Bu kez uzatmayacağım.
Merak edenler dipnottan CEDÎDCİLİK (Yenilik) HÂREKETİ ile ilgili ayrıntılı bilgiye ulaşabilirler.[1]
CEDÎDCİLİK bir eğitim yöntemi değil sâdece. Türkçülük de değil.
Bakınız öncüsü İsmail Gaspıralı’nın hayatına.[3]
O Hindistan’da, Mısır’da..
Bastığı Tercüman Gazetesi’nin Arapça nüshaları Filipinler’de Moro’da bulundu üç-beş yıl önce.
Önerileri hâlâ geçerli, canlı..
Son yüzyılın Tüm mütefekkir, devlet ve fikir adamlarında iz bıraktılar..
M. Akif’ten, Z. Gökalp’e, Elmalılı’dan, Ömer Seyfettin’e..
Onlar yaşıyor. Türk Cedîdciliğini, Turan’a, İSLÂM Coğrafyası’na taşımaya çalıştılar..
Esârete, zor şartlara, işkence ve ölümlere aldırmadılar..
Çocuklarından, ailelerinden ayrı kaldılar..
Kurşuna dizildiler…
Onlar bir avuç kar topunu çığa dönüştürmenin mücâdelesini verdiler.
Necip Fazıl Gençliğe Hitâbe’de ne diyor?
“Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
…
Bunları, yükseltici aşk,
Süründürücü satıhçılık… diye yaftalayan...”
Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet sürecini “süründürücü satıhçılık!” olarak adlandırmış.
İslâm Tarihi, Peygamberimiz SAV’den 300 yıl sonra Türk tarihi ile iç içedir. Bu gün “Türkçü-Turancı’yız.”deyip İslâm Düşmanlığı yapanlar art niyetlidir. Aynı şekilde, “İslâmcı, Ümmetçiyiz.” Deyip Türk Milleti ile TÜRK kelimesi ile kavgalı en hafifi mesâfeli duranlar da aynı şekilde Millet ve Ümmet İstikbâli için şâibelidir.
Osmanlı, Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet sürecine yani “süründürücü satıhçılık!” dönemine girmeden çok önce Uzakdoğu Müslümanları Avrupalı barbarlarca işgâl edilmişlerdi. İstanbul’da rasathanenin yıkıldığı, matbaanın yıllarca ülkeye giremediği dönemlerdi.
Bu dönemde Avrupa, Endülüs’ün de etkisi ile Doğu’nun, Müslümanlar’ın eserlerini kendi dillerine çevirmiş, İslâm Düşünürleri’nin felsefe eleştirilerini okutuyorlardı. Biz ise, bilim ve akla düşman olmuştuk âdeta…
17. YY.’dan sonra Rusya Avrupa’ya öğrenciler göndermiş, modern eğitim sistemine geçmeye çalışıyordu. Kendi Rus ve Hıristiyan tebaasını modern eğitimle tanıştırırken Müslümanları “Usûl-i kadîm” dedikleri eski yöntemde tutuyorlardı.
Usûl-i kadîm yönteminin özeti, bize kadar gelen şu sözdür. “Benim oğlum binâ okur, döner döner gene okur.”
Usûl-i kadîm, hâlen Türkiye’de bir kısım cemaat ve tarîkatın övünerek “Medrese usûlü eğitim veriyoruz.” dedikleri usuldür. Temeli, Elif-ba, Kurân-ı Kerim Okuma, Tecvid, belli sûre ve aşr-ı şeriflerin ezberlenmesi, temel İlmihâl Bilgileridir. İleri eğitim ise, Emsile, Bina, Maksut vb. Arapça öğrenmeye mâtuf kitaplar okutulur.
Rusya Müslümanları’nın tamâmı Türk ve ya Akraba Halklardır. Rus Çarı, Müslümanları Modern Eğitim Okullarından uzak, Usûl-i kadîm ile tutuyordu. Çünkü uyanmalarını istemiyordu. İlginç, Osmanlı’da da aynı sistem devâm ediyordu.
