Abdullah Öcalan Selahattin Demirtaş’a;
“Seni liderliğe hazırlıyorlar, farkında mısın? Anladım, heveslisin, liderlik yapabilirsin de, ama ben önderlik tedbirlerimi çoktan aldım, bunu da bil.”
Peki, Demirtaş’ı liderliğe hazırlayanlar kimler? Öcalan önderlik tedbirlerini nasıl aldı? Bunların hepsinin cevabını bu yazının ilerleyen bölümlerinde detaylı açıklayacağız İnşallah.
Bazı kimseler, 40 yıldır “Kürt davası için mücadele yapıyor”muş gibi yapıp ve istikballeri için Kürtleri kullanarak acımadan Kürtler üzerinde oyun oynuyorlar. Ha bire de, göz göre göre bu ihanetçi oyunlarını da “Kürt özgürlük mücadelesi” diye de Kürtlere yuttururlarken, (bazı istisnalar dışında) “kelli felli” Kürt aydınları da,“ acaba bu kullanımlarda bana da bir pay düşer mi” iştahıyla sus pus olup bu vicdansızlığı sessizce seyretmekle geçiştiriyorlar.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi bir hedefe ulaşmak için yürümek gerek. Yürümek içinde yol gerek. Bu yolda sağlıklı ve suretle yürüyerek hedefe ulaşmak içinde, yolun temiz ve pürüzsüz olması lazım. Kürtlük yolunda mücadele eden samimi ve vicdan sahibi insanlarımız şunu iyi bilmeleri gerekir ki; Kürtlerin hak arayış yolları bir sürü pürüz ve engellerle doludur ve bu engelleri de Kürt düşmanları tarafında hem de Kürtleri kullanarak oluşturmuş sun’i pürüz ve engellerdir. Bu ev içi pürüz ve engeller temizleyip kaldırılmadıkça, mücadelede kendilerine hiçbir hedef seçmemeli, zaten seçerlerse de hedefe ulaşmaları da mümkün değildir. Hep yerinde dolanıp dolaşmakla kalırlar. Nitekim Kürtler 60 yıldır bunu yaşamaktadırlar. O zaman ilk yapılması gereken evin içini ve yol güzergahlarını temizlemekle işe başlanılmalı. Evin içi temizledikten sonra hedefin yoluna yönelmeli, düşmanın yola döşediği pürüz ve engelleri temizlemeli. Ondan sonra bir millet olarak, milli bir ruhla topyekûn bu yolda hedefe yönelerek koşmalı. Bu yöntemle yapılacak bir çalışmanın yakında zafere ulaşmasına hiçbir kuvvet engel olamaz ve olması da mümkün değildir.
Peki, şimdilik görünen engeller ne olabilir?
Kürt davasını içten baltalamak ve de oyalamak için Kemalistlerin yetiştirmesi ve taşeronu olan Öcalan tarafından kurulup yöneten ve halende yönetmeye devam eden PKK, 40 yıldır Kürtlüğü kullanarak bu ihanetçi rolünü oynadı. Ve bu 40 yıllık mücadele zarfında Kürtlere yıkım, talan ve kıyımlardan başka zerre kadar bir kazanımı olmadı. Kürtler yeni yeni uyanıyor, başına getirilmiş felaketin fark edip aldatılmışlığını farkına varmaya çalışmışken ve bu yüzden bu projenin mimarı ve koordinatörü Öcalan’ın ihanetinin farkına varmaya çalışıp itibarı aşınmaya yüz tuttuğunu gören bu ihanetçi projenin “üst aklı,” bir 40 yıl daha Kürtleri oyalamak için yine siyasetten Öcalan’ın beslemesi ve talebesi olan Selahattin Demirtaş’ı parlatıp kurtarıcı olarak Kürtlerin önüne koyma kararını aldıklarını görüyoruz.
O zaman yapılması gereken, Öcalan’la beraber, Demirtaş’ın da bu hınzırca, sinsice ve ihanetçi plan içerisindeki rollerini deşifre edip anlatmaktır. Hani bir deyim vardı; “Perşembenin gelişi Çarşamba’dan belli olur.” Bizde bu taşeron ihanet şebekesinin ilk kuruluşundan beri var olduğuna değinelim, açıklayalım ve Kürt halkını bu bilgilerin farkına vardırmaya çalışalım.
