Akdeniz’de ne mi oluyor?
Hasta Adam gözünü açtı, ayağa kalktı, yürümeye başladı, kendisini öldürmeye çalışanlardan çaldıklarını istiyor.
Emperyalist Güçler ve köleleri -kendi halklarına ve dindaşlarına ihânet eden güruh-, panik halinde her yandan tıpkı 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi saldırmaya çalışıyor.
1. Dünya Savaşı’nda Yunan Palikaryası’nı silahlandırıp, eğitip, Megola İdeâ ile aldatanlar, Şerif Hüseyin’i Büyük Arap Krallığı vaâdi ile ülkesine karşı isyan ettirenler, Çapulcu kabile şeyhlerine devlet kuranlar, şimdi de benzerlerini yapıyorlar.
Yunan’ı silahlandırıyor, PKK ile ülkemizi tehdit ediyor, Adaları silahlandırıyorlar, BAE, S. Arabistan, Mısır gibi sömürge devletlerini bağrımıza soktukları İsrail ile blok hâlinde karşımıza çıkartıyorlar. Şimdi de anlaştırdılar. Daha da kötüsü Filistin’i çıbanbaşı olarak gördükleri için ve genel anlamda öncelikle Araplar sonra Ümmet Coğrafyası için Mescid-i Aksâ vesilesi ile tetikleyici ve motive edici konumundan dolayı Filistin’i İsrail’e peşkeş çekiyorlar. Bir katil ve işbirlikçiyi, Arap Dünyası’ndaki karanlık işlerin adamı Muhammed Dahlan’ı da Filistin’in başına vermeyi planlıyorlar. Kim mi? ABD ve İsrail.
Filistin Araplar’dan çok Türk Milleti için değerli. 1000 yıldır Filistin’i koruyan Türklerdir.
Biz ne yapıyoruz ya da yapmalıyız?
Öncelikle Osmanlı Devletler Topluluğu oluşturmaya matuf, Osmanlı Vatandaşı coğrafyadaki halklara, yöneticilerinin durumuna bakmaksızın ulaşmalı ve Türkiye’ye müzâhir STK ve yapıları oluşturmalıyız.
Bu bölgelerde, okullar, hastaneler vb. organizasyonlar kurmalıyız.
Buralardan başarılı öğrencileri Türkiye’de okutmalıyız. Bölge halkları 100 yıl önceki vatandaşlarımız bizim. Bu insanlar devletlerine ve yöneticilerine bakmaksızın Türk Milleti’nin ve Türkiye Devleti’nin dostlarıdır. Geleceğe dönük bu kardeş halkları örgütlü hâle getirmeliyiz.
Yunanistan, Fransa ve Batı’nın Akdeniz ve Adalar Denizi’ndeki yaptıkları tüm eylemler hukuksuzdur. Türkiye bunu anlatmalıdır.
Diplomasiye haksız ve en tepeden taleplerle başlayan hasım ülkelere karşı vasat ve nihâi taleplerle oturmak, pazarlık bilmezliğimizin göstergesidir.
Türkiye’de Akdeniz’de masaya, ilk kayıplar yaşadığı noktadan başlamalıdır.
1877–78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine Ayestefanos Barış Antlaşması (Yeşilköy) imzalandı. Antlaşma oldukça ağır hükümler içeriyordu. İngiltere’nin başını çektiği devletler Osmanlı ve Rus Devletleri’ne birer nota vererek söz konusu antlaşmanın yerine Berlin Antlaşması’nı imzalattılar.
Şimdi, neden İngiltere, ABD, Fransa… Anlıyor musunuz?
İngiltere Rus tehdidi öne sürerek Osmanlı Devleti’ni bir askeri üs vermesi konusunda ikna etti. Berlin Konferansı’nda Kıbrıs Adası’nın yönetimi İngiltere’ye bırakıldı. Böylece 1878 yılından itibaren Kıbrıs Adası İngiltere’ye kiralanmış oluyordu. Akabinde İngiliz İşgali, Rumların adaya yerleştirilerek nüfus yapısının bozulmasına kadar Türk Milleti aleyhinde birçok iş yapıldı. Adalar’da ise halkımızca mâlum, Yunan İşgâli’nin yasal dayanakları dahî yok.