Rusya’da Kırım ve Kazan Türkleri modern üniversiteleri gördüler, bir kısmı Avrupa’ya gitti. Oralarda üniversiteleri gördüler, fikir akımlarından etkilendiler. Ama bu batıcı, sosyalist vb. oldukları anlamına gelmiyor.
Kırım ve Kazan’da Gaspıralı İsmâil’in öncülüğünde “Usûl-i cedîd” dedikleri yeni eğitim ve öğretim sistemini başlattılar. Esâsında aynı dönemde eşzamanlı benzer gayretler ilginçtir dînî eğitimin merkezi şimdiki Özbekistan’da Taşkent, Semerkant, Buhara hariç vardır.
Kabaca; Elif-Ba yeni yöntemle öğretiliyor, geçmişte 6 ay, bir yılda öğretilen okuma, 30–40 günde öğretiliyordu.
Dikkat edin, Latin ve Kiril Alfâbesi de bilen bu insanlar Elif-Ba dışında bir Alfabe önermediler.
Okullarda Fen, Matematik, Coğrafya, Tarih, Hendese (Geometri), Hayat Bilgisi, Yabancı Dil gibi dersler koydular.
Kız Çocukları için Kız Mektepleri (Okullar) açtılar.
Müslüman kadınlar için dergi çıkarttılar. 1905’te Bahçesaray’da yayın hayatına giren Âlem-i Nisvân, sadece Kırım Tatarları’nın değil bütün Rusya Türkleri’nin tarihlerindeki ilk kadın dergisi oldu. Hatta İslâm Dünyası’nda ilk Müslüman kadın dergisi..
Müslüman çocuklar için dergi ve kitaplar çıkarttılar. Rusya’daki Türkler’in ilk çocuk dergisi olan Âlem-i Sıbyân da ilk defa Mart 1906’da Tercüman’ın ilâvesi olarak okuyucuya sunulmaya başlandı. 1915’e kadar yayınlandı.
Tercüman gazetesi başta olmak üzere bu yayınlar, Elif Ba Alfabe ile basıldı. Tüm Rusya Müslümanları’na ve Türk Halklarına dağıtıldı.
Bu gayretler neden çok önemli?
Bu gün hoca kılıklı bir adam bangır bangır bağırıyor ya.. “Okula gitmedim, anam çok ağladı. İyi ki de gitmedim. Bana kabirde matematik mi soracaklar?” diye..
Tam da vaktiyle Rus Çarı’nın, İngiliz Kralı’nın istediği Din Adamı tipi değil mi?
Özellikle Gaspıralı ve diğer tüm Cedidçiler İstanbul’a da geldiler.
İstanbul’da gazetelerde yazılar yazdılar.
Aydınlar üzerinde kısmen etkili oldular. Çünkü bu gün olduğu gibi o gün de aydınların çoğu günlük siyasetin kirli sularında gözünü açamıyordu. Nasıl bu gün, günlük ötekileştirme, yapay gündemler, fitne ile birbirimizle konuşamıyoruz, yarınlarımızı konuşamıyoruz. Maâlesef o gün de öyleydi.
Osmanlı ve İstanbul’un katkısı ise, burada özgür bir İslâm ve Türk devleti vardı. Duygular, fikirler Millîlik vasıflarını koruyordu.
Cedidciler modern anlamda İttihâd-ı İslâm hedefi üzereydiler.
Önce Rusya Müslümanları Kurultayları topladılar. Bu çalışmalarını Hâlifeye düzenli olarak arz ettiler.
Sonra Osmanlı’nın özgür Coğrafyası’na ulaşmaya çalıştılar. Osmanlı Topraklarının bir kısmı İngiliz işgâli ya da kontrolündeydi.
1907’den itibaren Rusya’da istibdâdın gitgide hâkim olması ve Rusya İmparatorluğu içinde hürriyet havasının kaybolarak yapılabilecek işlerin sınırlanması, Cedidcilerin faaliyet sahasını Rusya sınırları dışına da taşımaya sevketti.
Özellikle Gaspıralı’nın yeni projelerinin en dikkat çekici olanı Kahire’de bir DÜNYA MÜSLÜMANLARI KONGRESİ toplama teşebbüsüdür.
