Türk demokrasisi defalarca sekteye uğramasına rağmen, vesayet odaklarının baskıları yüzünden yol alamıyor. Fikri eylemler yerine, bilinç altında biriktirilen kirli söylemler devreye sokuluyor. Fikri siyasetten nasibini almamış güruhlar, kavga siyasetiyle fitne ateşini körükleyip duruyor. Bunlar memlekete faydaları olmadığı gibi, Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyor.
İttihat ve Terakki zihniyetinin ölmediğini her fırsatta sahneye koyan figüranların akla zarar beyanları, devletin ve milletin bekasına ölümcül darbeler indiriyor. Barış ve gönül dilinin yerine birbirini yeren, ayrıştıran nefret dili kullanılıyor. Eleştiri ve özeleştiri kültürünün mumla arandığı; kirliliğin zirve yaptığı bir dönem yaşanıyor. Demokrasi nutku atanlar, talepleri yerine getirilmeyince diktaya kodlanmış dimağlarıyla milletin adamlarını tehdit ediyor.
Bu mudur vatanperverlik?..
*
Tehdit diliyle, darbeyle, vesayetle Türkiye’ye yön vermeye kalkanların takındıkları tavırlara bakın, teşhisi ona göre koyun...
15 Temmuz “kontrollü darbe” diyerek bu kanlı darbe girişimini manipüle etmek isteyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başkanlık sistemi üzerine yaptığı konuşmada, “Başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz. Açık ve net...” ifadeleri hafızalardaki yerini hâlâ koruyor.
CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın anayasa değişikliği ve referandumla ilgili yaptığı konuşmada, “Böyle bir yetkiyi peygambere versen peygamberi bozarsın. Olmaz, kimseye bu yetki verilmez, verilmemeli...” beyanıyla haddi aştı. Hızını alamadı, “Halk oylamasında ‘hayır’ çıkması durumda, 1922’de İzmir’de düşmanı denize dökmüş gibi sevineceğiz” ifadesiyle zihin altındaki ihtirası fâş etti. CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt ise Baykal’ı fersah fersah geride bırakarak ‘evet’ oyu verenleri “İzmir’den denize dökmek”le tehdit etti.
27 Mayıs 1960 Darbesi’nin cuntacı generallerinden Mucip Ataklı’nın yeğeni olan ve başörtülü öğretmenleri hazzetmeyen yazar Can Ataklı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek için hazırladığı eylem planı neydi: “Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, başka bir doğal felaket… Çok büyük sel, çok büyük yangınlar… Hani Avustralya’yı yakan yangın vardı ya o kadar büyük yangınlar, deprem, çok büyük can kaybına yol açacak sel felaketi gibi… Kendisine oy verenlere ekmek veremeyecek kadar ağır bir ekonomik kriz olursa... Ama en korkutucu olan Türkiye’nin bir askeri başarısızlık elde etmesi...”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Genel Kurmay Başkanlığı’nı yapmış bir zât olan İlker Başbuğ demokrasilerde darbesiz tek çıkış yolunun erken seçim olduğu imâsında bulunarak, “Menderes erken seçime gideceğim deseydi darbe olmazdı” sözleriyle darbe ve kriz üretenlerin cirit attığı “eski Türkiye” defterini açtı.
Montrö Sözleşmesi’ni bahane eden emekli 104 amiral, bir gece yarısı yayınladıkları bildiriyle tabutuna çivi çakılan vesayeti hortlatarak, demokrasiye balans ayarı vermeye kalktı.
Merkez Bankası döviz rezervlerinin eriltildiği iddiasıyla başlatılan “128 milyar dolar nerede?...” kampanyasının amacı belli. Amaç prangalarından kurtulmaya çalışan Türkiye’yi 1881-1939 yılları arasında Osmanlı Devleti için sahneye konan “Düyun-u Umumiye”ye (dış borçları denetleyen kurum) zorlamak. Bugünkü karşılığıyla, IMF’nin kölesi yapmak.
*
Gece operasyonları, gece bildirileri derken Türkiye dün gece bir açıklamayla sarsıldı. “Biz bu yola kefenimizi giydik çıktık” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’dan skandal bir tehdit geldi: “...Rahmetli Menderes de bir dönem bu dinci odaklara pek yüz vermişti, taviz vermişti. Ve onlar o kadar ileri gitmişlerdi ki Menderes’ten aldıkları güç ve yüzle. Menderes sonra ne yapmak zorunda kaldı? Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu yapmak zorunda kaldı. Umarım Erdoğan’ın da sonu Menderes’e benzemesin...”
*
Dünyayı sömürmekten başka bir mahareti olmayan küresel güçlerin lejyonerleri hem masada hem de sahada Türkiye’ye diz çöktürmek için bütün kirli oyunları deniyor.
Siyasetteki fay hatlarının çatır çatır çatırdaması boşuna değil!..
Hatırlayalım!.. ABD Başkanı Joe Biden ne demişti: “Bence daha önce yaptığım gibi onlarla doğrudan temasa geçip Erdoğan’ı yenecek duruma gelmeleri için hâlâ var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçimle. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz...”
Ve hatırlayalım!.. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron kinini nasıl kusmuştu: “Türk halkı büyük bir halk ve başka şeyler hak ediyor. Biz Avrupalılar, Türk halkına değil Erdoğan hükümetine karşı açık ve sert olmalıyız...”
*
Siyaset arenası, bölünmelerin, kavgaların, iğrenç olayların yanında darbe çığırtkanlıklarının vukû bulduğu günlerin gölgesinde demokrasiye balans ayarı verme denemeleriyle giderek şiddetleniyor.
Mesele Recep Tayyip Erdoğan değil, hâlâ anlamadınız mı?..
***
KABİNEDE REVİZYON...
Bu arada uzun zamandan beri Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ndeki değişiklik beklentisi dün gece küçük bir revizyonla gerçekleştirildi. İhracatta rekor üzerine rekor kıran Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın yerine Mehmet Muş getirildi. Zehra Zümrüt Selçuk’un vekalet ettiği Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ikiye bölündü. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı görevine Derya Yanık, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına Vedat Bilgin getirildi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ihdas edilmesi, aile birliğini korumak ve kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair yeni bir yol haritasının belirlendiğini gösteriyor.