Bu anlattıklarıma uyumlu olduğu için, işin başından beri bu planın işlemekte olduğunun anlaşılmasına katkı sağlayacağından dolayı, burada her iki şahsiyetlerden sağlam alıntılar yapacağız İnşallah:
Öcalan’ın kişiliğini analiz ettiğimiz de, kişilik bakımından, kaybetmeye yatkın birisi olmadığı gibi son derece pragmatik birisi; çıkarcı, egoist. Yani tüm değerleriyle beraber, bir hedef için bir araya getirip motive ettiği toplumu ve amacı bir çırpıda satmakta hiçbir beis görmez.
Değerli arkadaşlar, “Öcalan anlaşılmadan PKK anlaşılmaz, PKK anlaşılmadan da, şu anda vesayet altında yürütülmekte olan Kuzey Kürdistan’daki milli Kürt davasının özü ve çürümüşlüğünün sebebi de kavranamaz." Böylece zavallılaştırılmış Kürde karşı yapılan, yapılmaya devam edilen ihanet anlaşılamaz ve şu anda olduğu gibi çözüm de üretilemez.
Öcalan’ın, Şubat 2002 tarihinde ki dehşetengiz itirafına bakar mısınız;
“(Mücadelenin) başından beri benim böyle bir toprak koparma isteğim hiç olmadı. Yanımdaki insanların bu tür amaç taşıdıkları söylenebilir. Ama ben hep içimde bunları alaya aldım. Hatta devlet için tehlike arz eden bu düşünce sahibi insanları devletten çok ben bitirdim. Devleti tehlikeli bir ortama sürüklemedim.
Devlet için tehlikeli olabilecek bir soruna (devlet adına) el atıp, devletin bu konuda duyarlı olmasına çalıştım. Kaldık ki bizim önderliğimizle bu soruna el atılmamış olsaydı, devlet daha büyük bir tehlikenin içine sürüklenecekti. Üstelik benden daha önce buna talip insanlar vardı. Ama bunları (biz) tasfiye ettik. ”(Şubat 2002 tarihinde İmralı Görüşme notlarından)
Yine Öcalan;
“Geldim devlete katıldım. Kürtçülük meselesini (kendi yöntemimle) Türkiye lehinde hal edeceğim.
Yalnız PKK'yı değil, bütün Kürt kitlelerini genelde Türkiye ile bütünleşmeye çağıracağım. Bunun için onların beynini yavaş yavaş getirmem lazım. İşte bu harika bir yaklaşımdır…” (Albay Hasan Atilla Uğur’un, 15 Şubat 1999 tarihinde 2 saat 32 dakikalık Abdullah Öcalan'ı sorguluma videosundan)
Gene Öcalan; “Türkiye’ye taşeronluk yapmaya hazırım. 30 milyon Kürtleri Türkiye’nin hizmetinize sokacağım. Çünkü ben elimdeki gücü biliyorum. Bu, müthiş bir güçtür. Tamam, benim biraz zararım oldu ama onun kat kat (Türkiye’ye) kazandıracak imkânım var."
Geçmiş Kürt isyanları “Gerici ve emperyalist oyunudur”
“İsyanlar tarihi iyi bilinmeli ve doğru algılanmalıdır. Geçmişte (Şeyh Sait isyanı da dahil) yaşanan (tüm) isyanlar ilkel milliyetçiliğe dayalıdır. Bazıları benim için Kemalizm’e kayıyor diyebilirler. Kemalizm düşmanlığı Kürtlerin lehine değildir. İlk Kürt isyanları Batı'ya dayanıyordu. Söylemek istediğim şuydu: O dönemde hem Kürtler üzerinde, hem de Türkler üzerinde emperyalizmin oyunu vardı. “Eskiden Türkiyelilik Diyordum, Onu Aştım Artık Türkiye (Türk) Ulusu Diyorum. Hepimiz Türkiye (Türk) Ulusundanız" (Serxewbun Dergisi, 222. Sayısından ve Albay Atila Uğur’a verdiği ifade Video çözümlemelerinden).
Öcalan cenahında durum bu iken, acaba onun talebesi ve beslemesi Selahattin Demirtaş cenahında durum nasıldır?