1907’de Tercüman’da yazdığı bir makalede; İslâm Âlemi’nin her yerinde Müslümanların diğer dinlerden komşularına kıyasla genel bir geri kalmışlık içinde bulunmalarına, problemlerinin benzerliklerine ve bu meselelerin mahallî veya münferit olarak tartışılmasına rağmen İslâm Âlemi’nin farklı bölgelerinden gelecek temsilcileri tarafından ele alınıp değerlendirilmediğine dikkat çekiyordu.
Geniş yankı uyandıran bu makâleden sonra Ekim 1907-Şubat 1908 arasında üç defa Kırım ile Mısır arasında gidip gelen Gaspıralı, yolculukları sırasında Osmanlı Sarayı’nın desteğini kazanmaya çalıştıysa da bunda başarılı olamadı.
Mısır’a son seyahatinde, hem kendi fikirlerini hem de kongre tasavvurlarını anlatmak maksadıyla Kahire’de toplam üç sayı yayımlanabilen En-Neḥda adında Arapça bir gazete çıkardı.
Başlangıçta Mısır’daki çeşitli Müslüman grupların büyük bir istekle kongre çalışmalarına katılmasına rağmen bir süre sonra teşebbüs, her biri bu işi sahiplenmek isteyen söz konusu grupların çekişmesine dönüştü.[5]
Kongre tasavvurunun gündemden çıkmasından önce 1908’de Osmanlı Devleti’nde özellikle Sırât-ı Müstakîm dergisi Gaspıralı’nın projesi üzerinde durdu ve böyle bir kongrenin ilk toplantı yerinin Kahire’den İstanbul’a alınması konusu tartışıldı. Bununla birlikte projenin canlandırılması fikri kalıcı olmadı ve bir müddet sonra kongre meselesi Osmanlı basını ve aydınlarının da gündeminden de çıktı. Kongre içeriğini dikkatlere tekrar arz ediyorum. DÜNYA MÜSLÜMANLARI KONGRESİ.
Kongre toplamaya yönelik bu başarısız teşebbüsünün arkasından Gaspıralı’nın, reformlarını İslâm Dünyası’nın Türk olmayan kesimine de ulaştırmak yönünde son bir teşebbüsü daha oldu.
1912’de Usûl-i Cedîdi dünyada en fazla Müslüman nüfusa sahip ülke olan Hindistan’a tanıtmaya karar verdi. Bu amaçla Şubat 1912’de Bombay’a gitti ve oradaki mahallî Müslüman teşkilâtı olan Encümen-i İslâmiyye ve mahallî kadı ile temasa geçti, ayrıca Osmanlı konsolosunu da ziyaret etti.
Gaspıralı Encümen-i İslâmiyye’nin toplantısına katılarak tecrübelerini ve maksadını anlattı. Bombay’da bir usûl-i cedîd mektebi açarak burada “Kırk Günde Okuma Yazma Öğretme” metodunu başarıyla uyguladı.
1908 sonrasında Türkiye’de şekillenmeye başlayan İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi farklı fikir akımlarının hemen hepsi değişik açılardan da olsa cedidcilerle ortak noktalar bulabiliyordu. Buna rağmen Cedidcilik, Türkiye’de aydınların ilgi alanından dahî çıktı.
Türkistan’da ise, Taşkent, Semerkant, Buhara, Hokant gibi İslâm merkezlerinde durum içler acısıdır. Türkistan’daki Cedîd Hareketi’nin önde gelen simaları Mahmud Hoca Behbudî (1874–1919), Münevver Kari (1878–1931), Abdurrauf Fıtrat (1886–1938) ve Abdullah Kâdirî’dir (1894–1938).
Özellikle Münevver Kari’nin gayretleri Usûl-i kadîmci müderrislerin fiilî zorlamaları ile kesilmeye çalışıldı. Yetmedi, bu müderrisler Çar’ın işgalci kolluk kuvvetlerine şikâyet ederek engel olmaya çalıştılar.
