İnsanların güven altında özgürce nefes alıp verdiği bu kadîm topraklar, hiç bu kadar seri cinnet vak’asına şahitlik etmemişti. Olaylar öyle hızlı ve seri gelişti ki Cennet vatan, cinnet sahneleriyle yatıp kalkmaya başladı. Nasıl mı?.. Günlerdir, ısıtılıp ısıtılıp toplumun önüne konan birkaç örnekle açıklamaya çalışalım.
*
21 Ağustos 2024’tan beri Türkiye, Diyarbakır ilinin Bağlar ilçesinin kırsal Tavşantepe Mahallesi’nde işlenen cinayetle hayattan kopartılan 8 yaşındaki Narin’in kan donduran hikâyesini kriminalize ederek sır perdesini aralamaya çalışırken, “bindirilmiş kıtalar” toplumun kimyasını bozmak için kolları sıvadı. Olay, “Nerede emniyet, nerede savcı, nerede hakim; hâsılı nerede devlet” dedirtecek dozda köpürtüldükçe köpürtüldü.
Yazılı, görsel ve sosyal medya platformları kurdukları “mahkeme”lerle gün yüzü görmemiş hadiseleri, kamu düzeni hassasiyeti gütmeden bütün çıplaklığıyla arka arkaya fâş ettikçe, iğrençlikler zihinleri kirletmeye, vicdanları karartmaya başladı.
Toplumu mankurtlaştırma operasyonu... Kötülükleri kanıksatma dezenformasyonu... Ruhları dumura uğratma hâli... Sözün bittiği, kötülüğün iyiliğe galebe çaldığı ilânı karabasan gibi çöktü memleketin üzerine... Öyle bir çöktü ki bebeklerin hayatının kelebeklerden daha kısa olduğu Gazze’de fâsıla vermeden devam eden soykırımı unutturup, kendi acılarımızla baş başa bıraktı!..
ALLAH HEPİMİZİN TAKSİRATLARINI AFFETSİN...
Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde istismara ve şiddete maruz kalan 2 yaşındaki Sıla’nın vefatının ardından 8 Ekim’de cenaze namazını edâ etmek için saf tutan hocaefendi dünyada eşi az görülür bir ritüeli beyinlere kazıdı. İlk defa arkasında saf tutan cemaatten değil, musallada yatan Sıla’dan helallik istedi. Vicdanları sarsan küçücük tabutunun önünde, büyük acılar çekerek ruhunu teslim eden küçük Sıla’ya, “Sevgili Sıla bebeğimiz, bizleri affet, seni koruyamadık. Allah hepimizin taksiratlarını affetsin” duasıyla seslendi. Bu zulmü Sıla affetse, Allah affetmez!..
Toplum ruhu tarumar olmuş bir vaziyette kirli olaylara şahitlik ederken; ahlâksızlık, uyuşturucu, içki, sosyal medya dehlizindeki bataklığa saplanmış, aklî melekelerini yitirmiş, psikopatlık emarelerin zirve yaptığı bir vak’a daha gündeme bomba gibi düştü. İstanbul’da yaşanan bu seri cinayet, internet bağımlılığı olan APP (application) kuşağının içinde bulunduğu akıllara zarar mecranın çığ gibi büyüyen kirli yüzünü bir kez daha açığa çıkardı.
TOPLUMSAL FAY HATLARI TEHDİT ALTINDA
4 Ekim tarihinde önce Eyüpsultan’da Ayşenur’u (19) yarım saat sonra ise İstanbul Edirnekapı surlarında İkbal’i (19) vahşice parçalara bölüp katlederek intihar eden cani Semih Çelik (19) yeni bir kriminal vak’a olarak toplumun hafızasını dumura uğrattı.