Türkiye Kıbrıs, Akdeniz ve Adalar’la ilgili görüşmelere 1878 Berlin Konferansı öncesi’nden başlamalıdır. Böylece oldubittiye getirilen tüm haksızlıklar emperyalist dünyanın gözüne sokulacak, Osmanlı Milletler Topluluğu’nun her bir ferdinde kapanmış yaralar yeniden açılacak, ortak vicdânı canlandıracak ilk kıvılcım da çakılacaktır.
Akdeniz’de yaşananlar sanki Oruç Reis Arama Gemisi’nden kaynaklanmış gibi bir hava estiriliyor.
Hayır!..
Emperyalizm, 1. Dünya Savaşı sonrasındaki işgallerine Akdeniz’de devam etmek istedi. Biz “Hayır!” dedik…
Konunun özeti! Hasta Adam 100 yıl baygın kaldı. 100 yıl sonra uyandı, çevresinde eski dostlarını aradı. Okul arkadaşlarını sordu. Trablus’lu Ahmet, Manastır’lı Mehmet, Bağdat’lı Ali, Bakü’lü Hüseyin, Kırım’lı İsmail, Kahire’li Muhammed, Bosna’lı İzzet, Yemen’li Hasan, Girit’li Hüsmen, Kosova’lı Halil… Hiçbirini bulamadı. Hepsinin çocukları başka başka devletlerdeydi artık.
Titredi, sarsıldı..
“Bize ne oldu?” dedi.
Evet, “Biz neyledik o koskoca elleri!”
Akdeniz Olayı Oruç Reis Arama Gemisi’nin faaliyetleri değildir…
Vaktiyle, karalarımızı işgal edenler, Denizlerimizde de fiili işgal ile yurdumuzu ablukaya almaya çalışıyorlar. Biz El-Bab, Afrin, İdlib, kuzey Irak Harekâtları gibi Akdeniz’de de kuşatmayı yarma mücâdelesi veriyoruz.
Değerli Milletim…
Yunanistan’ın hukuksuz silahlandırdığı adalardan biri, meselâ yakınımızdaki Meis Adası bir gece işgal edilip, buradaki Yunan Askerleri dünya basınına gösterilebilir. Akâbinde girilen bu adada kalınabilir ya da askerlerden boşaltılıp adadan çıkılabilir.
Yunan savaş uçaklarının bir tacizinde uçakları düşürülebilir.
Adalardaki askeri havaalanları vurulabilir.
Yunanistan’a yapılacak baskın tarzındaki bu askeri harekâtlar savaş başlatmaz. Akabinde de BM’de gerekçelerimiz anlatılır. Çünkü mevcut anlaşmalar ve uluslar arası hukukun gereği Türkiye’nin çoktan müdâhale hakkı doğmuştur.
Şunu da bilelim ki, ne BM ne NATO ne de AB fonksiyonel değildir.
Batı ve İngiltere-ABD-Fransa eksenine yapılacak bir harekât öncesi ki hedef Yunanistan olmalıdır, Almanya ve Rusya ile ilişkiler sıcak tutulmalı, göstermelik de olsa Pakistan ve Katar gibi ülkelerden Deniz Kuvvetleri unsurları Akdeniz’de bulundurulmalıdır. Bu meyanda Katar Deniz Kuvvetleri’ni güçlendirmek çok önem arz etmektedir. Azerbaycan Deniz Kuvvetleri’ne ait Karadeniz ve Akdeniz’de sembolik de olsa Türkiye Deniz Kuvvetleri’nin yanında unsurlar bulundurulmalıdır.
Bizim denizlerimizde müttefik ve dost bayraklar gezmelidir.