Kırım, Kazan, Orenburg gibi kuzeydeki Kıpçak Türkleri ağırlıklı gelişen Cedîdcilik, 1910’larda ve 1920’lerde modern eğitim kurumları oluşturarak Doğu Türkistan’daki Uygurlar arasında da çok önemli rol oynamışlardır.
Cedîdcilerden Ufa/Başkurdistan’lı Abdurreşid İbrahim Japonya’ya kadar gitmiş, orada İmparatora İslâm’ı anlatmış, resmî din olarak kabul ettirmiş, Tokyo’daki meşhur Türk Camiî’ni yapmıştır.
Cedîdcilik Hâreketi’ni özetlersek;
Birileri Pan-Türkist dedi, birileri Pan-İslamist..
Birileri Türkçü dedi, birileri Ümmetçi..
Sorarım size hangisi doğru?
İşte, 200 yıllık ahmaklık burada saklı..
Bu milletin mücâdelesini Batılı jargonlarla tanımlamaya kalkmak.. Sâdece fitne, ihânet ve bölücülüktür.
Cedîdciler, Müslümanların geri kaldıklarını gördüler.
İlk çözümleri eğitim sistemini modern, hızlı, anlaşılır ve İnsanlık Mücâdelesi için gerekli seviyeye çıkartmaktı. Bu gün bakınız birçok İslâmî(!) gurup devletin zorlaması ile Kur’an Kursları’na Fen, Matematik, Tarih, Coğrafya vb. dersleri soktular.
İkinci aşamada, Rusya Müslümanları’nın çoğu Türk ya da akraba topluluklardı. İslâm Hâlifesi Türk’tü. Hilâfet Merkezi İstanbul Türk Yurdu’ydu. Ama Türkler birbiri ile anlaşmakta zorlanıyordu. O zaman “DİLDE, FİKİRDE İŞTE BİRLİK” dediler.
Türkistan’daki ALAŞ-ORDA HAREKETİ Cedîdcilerin öncülüğünde olmuştur. İlk Türk ve İslâm Cumhuriyeti’dir Alaş-Orda..
Ayrıca İslâm Ümmeti içinde en kalabalık Millet Türklerdi, en geniş coğrafyaya Türkler yayılmıştı. Ümmet ve insanlık içinde daha itibarlıydılar. Muhâriptiler, Mücâhiddiler.. Âlem-i İslâm’ın Birliği için Türk Birliği’ni gerekli gördüler.
Üçüncü aşamada ise, İslâm Dünyası’nın sorunları benzerdi. Mahallî çözümlerle emperyalist baskının altından kalkılamazdı, Allah CC. İttihâd-ı İslâm’ı emrediyordu. Onlarda Rus Esâreti’ne aldırmadan DÜNYA MÜSLÜMANLARI KONGRESİ’ni toplamaya çalıştılar. Hem de 1909–1912 yıllarında.
Mısır’a gittiler, Hindistan’a gittiler. Beş dilde gazete çıkardılar…
Şimdi, bu gün sorarım vicdanlara, Türkçü kim, İslâmcı kim?
Anadolu ve çevre coğrafyada İslâm olmadan Türkçülük olur mu? Türk olmadan, Türk kelimesinden rahatsızlık duyarak İslâmî Mücâdele olur mu?
Şu anda dünyanın sanırım en çok Müslüman’a hükmeden ülkesi İngiltere.
Düşünün bir şeyh Kraliyet Ailesi’nin seyyid (peygamber soylu) olduğunu anlattı dünyada, prenslerin -görmüş gibi- sünnetli doğduğunu anlattı. Bizim en muhâfazakâr İngiliz Vatandaşı tarihçimiz de her zaman elini öptü, bağlılığını arz etti.
Türkiye’de modern entelektüel İslâmcı geçinenlerin çoğu İngiltere tandanslıdır. Bakın ya İngiltere’de, ya Pakistan’da, ya S. Arabistan’da, ya Malezya’da kısmen Mısır’da eğitimlerinin bir dönemi mutlaka bulunmuşlardır. Bu ülkeler ne? İngiliz Millet Topluluğu Üyesi[6] ya da kontrolünde. Özellikle son dönem merkez sağ ya da muhafazakâr câmiâdaki partileşme ve siyâsi örgütlenmeler bile bu konuda ciddî mesajlar vermiyor mu?