Türkiye’deki sosyalist hareketin (HDP ve Demirtaş’a) ilk eleştirisi;
“Başbakan Erdoğan Başkanlık sistemini getirmek için bu açılımı başlattı. Kürtleri yanına alarak başkan olmak istiyor.” şeklinde oldu. Bu sebeple açılım sürecindeki gidişata Kemalist sosyalistler eleştiri getirince, Selahattin Demirtaş bu eleştirilere karşı paniğe kapılırcasına hemen cevap yetiştirmeye çalıştı. Hem de akıl ve izandan yoksun ve Kürtlerin felaketine mal olacak cevaplarla;
Selahattin Demirtaş;
“Biz AKP usulü başkanlık sistemini asla kabul etmeyiz. Barışın şartı başkanlık değildir ve böyle bir şey olamaz. BDP eş başkanı olarak açık söyleyeyim: Anayasada özerk Kürdistan deseler (ve yazsalar), Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında da anayasanın bir maddesinde başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet demeyiz. Daha nasıl açık söyleyeyim ki!”(22.04.2013 tarihli Odatv.com)
Yine Selahattin Demirtaş;
“Başkanlık sistemiyle ilgili olarak ilkelerinden vazgeçmediklerini ve büyük bir faciayı önlediklerini belirten Demirtaş, “Başkanlık sistemine evet deseydik, AKP’li Kürtlerin sorunları çözülürdü ancak halkın sorunu çözülemezdi” (Tabii ki Kemalist halkın sorunlarını kasıt ediyor olsa gerek…)
Tekrar Demirtaş,
“Ver başkanlığı al özerkliği diyenler kusura bakmasın, biz demokrasi için mücadele ediyoruz. Sadece Kürde demokrasi olamaz.” Demirtaş mealen devam ediyor;
“Doğrudur, eğer derdimiz sadece Kürtlerin hakları olsaydı bir yolunu bulup Erdoğan’la anlaşabilirdik, ancak, diğer halkların sorunu çözülmezdi. Kimse kusura bakmasın biz demokrasi mücadelesi veriyoruz.” (22.03.2016 tarihli İMC TV ve İlkehaber.com sitesinden)
Peki, Demirtaş, HDP ve PKK camiası, gerçekten bu kadar Kürtlerin geleceğini karartıp feda edecek kadar “Demokrasi” aşığı mıdırlar, yoksa bu tür söylemleri Kürtleri oyalayıp kandırmak için mi kullanıyorlar? Bence hiç de demokrasi dertlisi değiller. Çünkü eğer gerçekten “demokrasi” aşığı olsaydılar, her şeyden önce kendi içinde demokrasiyi işletirlerdi. Şu ana kadar, Kürtler adına siyaset yapan HDP ve ondan önceki partilerin tümünde tek bir sefer bile olsa, aday tespitinde Kürt halkının iradesi ve isteği söz konusu ve belirleyici olmamıştır. İşte HDP’nin rezilane ve ibretlik aday tespit yöntemi:
Seçimden önce HDP üst düzey yöneticileriyle HDP'nin aday belirleme yöntemi konusunda Abdullah Öcalan arasındaki şu diyalog oluyor:
Öcalan;"Kim belirledi bu adayları?" diye soruyor.
HDP'li İdris Baluken de durumu kurtarmak için "Seçim komisyonunun çalışmalarıyla belirlendi."
Öcalan;"Kimdir bu seçim komisyonu? Kandil tarafından mı belirlendi, yoksa siz mi belirlediniz?" deyip sorusuna cevap arıyor. Bunun üzerine görüşme heyetinde yer alan (Kürtlerin onursal başkanı) HDP'li Sırrı Süreyya Önder de "Kandil belirledi" itirafında bulunuyor.
Aldığı cevaba inanamayan Öcalan, şaşkınlık içerisinde; "Tamamıyla mı onlar belirledi? Parti meclisinde belirlenmedi mi bu komisyon?" sorusu ile HDP'lileri köşeye sıkıştırıyor. İkinci itiraf da Pervin Buldan; "Hayır, Parti Meclisi'nde ya da MYK'da belirlenmedi" sözleriyle HDP’nin rezilane demokrasi skandalı ortaya çıkıyor.
