Yarın yasa boğulduğumuz günün 10. sene-i devriyesi. İskenderun ve Mavi Marmara baskınlarının sabahında buluştuğumuz Millî Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan İslâm coğrafyasına seslenerek, düşülen kötü durumun “ruh haritası”nı çizmişti. Ders çıkartmak için 31 Mayıs 2010 tarihine geri dönüp, Erbakan hocayı bir kez daha dinleyelim...
***
31 Mayıs 2010 Pazartesi sabahı hasreti kucaklaşmaya dönüştürecek bir toplantı için Millî Gazete tesislerinde buluşuyoruz. Sabahı hüzne doğan bugünün sıkıntılarını yüreklerimizde hissederek, her zamankinden daha sıkı sarılıyoruz birbirimize. PKK bir koldan, siyonist İsrail bir koldan vuruyor ciğerparelerimize. Hatay’daki Deniz Askeri Üssü’müzde 6, Gazze’ye yardım götüren “Rotamız Gazze Yükümüz İnsani Yardım Konvoyu”nda 10 (Mavi Marmara baskınında yaralanan ve 4 yıldır komada olan Uğur Süleyman Söylemez 23 Mayıs 2014 Cuma günü şehitler kervanına katıldı) canımızın kanı akıtılıyor. Açık açık bir “kıyamet senaryosu” yazılıyor.
Bekleşiyoruz, sessizce... Ve salondaki sessizliği, Allah’ın selâmıyla Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan bozuyor...
Ömrünü haksızlıklara ve siyonizmle mücadeleye adayan Millî Görüş Liderinin simasında umutsuzluğun zerresi yok. Mahzun da değil. Davasındaki haklılığının sebeplerini âdeta dinini tebliğ edercesine bir kez daha sıralamaya başlıyor.
Erbakan hoca, “Başınızı şu pencereden dışarıya uzatıp, şu semavata bir bakınız. Allah, kendisinin yüceliğinin kanıtı olarak bütün âlemi o kadar muhteşem yaratmış ki, ne bir eksik, ne de bir fazla bulabilirsiniz...” diyerek çizeceği haritanın uçsuz bucaksız sınırları hakkında ipuçları veriyor.
Nebatatın, hayvanatın ve yaratılmışların en şereflisinin biyolojik evrelerini, maddî ve manevî mânâlarıyla öyle bir güzel resmediyor ki, hayran kalmamak mümkün değil.
Erbakan hocanın yaşının ilerlemesine, bir takım illetlerin peşini bırakmamasına rağmen “dinini tebliğ” etmekten asla ödün vermeyeceği, dimağından dudaklarına dökülen cümlelerine sirayet ediyor. “Cihad dinin zirvesidir” diyor, mükemmel bir Allah’ın mükemmel bir âlemi yaratmasındaki sırları açıklıyor.
Erbakan hoca, 2.5 milyarlık İslâm âleminin içinde bulunduğu sıkıntıların asıl kaynağının “ümmet şuuru”ndan uzaklaşmasına bağlıyor. 350 yıldır siyonizmin köleleştirdiği Müslüman coğrafyanın tekrar ayağa kalkmasının yolunun “cihad farzı”ndan geçtiğini beyan ediyor. “Cihad edilmeyen yerde İslâm yaşamaz” diyor. Sonra en mühim meseleyi maddeler halinde birbiri ardınca sıralıyor...
Cihad; Kur’an’da en çok bahsi geçen emir. Cihad; tâkât kesilinceye kadar yapılacak eylem. Cihad; bütün zamanları kaplayan sevda. Cihad; ümmetle edâ edilebilen direniş. Cihad; önce ümmet şuuru, sonra ibadet. Cihad; dinin zirvesi. Cihad; “ittifak, ihlâs, ittika, ahlâk, ihsan, istişare, itaat, infak, sadaka ve İslâm’ın diğer farzlarını yapmak...” gibi hasletleri içinde barındıran bir hayat tarzı.
Erbakan hoca, meseleyi daha vurgulu duymak isteyenlere; “Namaz dinin direği, cihad ise dinin zirvesi” diye tarif ediyor. Mesele bu kadar basit değil; bu kadar önemli...
Bu noktadan sonra Erbakan hoca sözü “kan ve gözyaşı”ndan beslenen siyonist İsrail’e getiriyor. “Narkozlanan Ümmet” uyansın diye...
Demokratur sistemiyle insanları emellerine alet eden “siyonizm”in, sarmalına doladığı ülkelerin medyalarını, bankalarını, millî müesseselerini satın alarak “büyük siyasi tavizler”i nasıl kopardığını ifade ederken yeni bir şeyler daha öğreniyoruz Erbakan hocadan.
Türkiye’yi yumuşak lokma haline getirmek için Haim Nahum doktrininin taşeron rejisörlere ihale edildiğini belirten Erbakan, bu işbirlikçilerin siyonistlerin tahsildarları gibi çalışarak, milletten topladıkları vergileri faiz olarak nasıl ödediklerini kalem kalem açıklıyor.
Bu taşeronlar hem siyonist İsrail’le işbirliği yapıyor, hem de İsrail’in kurşunlarına hedef olan masumlar için oturup milletle birlikte ağlıyorlar!..
Bir kez daha anlıyoruz ki, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak” son nefesimize kadar bâtılla mücadele etmekle mükellefiz.
***
Bütün şehidlerimizi ve Erbakan hocamızı tekrar rahmete ve minnetle yâd ediyoruz. Ruhlarına el-Fâtiha.