Yine vicdanlara soruyorum.
Cedîdcilik, Alaş-Orda gibi Millî tecrübeleri kaç Turancı, Türk Milliyetçisi biliyor ve okudu? Aynı şekilde, mahalli bir ayaklanmayı veya İslâmî niteliği olan hâreketi İslâm İnkılâbı, Devrimi vb. süslü lâflarla ananlar, şehidlerin ölüm yıldönümünde göz yaşı dökenler..
Hepsine eyvallah..
Ama bilin ki, Cedîdcilik Hâreketi’nin yiğitlerinin tamâmı hem fikir hem de aksiyon, eylem, hâreket adamıydılar.
Biliyor musunuz?
Tamâmı çarlık Rusya’nın baskıları altında eğitim gördüler, kendilerini kıt imkânlarla yetiştirdiler, kitaplar yazdılar, matbaalar kurdular. Okullar açtılar.
Komünizm sürecinde, yine Milletimiz ve Müslümanlar için çâreler aradılar. Tamâmı işkencelerle öldürüldü ve kurşuna dizildiler. Burada Alihan Bökeyhanulı ve Mustafa Çokay’ı, Mağcan Cumabay’ı, Ahmed Cavad’ı, M. E. Resulzâde’yi de anmak istiyorum.
Her biri en az Merhum H. N. Atsız kadar, N. Fazıl kadar, S. Kutup, Hasan El-Benna kadar, Merhum A. Türkeş, Merhum N. Erbakan kadar anılmayı fazlası ile hak ediyorlar.
İslâm’ın Sancaktarı Büyük Türk Milleti’nin ve Ümmet-i Muhammed’in istikbâli için mücâdele eden Cedîdcileri ve tüm diğer dâvâ insanlarını rahmet, minnet ve duâ ile anıyorum.
Strateji ve Yönetim Uzmanı
Emekli Yarbay Halil MERT
GÜZEL TÜRKİSTAN
Guzel Türkistan senge ne boldu?
Sebeb vakitsiz güllerning soldu
Çemenler berbad kuşlar her feryad
Hemmesi mahsun bolmaz mı dil şad
Bilmem ne içün kuşlar uçmaz bahçeleringde
Birligimizning teprenmes tagı
Ümdimizning sönmez çıragı
Birleş ey halkım kelkendür çagı
Bezensin imdi Türkistan bağı
Kozgal halkım yeter şunca cevrü cefalar
Al bayrağıngni kalbim oygansın,
Kulluk, esaret barçası yansın,
Kur yengi devlet, yavlar örtensin
Ösib Turkistan kaddın kötersin!
Yayrab, yaşnab öz vetening gül bağlarında
Güzel Türkistan sana ne oldu
Seher çağında güllerin soldu
Çemenler berbad, kuşlarda feryad
Hepsi bir mahzun olmaz mı dilşad.
Bilmem niçin kuşlar ötmez bahçelerinde
Birliğimizin sarsılmaz dağı
Ümidimizin sönmez çerağı
Birleş ey halkım gelmiştir çağı
Bezensin şimdi Türkistan bağı
Uyan halkım bitsin artık bunca zulümler
Bayrağını al kalbin uyansın
Kulluk, esaretin herşeyi yansın
Kur yeni devlet düşmanlar ürksün
Yüce Türkistan göklere değsin
Yayıl yeşer öz vatanın gül bağlarında
Abdulhamit Süleyman Çolpan. (1938)
[1] CEDÎDCİLİK, https://islamansiklopedisi.org.tr/cedidcilik
[2] https://bilimdili.com/arkeotarih/tarih-tarih/ceditcilik-ve-turkistan/
[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/gaspirali-ismail-bey
[5] https://islamansiklopedisi.org.tr/gaspirali-ismail-bey
[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ngiliz_Milletler_Toplulu%C4%9Fu
https://www.intell4.com/ingiliz-milletler-toplulugu-the-commonwealth-nedir-haber-183961