Öcalan;"Sizde hiç mi onur yok" sözleri ile HDP de onurun ve demokrasinin D’sinin bile olmadığının sahtekarlığı ortaya çıkıyor. Eğer HDP’liler de zerre kadar Kürtlük ve insanlık onuru olsa, bu olaydan sona demokrasi sözünü bir daha ağızlarına almazlardı. (Mezopotamya Yayınevi'nin çıkardığı İmralı Görüşme Notları adlı kitaptan)
Şimdi sırayla baştan başlayarak bu söylemlerin analizleri yapalım:
1– PKK lideri Abdullah Öcalan’ın HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la Ağustos 2013’te İmralı da yaptığı görüşmede “(Selahattin) Seni liderliğe hazırlıyorlar, farkında mısın? Anladım, heveslisin, liderlik de yapabilirsin, ama ben önderlik tedbirlerimi çoktan aldım, bunu da bil.” (Markar Esayan’ın “Demirtaş bir Adams değil, sanırım olamayacak da...” başlıklı yazısı. Yeni Şafak gazetesi 19 Şubat 2015)
Peki, Demirtaş’ı liderliğe hazırlayanlar kimler? Öcalan önderlik tedbirlerini nasıl aldı?
Bu tür söylemlerin anlamlarını anlamamız için biraz ileriye gitmemiz gerekiyor.
Öcalan; pragmatist–menfaatçi, her ortama uyabilen, liderlik için son derece hırslı ve bunun için her türlü tavizi vermeye yatkın bir kişiliğe sahiptir.
2– Öcalan, Suriye’de iken Prof. Dr. Yalçın Küçük, PKK hareketi Kürt milliyetçiliğe kayıp Barzani’nin etkisine girmesin diye Öcalan’ı son derece etkilediği ortadadır ve hatta yönlendirdiği de.
Öcalan yakalanıp Türkiye’ye getirildikten sonra, Genel Kurmay–askeriyenin etkisine girdi. 2008 den itibaren, yani Ergenekon davası ile beraber Erdoğan ve MİT’in egemenliğine girdi.
Yalçın Küçük de bir TV programında buna istinaden; “Öcalan’ın beyni önce bana aitti, sonra Genel Kurmayın oldu. Daha sonra Erdoğan ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın oldu. Daha sonra da kimin olacağı beli değildir,” diyerek bu söylemimizi teyit etti.
Türkiye cumhuriyeti devletinin kurulmasından Ak Partinin iktidara gelmesine kadar kim hükümet kurmuşsa, hep muktedirlik Kemalistlerin elinde olurdu. Yani derin devlet olarak asıl iktidar Kemalistler idiler. Ak Parti 2003 yılında iktidar olunca, Öcalan’ın efendisi Kemalistler şaşkınlık geçirdiler. Ak Parti iktidarda kök salmadan 28 Şubat’ın “post modern darbe”si gibi bir darbe planlamasının hazırlığına girdiler. Fakat buna bir gerekçe gerekiyordu. Öcalan’ın yakalanmasıyla, Öcalan tarafından başlatılan PKK’nin tek taraflı ateşkes ve gerillaların sınır dışına çıkarılmış olması olayını askeri yetkililer, askeriyeye darbe bahanesi oluşturmak için, PKK çatışmasını tekrardan devreye sokulması gerektiği kararını aldılar. Bunun için savaşın yeniden başlatılması için Öcalan’a talimat verildi. Öcalan da savaşın yeniden başlatılması için PKK’ye talimat verdi. PKK bunun üzerine 8’nci kongresini topladı. Kongreye katılan delegelerin ezici çoğunluğuyla (yeni iktidara gelen Ak Parti hükümetine bir şans tanıma isteğiyle) yeniden çatışmaların başlatılması ret edildi.
Bunun üzerine Öcalan’ın özel temsilcisi olarak kongreye katılan (daha sonra Ergenekon davasıyla yakalanıp MİT elemanı olduğu deşifre olunca serbest bırakılan) Öcalan’ın meşhur avukatı Av. Mahmut Şakar, tüm kamaraları kapattırdıktan sonra söz alarak; “beni buraya gönderen irade sizin savaşı yeniden başlatmanızı istiyor. Hemen şimdi aldığınız kararı iptal edin ve hemen savaşı başlatma kararı alın,” talimatını verdi. Kongre üyeleri gerçekten öyle yaptılar ve savaş kararı aldılar. Bu kararla başta Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Kani Yılmaz, üç bini aşkın PKK gerillası ve diğer unsurlar PKK’den ayrılır ve böylece PKK de parçalanmış olur.
Fakat çatışma başlamış olmasına rağmen, Ak Parti yeniden büyük bir çoğunlukla seçimi kazanınca askerler darbe yapamıyor. Buna karşılık Erdoğan 2008 yılından itibaren Ergenekon davası başlatınca o zamana kadar iktidar olup da muktedir olamayan Erdoğan–Ak Parti’ye muktedirlik konusunda kendilerine kapı aralanır. Böylece muktedirlik de Kemalistlerden Ak Partiye geçmiş olur. Gerçek İktidar el değiştirince Öcalan da el değiştirdi. Bu el değişmeyle Öcalan da yeni efendisi Erdoğan’a mektup göndererek kendisine biat ettiğini açıkladı.
