastalıklı olmaktadır. “Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirecek değildir…” ayetini iyi anlamalı ve hayatımıza rehber edinmeliyiz.

Adalet peşinde koşarken Adaletin ve Ahlakın temel dinamiklerini görmezden gelerek ya da yerle yeksan ederek hareket ederseniz zulüm yapanı/arsızı (hırsızı-yolsuzluk yapanı) toplumun gözünde kahraman yapmış olursunuz.

Bugün Belediye Başkanlarına “Yolsuzluk” yaptıkları gerekçesi ile operasyon yaparsanız toplum size bizzat “HÜKÜMET SÖZCÜSÜNÜN” “Ankara’yı Parsel Parsel sattın” diye itham ettiği yerel yöneticiler için ne yaptığınızı sorar!

Bugün Belediye Başkanlarına “Örgüt bağlantıları var” diyerek operasyon yapıp yerlerine kayyum atıyorsanız, toplum size “Metal yorgunluktan” ötürü görevden aldığınız Ak Partili Belediye Başkanlarına ne türden bir işlemin yapıldığını sorar!

Siz “Adaletiz bir Adalet” arayışı içerisinde olursanız toplum sizin neyi iddia ettiğinizle ilgilenmez, yolsuzlukları görmez sadece sizin karşıt görüşteki Yerel yöneticilere baskı ve operasyon yaptığınızı düşünür. Bu da toplum içerisinde zamanla “Arsızlığın, hırsızlığın, adam kayırmacılığın ve nepotizmin” normalleşmesini sağlar. Ve toplumun yok oluşunu hızlandırır. Yazımı Hz. Ebubekir’in şu sözü ile bitirmek istiyorum: “Bir topluluk içerisinde fahşa (kötülük) yaygınlaşırsa Allah’ın o topluma vereceği bela umumileşir.”