“Konuşmak bir mânâ ise susmak bin bir mânâ. Herkes konuşmasına konuşur lâkin sükût yürekli olana” diyen Mehmed Âkif Ersoy’un sükûtu şiirlerinde çığlığa dönüşür.
“İstiklâl Marşı” ve “Çanakkale Şehitleri” bu haykırışın en etkileyici örneklerindendir.
Âkif, eserine koyduğundan fazlasını yaşayan yani sadece eserleriyle değil, hayatıyla da örnek bir insandır. Âkif’in hayatı eserleri kadar büyüktür, hatta hayatı eserlerinden daha büyüktür. İstiklâl Marşı’nı Safahat’a almaması da bunun kanıtıdır.
Âkif, vak’ayı yazmadan evvel yaşayandır
Âkif, imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan Osmanlı Devleti’nin ardından umudun simge isimlerinden olur. İstanbul’un işgalinden (13 Kasım 1918) sonra aldığı davet üzerine Millî Mücadele’ye katılmak amacıyla Ankara’ya geldiğinde kendisine büyük hayranlık duyan Tâceddin-i Veli Camii imamı Tevfik hoca, Âkif’e çalışmalarını sürdürebilmesi için Tâceddin Dergâhı’nı tahsis eder.
Eşine az rastlanan önder ve örnek bir şahsiyet olan Âkif, ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, kalbiyle, diliyle ve her şeyden öte kalemiyle büyük bir mücadele başlatır. Mütefekkir, iman ve aksiyon adamı Âkif, Kurtuluş Savaşı’nda millî kuvvetlerin yanında yer almakla kalmayıp, yazı, şiir, konuşma, vaaz ve hutbeleriyle halkı cephelere seferber ederek, Millî Mücadele’nin kahramanlarından biri olur.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan övgü
5 Haziran 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile Burdur Mebusu seçilir. Bu dönemde Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cephelerde askerlere hitaben Millî Mücadele’yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını sürdürür. Meclis kararıyla gittiği Kastamonu’daki Nasrullah Camii’nde Sevr’i anlatan ve Millî Mücadele’yi destekleyen meşhur vaazını verir. Bu vaaz büyük yankı uyandırır.
Ayrıca Ankara’da ev buluncaya kadar Kastamonu’da oturmak üzere ev tutar, Eşref Edib’in öncülüğünde Sebîlürreşâd da Kastamonu’da yayına başlar. Akif’in Nasrullah Kürsüsü’nde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. (Bu sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.)
1920’nin Aralık sonunda Mehmed Akif Ankara’ya döner. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sebîlürreşâd kadar hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebîlürreşâd’ın büyük hizmeti olduğunu bildirerek teşekkürlerini sunar.
Dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısı
Burdur Mebusu olduğu yıllarda günlerini Tâceddin Dergâhı’nda geçiren Âkif, dostlarıyla Millî Mücadele şuurunu burada zirveye taşır. Bir gece yatağından fırlar kağıt kalem, bulamayınca İstiklâl Marşı’mızın ilk mısralarını bu mütevazı mekânın duvarlarına kazır. Milletin derdini, acısını, sevincini ve coşkusunu hem teninde, hem ruhunda yaşayarak dizelere aktarır. Çünkü O, dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısıdır.
***
İSTİKLÂL MARŞI NASIL YAZILDI?
Maarif Vekaleti, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin millî bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla 1921’de bir güfte yarışması düzenlenir. Yarışmaya toplam 724 şiir katılır.
Çanakkale Şehitleri ve Bülbül gibi şiirleri kaleme alan Mehmed Âkif, “Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini” düşündüğü için yarışmaya katılmaz.
Eğitim Bakanlığı yarışmaya katılan güfteleri inceler, fakat içlerinden İstiklâl Marşı olabilecek bir eser bulunamaz.
Yarışmaya ödül almamak şartıyla katıldı
Mehmed Âkif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra yarışmaya katılmama fikrini “ödül almamak” şartıyla değiştirir. Ankara'daki Tâceddin Dergahı’ndaki odasında, “Türk Ordusu”na hitap ettiği şiiri kaleme alır ve bakanlığa teslim eder.
Âkif şiirde, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.
Hamdullah Suphi Bey, Âkif’in şiirinin önce cephede askerler arasında okunmasına karar verir. Batı Cephesi Komutanlığı’na gönderilen şiir, askerlerin büyük beğenisini kazanır. 17 Şubat 1921’de Hakimiyet-i Millîye ve Sebîlürreşâd gazetelerinde yayınlanır.
Âkif'in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edildi
Ön elemeyi geçen 7 şiir 12 Mart 1921’de Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı Meclis oturumunda tartışmaya açılır. Mehmed Âkif’in şiiri, Meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur. Şiir okunduğunda, milletvekilleri büyük bir heyecana kapılır ve diğer şiirlerin okunmasına dahi gerek görülmez. Bazı mebusların itirazlarına rağmen Âkif'in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edilir.
Âkif, 500 liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek amacıyla kurulan Dârülmesai’ye bağışlar. Âkif ayrıca, İstiklâl Marşı’nın Türk Milletinin eseri olduğunu beyan eder ve İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil eder.
Millî Mücadele’den dolayı bestesi gecikti
Millî Mücadele’den dolayı, Âkif’in şiirinin bestelenmesi iki sene ertelenir. 12 Şubat 1923’te İstanbul Maarif Müdürlüğü'ne beste yarışması açma görevi verilir. 1924’te Ankara'da Maarif Vekaleti’nde bir kurul toplanır. Bu kurul, 24 müzisyenin bestesinin içinden Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul eder. İstiklâl Marşı, metni ve bestesiyle bütün okullara bildirilir. 1930 yılına kadar bütün okullarda söylenir. Ali Rıfat Çağatay'ın bestesinin Türk müziğinin etkisi altında olduğu gerekçesiyle 1930 yılında alınan karar uyarınca Osman Zeki Üngör’ün bestesi benimsenir. Toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapar. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde günümüzde İstiklâl Marşı olarak okunmaktadır.
Bugün, Millî Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy'un kaleme aldığı ve 12 Mart 1921 tarihinde Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 99. yıl dönümü Türkiye’nin her yerinde coşku ile kutluyor.
***
ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLÂL MARŞI YAZDIRMASIN
Ölümünden kısa bir süre önce Âkif’i hasta yatağında ziyaret edenlerden birisi, İstiklâl Marşı’nın değiştirilip, değiştirilemeyeceği konusunu açar. Bu sözler üzerine Âkif hasta yatağından heyecanla doğrulup, yanından hiç ayrılmayan dostu Âsım Şakir’in arkasına koyduğu yastığa yaslanmadan önce, Meclis’te kabul edildiği gün herkesin ayakta dinlediği İstiklal Marşı’nı değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini söyler. Ardından bitkin bir halde yastığa yaslanırken, “İstiklal Marşı bir daha yazılamaz. Kimse bir daha İstiklâl Marşı yazamaz, ben de yazamam. İstiklâl Marşı’nı yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın...” dedikten sonra derin bir sessizliğe gömülür.
***
İSTİKLÂL MARŞI
-Kahraman Ordumuza-
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
***
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
***
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
***
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
***
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
***
Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
***
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ,
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüda.
***
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar ki, şehâdetleri dînin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
***
O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden naaşım;
O zaman yükselerek arşa değer, belki başım.
***
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
MEHMED ÂKİF ERSOY