Kemalistler, artık seçimle Erdoğan’ı yenemeyeceğini anlayınca solculuk ayağı ve sosyalistlik fantezi, özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliği–aslında Kürtler açısında halkların hamallığı ve hatta eşekliği olmaktan öteye gitmeyen) sloganlarını devreye soktular. Kürtlerin sırtında, ıskartaya çıkmış “Kemalist dinozorlar” Meclise taşındı ve böylece bununla Kürt siyaseti de tamamıyla Kemalist Türklerin hâkimiyetine de girmiş oldu.
İşte böylece, Kürt siyasetini tamamıyla kontrol eden Kemalistler, Türkiye de Erdoğan’a karşı iktidarla beraber ellerinde bulundurdukları en önemli jokerleri ve partnerleri olan Öcalan’ı da kaybedince, Erdoğan’a karşı ciddi bir mevzi kaybına uğradılar. Bundan dolayı Kemalistler İktidarı, (aynı zamanda solculuk ayağıyla onlara yani Kemalistlere karşı aşağılık kompleksi içerisinde olan) Demirtaş’ı parlatıp kahramanlaştırarak devreye soktuğunu gören Öcalan, müttefiki olan Erdoğan’ın vasıtasıyla Demirtaş’ı tutuklatarak liderlik iddiasından vaz geçinceye kadar bir daha çıkmamak üzere hapse koydurdu. Yani Demirtaş/HDP ile Erdoğan çatışması ve mücadelesi zerre kadar Kürlükle ilgi yok. Mesele Kemalistler ile Erdoğan’ın iktidar mücadelesinde, (ne yazık ki) Kürtlerin kullanıp harcanmasıdır.
Evet, kısaca Demirtaş olayı bundan ibarettir. Bence Demirtaş boynundan büyük işlere kalkışmasının bedelini ödüyor. Allah bilir, bu bedel ayağını yorganına göre geri çekinceye kadar da devam edecektir.
Peki, tarihi Kürt düşmanı Kemalist rejimin Kürtlere bu oyunları devam ederken, aklı başında sandığımız Kürt siyaseti ile uğraşanlar ne yapıyorlar ve ne ile uğraşıyorlar? Kürlerin bu sefaleti ve bu kullanımları üzerinde “acaba bana da bir pay düşebilir mi” hayali içinde yaşamaktan bir sakınca görmüyorlarsa, demek ki Kürt siyaseti acınacak bir durumda ve sefaleti içerisindedir demektir.
Artık şu kanaate vardık; şu ana kadar (öncelikli olarak,) Kürt halkının ezilmesine sebep ne Türkler, ne Araplar veya Acemlerdir. Tek sebepleri (iyi niyetlileri istisna bırakarak) Kürt aydınlarının duyarsızlığıdır. Eğer sen şu anda olduğu gibi Allah’ın önüne koyduğu imkânlarına sahip olamıyorsan veya sahip çıkanlara yardımcı olamıyorsan, o zaman başkasından yardım istememen gerekir.
Biz Kürtler, acilen kendi kendimize yeterli olma alışkanlığı elde etmeliyiz. Eğer kendini idare etme mekanizmalarını kurabilirsek (en az imkânla olsa bile) özgürlüğün nimetlerini teoriden pratiğe indirebilme alışkanlığı elde edersek, halkımızı özgürlüğe alıştırmış oluruz. Bununla beraber halkımız bizden daha fazlasını ister. Onlarla birlikte isteklerimizi yerine getirme uğraşına kendimizi kaptırırsak, sonuçta büyük özgürlüğü de elde etmiş oluruz. Özgürlük elde etme ve kendi kendimizi idare etme sanatını öğrenmiş oluruz. Bence Kürtlerin en büyük eksikliği, genel olarak özgürlük elde etme alışkanlıklarının olmaması ve buna ciddi bir ihtiyaç hissetmemesidir.
Bizim görevimiz her daim gerçeği, hakkı ve adaleti savunmak ve tavsiye etmektir. Selam ve saygılarımızla…
İrtibat ve yorumlar için:
yahyamunis@hotmail.com