Coğrafyamızda, Osmanlı Halkları, Müzâhir Halklar en büyük gücümüzdür. Yani 100 yıldır komada kalan Hasta Adam’ın kardeşlerinin, dostlarının, aynı ülke vatandaşlarının çocukları… Bunları her an hareket ettirebilecek yeteneğimiz olmalı, imkân ve kâbiliyet oluşturulmalıdır. Bu gayret, yüksek maliyetli değildir. Sâdece fedâkâr ve bilgili Vatan Evlatlarına ihtiyaç vardır.
Devletlerin ideolojisi, Milli Güvenlik, Bekâ, halkının huzuru, ülkenin birlik ve beraberlikle büyüyüp güçlü tutulmasıdır. Bizim gibi köklü milletlerde manevî değerler, geçmişe bağlılık ve töre, bekânın en önde gelen teminâtıdır.
Bölgemizde, Mısır gibi ideolojik kaygılarla mesâfe koyduğumuz ülkeler örneğinde olduğu gibi, ittiğimiz ülkeleri başkaları bize karşı kinle silahlandırmakta ve bloklaştırmaktadır. Cumhurbaşkanımızın Mısır’la istihbarat ve Dışişleri bürokrasisinin görüştüğünü en üst seviyeden ifâde etmesi dileriz, Mısır’la Türkiye’yi yakınlaştırır. Devletimizin Mısır özelinde aldığı İhvân-ı Müslimîn eksenli tavır, tüm Arap Ülkeleri’nde maâlesef Arap Milliyetçileri’ni Türkiye’ye karşı harekete geçirmiştir. Mısır’da ise, vatansever tüm Mısırlılar, Türkiye’ye karşı olumsuz koşullandırılmaktadır. Bu sonuç, tam da emperyalizmin istediği şeydir. Fitne ateşine odun taşıyacak her siyasi yaklaşımdan uzak kalınmalıdır. Devletimizin bekâsı, Ümmetin ittihâdı büyük hedeftir. Bu hedeften uzaklaşılmamalıdır. Fayda-mahzur değerlendirmesi yapılırken konu Milli Menfaatler ise hissi davranmak doğru değildir.
İsrail’de ise, halkın % 30-35’i Müslüman’dır. En az % 10 Yahudi olmayan Mûsevi vatandaşı vardır. Bunların bir kısmı da anadilleri Türkçe olan Musevî Hazar Türkleri’dir. Türkiye’den göç eden Yahudi’lerin de bir kısmının gönlü hâlâ Türk Milleti ile beraberdir. Özetle, İngiltere’nin siyonizme kurdurduğu İsrail’de herkes Siyonist değildir. Hatta Siyonistler azınlıktadır, ama etkindir.
Size Harp Okullarında öğretilen Harp Prensiplerini hatırlatmak isterim.
Temâs... “Temâsı sağlayan inisiyatifi (önceliği, üstünlüğü) elde tutar.”
Bu gün İran’la İsrail’in temas ve ilişkisi yok mu zannediyorsunuz? Öyle zannedenler yanılıyorlar.
Unutmayalım ki, bölgenin en köklü ülkesi Türkiye’dir. Türkiye savaşta dahî düşman ülke ve halkı ile temâsı kesmemelidir.
Türkiye’nin tüm çevre ülkelerde kandaşları ve dindaşları vardır. Çok önemli Libya, Mısır, Katar, Yemen, İran vb. Müslüman Ülkelerde ayrıca soydaşları da vardır. Bilin ki; Rusya’da Müslüman toplumun tamamına yakını Türk’tür. Rus atasözü; “Hangi Rus’un geçmişine baksan altından Tatar (Türk) çıkar.” Çevre Coğrafyalarda yaşayan soydaşlarımız, Osmanlı medeniyet Devleti’ne bağlı dindaşlarımız ve diğer Balkanlar’da yaşayan halklar Türkiye’nin en büyük kozudur.