(O surlar ki Ebu’l Feth Fatih Sultan Mehmed’in fethiyle eman bulan İstanbul’un emniyetinin simgesi. Fakat bu emniyet timsali surların kenarında işlenen ilk vahşet değil, son da olmayacak. Şayet “Fetih Ruhu”na uygun bir şekilde koruma altına alınmazsa, bu sur diplerinde ve üstlerinde daha çok hayatlar hunharca yok olup gidecek. Ahlâksızların, sarhoşların, uyuşturucu müptelalarının meskeni olmaya devam edecek.)
Geçtiğimiz günlerde İETT otobüsünden inen 12 yaşlarındaki bir öğrenci yanıma yaklaşarak, “Abi durağa kadar seninle yürüyebilir miyim?.. Edirnekapı surlarında yaşanan olaya şahit oldum. Hâlâ etkisinden kurtulamadım, çok korkuyorum. Bugün annem beni almaya gelemedi, Karagümrük’e kadar seninle gidebilir miyim?..”
Aman Yâ Rabbi, biz ne ara bu hâle geldik!.. Bırakın çocukların sokakta oynamasını, okula gidip-gelirken dahi stres ve kaygı bozukluğuyla büyük bir depresyon yaşıyor. Körpecik ruhlar tanık oldukları, olmaya zorlandıkları olayların etkisiyle kendini güvende hissetmiyor. Ahlâk ve merhamet duygusunun iğfal edildiği, sokakta yürüyen kadınlara salyaları akan köpekler gibi saldırıldığı bir dünyada insanların kendini güvende hissetmemesi, toplumsal fay hatlarının kırılganlaştığını gösteriyor.
“Nerede bu devlet” algısını empoze etmek isteyenlere yetkililerin “devlet burada” diyerek acilen daha titiz reaksiyon gösterip, hastalıklı alanlarda tedaviyi devreye sokması gerekiyor.
SUÇ MAKİNELERİNE “DUR” DEMEK YETMEZ!..
Son zamanlarda; sosyal medya fenomenlerinin işledikleri iğrenç cürümler...
Toplum mühendisliğine soyunan sosyal medya troller... Bilgisayar oyunları aracılığıyla kumar, uyuşturucu bataklığı ve şiddet sarmalına sürüklenen çocuklar... Motosikletli infaz çetelerinin gerçekleştirdiği silahlı eylemler... Uyuşturucu bataklığında heba olan gençler... Cinsiyet ayrımcılığının zirve yaptığı sosyal medya platformlarında birbirine savaş açan “Incel” (kadın düşmanı) ve “Femcel” (erkek düşmanı) sapkınlar... Akla hayale gelmeyecek vak’alara karışan kriminal tipler neyin işareti?!.. Açık açık toplumsal fay hatları üzerinde ameliyat yapıldığının işareti. Bekâmızın tehdit ve tehlikede olduğunun işareti.
Araştırmalara göre her üçünden birinin işten ve eğitimden mahrum, dolayısıyla cüzdanı boş bu gençler eve kapanınken, siber zorbalığa maruz kalarak kaygı, stres ve içe kapanma problemi yaşıyor. İstanbul’da yaşanan vahşi cinayetler, internet bağımlılığı olan APP (application) kuşağının içinde bulunduğu tehlikeyi gösterdi.
Durum vahim!..
BU MESELE BEKÂ MESELESİ...
Devletin polisine kafa tutmak, kurşun sıkmak ne demek ya!.. Devletin polisi Şeyda Yılmaz’a (27) kurşun sıkan 19 yaşındaki katilin, yakalandıktan sonra ortaya dökülen 26 suç kaydına bakar mısınız?.. Kasten yaralama, gasp, cinsel taciz, yağma, mala zarar verme ne ararsan var. İnsan değil, suç makinesi!..
Adam son cürmünü işlemeden resmen “Kadırgalı Eşref” gibi bas bas bağırmış!.. “Yieeeyyyttt, ulan bana kadırgalı eşref derler; anamı kesen ben, babamı doğrayan ben, kız kardeşimi şişleyen yine ben; ulan ben adamın gazhanesinden girer, şişhanesinden çıkarım; lan ben adamı kuşbaşı kuşbaşı doğrarım... Anamı kesen ben, babamı kesen ben, kız kardeşimi kıtır kıtır doğrayan yine ben...” Şaban Oğlu Şaban filminin repliğinde duyduğumuz bu ifadeler artık gerçek hayat sahnesinde daha da vahşice icra ediliyor.
