Harita’dan Cizre’ye baktığınızda Suriye’den kuzeye doğru bir koridorun uzandığını görürsünüz. Birinci Dünya Savaşı yıllarında özellikle petrol bölgesi Kuzey Irak’ı işgal eden İngilizler, bir süre sonra Suriye’ye geçti ve savaş sonrasında Osmanlı topraklarını bu bölgede kendi planlarına göre bölmeyi arzuladı. Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarının çizilme vakti geldiğinde İngilizler özellikle Cizre’nin Suriye topraklarında kalmasını istiyordu. Çünkü boyu Cizre, bölgenin en stratejik yerleşim yerlerinden biri idi. Botan bölgesinin merkezi olması ve Osmanlı/Sasani ve Araplarla Anadolu toplumları arasında kilit bir şehirdi. Tarih boyunca bu bölgeyi kontrol altında tutmak isteyenler, Sincar ile Cizre’yi kontrol etmeyi yeterli görmüşlerdir. Hâsılı Cizre, yalnız Cizre anlamına gelmiyordu. Stratejik ve sembolik olarak daha büyük bir anlamı bulunmaktaydı. Burada dile getirmediğimiz daha birçok nedenle olsa gerek İngilizler, Cizre’nin mutlaka Türkiye’den alınmasını yani Suriye’ye kalmasını arzulamıştı.
Birinci Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşı’nda doğu ve güneydoğuda bulunan medrese ve dergâhların Seyda ve şeyhleri kısmi hatta bazıları bütünüyle eğitim ve irşad hizmetlerine ara vererek fiili olarak savaşa katıldılar. Özellikle tarikat şeyhlerinin bu konuda büyük katkısı olmuştur. Bunların en sembol isimlerinden biri Nakşi-Halidî geleneğin önemli temsilcilerinden biri olan Bitlis’li Küfrevîzâde Abdulbâki Efendi’dir. Mustafa Kemal ile aralarında birçok mektuplaşma olmuştur. Bir kısmı Nutuk’da da bulunana bu mektuplar yayınlandı. Bir diğer önemi kişi, Necip Fazıl Kısakürek’in “O ve Ben” isimli eserinde hayatını anlattı “O” yani Abdulhakim-i Arvâsî(ö. 1943)’dir. Bu isimler burada sayılamayacak kadar çok.
İşte bu dönemde hayatının son demlerini yaşayan bir şeyh efendi, Cizre’yi İslam medeniyetinin önemi bir şehri olarak Osmanlı’ya ve onun devamı olarak gördüğü Türkiye’de kalması için önemli bir rol üstlenmiştir. Bu Şeyh, Muhammed Nuri Derşevî (ö.1924)’dir. Geride bıraktığımız yüzyılın Güneydoğudaki en önemi müderris ve şeyhlerinden biri olan Şeyh Muhammed Saîd Seydâ(ö. 1968)’nin dayısıdır. Bilindiği üzere Şeyh Seydâ, Muhammed Emin Er’in hocası ve şeyhidir.
Şeyh Muhammed Nuri Derşevî, savaşın sona ereceği ve sınırların belirleneceği günlerde Cizre’nin savunması için askerin mücadelesine katkı olarak, muhip ve dervişlerinden bir milis kurarak özellikle geceleri İngiliz askerlerine baskınlar yapmıştır Gündüzleri Cizre’ye doğru ilerleyen İngilizler, akşam yedikleri bu baskınlar nedeniyle bir türlü Cizre’yi almaya muvaffak olamamıştır. Şimdi Cizre’ye gidenler başlarını kaldırıp güney yönüne baktıklarında hemen tepelerinde duran Ayndivar köyünü görürler. Birçok sınır şehrimizde olduğunu gibi, Cizre’de de evlerin bittiği noktada sınır başlamaktadır.
Bu olayın ele almamızın özel bir nedeni var. Kurtuluş Savaşı sonrası, vatan savunmasına katkı sağlayan ve bir kısmı şehit olan müftü, müderris ve şeyhler yok sayıldı. Medreseler ve tekkeler kapatıldı. Kimi müderris ve şeyhler idam edildi. Yetmedi Menemen’de gerçekleşen sıradan bir olayı manipüle ederek Nakşibendiliği bitirmek üzere fırsata dönüştürmeye çalıştılar. Konuyla hiçbir alakası olmayan 80’li yaşlardaki Şeyh Esad Erbili ve 65 yaşındaki Abdülhakim-i Arvâsî gibi dönemin önemli mürşidlerini İzmir’e kadar götürerek yargıladılar.
Şimdilerde de benzer bir olay yaşanıyor. 15 Temmuz gecesi sokağa çıkmayan ve üstelik bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanının sonunun gelmesini dileyen günümüzün Menemen’cileri, meydanları dolduran dindarları/dervişleri görmezden gelerek, Anadolu irfan geleneğine uymayan yapı ve zihniyetine sahip Fetö’den yola çıkarak cemaat ve tarikatlara saldırmaya başladılar. Kimi televizyon kanalları da buna çok kurnaz şekilde çanak tutmaktadır. Üzücü olan ise, yolu ve yöntemi sahih irfan geleneğimizin temsilcisi tasavvufî oluşumları savunanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Hiç olmazsa büyük sûfîlerin hayatını akademik olarak çalışanlar bir vefa olarak tepki gösterebilseydi.
Menemen’den beri köprünün altından çok sular aktı. Artık yağma yok. Meydanda kazanıp masada kaybetme dönemi sona erdi. Sünnî düşüncenin sigortası ve sütunu olan sahih tarikatlarımızı bu millet artık yedirmez. Çünkü tarihi tecrübe ile biliyorlar ki, tasavvuf, fetihlerin anahtarı ve İslam’ın güler yüzüdür.
Bu vesileyle, Şeyh Muhammed Nûrî Derşevî başta olmak üzere, bu vatan için ter döken gazilerimizin ve can veren şehitlerimizin ruhu şâd, mekânları cennet olsun.