Maâlesef, çevre coğrafyaya dönük, planlı çalışmalar yapılmamaktadır. Mârif Vakfı, TİKA vb. kuruluşların mahdut ve üst koordinasyondan yoksun faaliyetleri, FETÖ tarzı yapılanmaların etkinliğinin çok gerisinde kalmaktadır. Çünkü koordinatör üst yapı kurulmamıştır. Çünkü çalışanlarında amaç birliği yoktur. İç disiplin ve otokontrol istendiği gibi değildir. Dışişleri bürokrasisi diğer kurumların icra ettiği yurtdışı gayretlerden çoğunlukla haberdâr dahî değildir. Israrla P/H (Psikolojik Harp) merkezini, yani Cumhurbaşkanlığımızda kurulması gereken Medeniyet Değerleri Merkezi’ni hatırlatıyorum.
Medya ve yurtdışında ortak kanaat oluşturulması için Cumhurbaşkanlığımız bilgilendirme seminerleri yapmalı, hatta MSÜ veya MGK bünyesinde, Strateji ve P/H Enstitüsü kurulmalı, eğitimler verilmelidir.
Birileri diyorlar ki, savaş çıkmasından çok korkuyoruz.
Korkmayın savaş çıkmaz. Mahdut hedefleri operasyonlar olabilir. Bu gün Suriye’de böyle bir harekât sonucu bulunuyoruz. Bizim dikkat etmemiz gereken Yunanistan ve Mısır gibi, sorumsuz kölelerce yönetilen ülkeler olmalıdır. 1. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbimiz döneminde yaşadıklarımız gibi bu ülkelerin sorumsuz, idrâksiz ve köksüz yöneticileri eliyle emperyalizm vekâlet savaşları çıkartabilir.
Tekrar ediyorum. Bu ülkelerdeki halkı Türkiyemize dönük olarak bilinçlendirmek, ortak kaygı oluşturmak en büyük teminattır.
Ecdâdımın sözü ile uyarmak borç oldu.
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh;
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.” “Bütün devletler kurtuluşu bu feyizli cümleyle bulur; Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.” Mustafa Kemâl Paşa da, 1 Mart 1922 günü Meclis'te açış konuşmasında bu mısraları söyleyerek hitâbına başlamıştı. Zirâ Türkiye Kurtuluş Savaşı’ndaydı.
Bilin ki, KURTULUŞ, DİRENİŞ, DİRİLİŞ, YENİDEN YAPILANMA süreçlerimiz aynen devâm ediyor.
“İMPARATORLUĞA MERSİYE
Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Yol görünür, hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,
Doludizgin aştık nice belleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Yıldız doğar, talihimiz belirir,
Sabah olur, ulufeler verilir,
Bir seferde dört krallık serilir,
Al al ettik, kara kara tülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik,
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül, artık usludur,
Rüzgarları bile matem seslidir,
Zafer, zafer der, eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Osman Yüksel Serdengeçti”
“AKDENİZ (GELİBOLU) MARŞI
Yaslı gittim, şen geldim;
Aç koynunu ben geldim.
Bana bir yudum su ver,
Çok uzak yoldan geldim.
Korkma açıl şen yurdum,
Dağlara ordu kurdum;
Açık denizlerine
Süngümle kilit vurdum.
Rüzgârlardan atım var,
Şimşekten kanadım var;
Göğsümde al yazılı
Gazilik beratım var!
Rüzgâr bana at oldu,
Şimşekler kanat oldu;
Eğilin gökler, dedim,
Bulutlar kat kat oldu.
Irmaklar gibi taştım,
Yalçın, kayalar aştım.
Hak'ka şükürler olsun
Geldim, sana ulaştım.
Varsın yansın ocağım,
Kuruldu al sancağım;
Bayrağımın altında
Ben hür yaşayacağım!
Deniz, deniz, Akdeniz,
Suları berrak deniz!
Karşıda yâr ağlıyor
Gideyim bırak deniz!
Açıldı "Kale" yolu,
Göründü Gelibolu;
Bırak deniz, gideyim,
Orası yasla dolu.
Samih RİFAT”