Bu mesele reyting meselesi değil... Bu mesele politika meselesi değil... Bu mesele devlet meselesi... Devlet; bütün imkânları kullanarak bu kötü gidişata durmak için tedbirleri artırırken; medya “otosansür”le toplumun kimyasını bozmak değil, düzeltmek için yeni adımlar atmalı... Mesele bu kötü gidişata “dur” demek değil, hastalıklı zihniyetlerin kökünü kurutmak olmalı. Yoksa bu yangın herkesi kül eder!..
BÜTÜN İMKÂNLAR SEFERBER EDİLMELİ
Menfur olaylar vukû bulduktan sonra, kınamanın, mağdurların yanında olunduğunun ifade edilmesi önemli olmakla birlikte çözüm açısından bir anlamı yok!.. Bu sebeple kriz daha derinleşmeden acilen çözüm üretilmeli.
Suçu önlemeden suçla ve suçlularla mücadeleye, yargılamadan infaz ve ıslah sistemine nerede boşluk varsa tıkanan yerlere neşter vurulmalı. Sosyal medyada çocukları tuzağa çeken karanlık dehlizlerle mücadele için bütün imkânlar seferber edilmeli. Bu olaylara maruz kalan kurbanların yaşadıklarını fâş etmek için paylaşımlarda bulunarak “izlenme-tıklanma” tatminiyle, toplumun sosyolojisini, psikolojisini bozma eylemi gerçekleştirenlere asla fırsat verilmemeli.
Hastalıklı ruhların, suç makinelerinin, kriminal tiplerin ıslahı mümkün değilse, “Ey akıl sahipleri!.. Sizin için kısasta hayat vardır. Umulur ki böylece hem öldürmekten hem de öldürülmekten korunursunuz. (Bakara, 179)” emri uygulanmalı.
ÇOCUKLARIN KORUNMASINA YÖNELİK KOMİSYON KURULDU
Tırmanan menfur cürümler üzerine ilk adım olarak geçtiğimiz günlerde çocukların korunmasına yönelik Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. Sosyal medyanın kontrolsüz kullanımının çocuklar ve aileler üzerinde oluşturduğu ciddi bir riskleri araştırma ve önleme çalışmaları başladı. Bu çalışmalarla eş zamanlı olarak suç makinelerine karşı kriminal arşiv çıkarılarak, önce cezaevi sonra infaz sistemi devreye sokuldu.
Daha fazla tedbir şart!..
Bu mesele Ebu’l Feth Fatih Sultan Mehmed’in, “Aklı öldürürsen, ahlâk da ölür; akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür; adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür” diyerek tehlikenin boyutuna dikkat çektiği bekâ meselesi...
***
ACILAR ÜZERİNDEN AHLÂKÎ KODLAR DEFORME EDİLİYOR
Cinsiyetçilik üzerinden kadın cinayetlerini bahane ederek toplumu terörize edenlerin niyeti slogan ve pankartlara sık sık yansıyor. Cinsiyetçilik yapayım derken, insanlığını unutan bu güruh, saatli bomba gibi toplumu manipüle ediyor. Her platformda “İstanbul Sözleşmesi”ni gündeme getirerek aile kavramını tahrip etmenin, acılar üzerinden ahlâkî kodları deformasyona uğratmanın fırsatını kolluyor. 8 Mart 2012’de kabul edilen ve 20 Mart 2012’de Resmî Gazete’de yayımlanan 6284 sayılı Kanunu “yok hükmünde” saymaya devam ediyor. Mahremiyetleri hiçe sayanlar açık açık toplumun değerlerine meydan okuyor.