Haberin Kapısı
2016-02-26 17:56:11

Erbakan Kısık Sesli Müslümanların Gür Sesiydi

26 Şubat 2016, 17:56

Biz O’nu çok sevmiştik. Biz O’na, O’nun davasına sarıldığı gibi sarılmıştık. O’nunla ağlayıp, O’nunla gülmüştük. Davasını davamız bilip; “Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar için, alt tarafından ırmaklar akan Cennetler vardır” (Âl-i İmrân, 198) müjdesi mucibince hep yanında olmuştuk. Ve bugün yine O’nun yanındayız; kalbimizle, dualarımızla ve geriye dönüp hatırladıklarımızla...

Kimden bahsediyoruz?.. Davası uğruna yola çıktığında, “Bir çiçekle bahar gelmez” diyenlere “bir çiçek açmadan da bahar gelmez” diyerek tek başına bir ordu gibi davasında çığır açan Millî Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’dan. 27 Şubat 2011’de aramızdan ayrılarak dâr-ı bekâya göçen “Erbakan Hoca”nın hayatından bazı kesitleri ahde vefanın bir gereği olarak tekrar hatırlayalım.

***

29 Ekim 1926’da Sinop’ta dünyaya gelen Mehmet Sabri ve Kamer’den olma Necmeddin Erbakan, gerçekten de yaşadığı dönemde bir “yıldız” gibi parladı. O’nun çevresine dağıttığı şûleler nasibi olan herkesi aydınlattı. Babası Ağır Ceza Reisi olan Erbakan’ın çocukluğu Sinop, Kayseri ve Trabzon’da geçti. İlkokul döneminde zeki bir öğrenci olduğunu kanıtlayarak kendisinden söz ettiren Erbakan, 1932 yılında hayatında önemli bir yere sahip olan İstanbul’a taşındı. İstanbul Erkek Lisesi’ndeki eğitimini çok başarılı bir şekilde tamamladı. O kadar ki, okulda gerçekleştirdiği “ilk”ler; mezun olduktan yıllar sonra bile öğretmen ve öğrenciler arasında gıpta ile bahsedilir oldu.

Üniversiteye giriş sınavında gösterdiği üstün başarıdan dolayı İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ikinci sınıftan başladı. Üniversiteyi birincilikte bitiren Erbakan, mezun olduğu üniversitede arkadaşlarına hocalık yapan ilk eğitimci olma unvanını da kazandı.

1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Motorlar Kürsüsü gösterdiği başarılardan dolayı 1951 yılında bilimsel çalışmalar yapmak üzere Almanya’ya gönderildi. Aachen Teknik Üniversitesi’de yaptığı çalışmalarla, bilim çevresinde büyük yankı uyandırdı. Araştırmaları dikkatle izlenen Erbakan, Alman sanayii devi Deutz Motor Fabrikası’ndan teklif alarak Leopard tankları ile ilgili çalışmada başmühendislik görevini yürüttü.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Alman üniversitelerinde ilk görev yapan Türk ilim adamı olma sevincini de yaşayan Erbakan, 1953 yılında Türkiye’ye döndü. 27 yaşında doçentlik tezini başarıyla vererek “Türkiye’nin en genç Doçenti” olma bahtiyarlığını yaşadı.

Kısa bir süreliğine tekrar Almanya’ya giden Erbakan, artık Türkiye’de, millî sanayii için bir şeyler yapmanın vakti geldiğini düşünmeye başladı. 1 Temmuz 1956 yılında Türkiye’ye döndüğünde, millî sanayinin ilk hamlesi olan Konya’daki Gümüş Motor Fabrikası onun düşlerini hayata geçirdiği ilk faaliyeti oldu. Fakat bu yeterli değildi. Durmak yoktu ve yola devam etmek gerekirdi.

Bu dönemde, Teknik Üniversitesi Motor Kürsüsü Öğretim Üyesi olan Erbakan, 1960’da Ankara Sanayii Kongresi’nde yaptığı konuşmada “yerli otomobil” fikrini ortaya attı. Bu fikir, dönemin askerlerinin yoğun ilgisine mazhar oldu. Ve Erbakan’dan konuyla ilgili bir brifing vermesi talebinde bulunuldu. Erbakan’ın Millî Savunma Bakanlığı’nın Konferans Salonu’nda verdiği brifing, kendisini dinleyen yaklaşık 200 generali duygulandırdı ve gözyaşlarına boğdu. İleri sürülen proje dahiceydi ve hiç vakit kaybetmeden hayata geçirilmeliydi.

4. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de onayıyla, Eskişehir Demiryolları Cer Fabrikası’nda yerli otomobil için gerekli faaliyetler başlatıldı. Türk mühendislerin başarılı ve heyecanlı çalışmaları kısa sürede meyvesini verdi ve ilk yerli otomobilimiz olan “Devrim Otomobili” üretildi.

Fakat, ne yazık ki, 29 Ekim Cumhuriyet töreninde büyük bir heyecanla görücüye çıkartılan Devrim Otomobili; Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen mihrakların sabotesine maruz kalarak, seri üretimi yapılamadan kaderine terk edildi. Bu başarısızlığı(!) Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarihe geçen şu ifadeleriyle özetledi: “Garp kafasıyla araba yaptık, şark kafasıyla deposuna benzin koymayı unuttuk.”

1965 yılında profesör olan Erbakan, 1966’da Odalar Birliği Sanayii Dairesi Başkanı, daha sonra Genel Sekreterlik ve 1968 yılında ise Odalar Birliği Başkanı oldu. İşte bu süreçte, hiçbir kanunî dayanak bulunmamasına rağmen, Süleyman Demirel ve eyyamcıları tarafından polis zoruyla Odalar Birliği Başkanlığı görevden uzaklaştırılan Erbakan, artık mücadelenin, siyasi irade ile mümkün olacağına kanaat getirdi.

***

Odalar Birliği dönemi kapanmış, siyasi mücadele başlamıştı artık... Millî Görüş davasını tek kişilik ordu gibi yüklenen Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, 1969 Genel Seçimleri’nde Konya’dan bağımsız milletvekili seçilerek Meclis’in kapılarını araladı. Ve ardından kısa bir süre sonra Millî Görüş davasının ilk partisi olan Millî Nizam Partisi’ni 24 Ocak 1970’de kurdu. MNP, 1971 yılında antidemokratik bir şekilde kapatıldı. O, yılmadı...

*

11 Ekim 1972’de Millî Selamet Partisi’ni kuran Erbakan, 1973 Genel Seçimleri’nde 48 milletvekili ve 3 senatörlük kazanarak 51 parlamenterle Meclis’e girdi. Erbakan bu dönemde CHP ile hükümet ederek Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı’nda bulundu. Daha sonra 5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra kurulan 3’lü koalisyonda da aynı görevini devam ettiren Erbakan, 4 yıl süreyle hükümet ortağı oldu. Ve bu dönemdeki hizmetleri tarihin altın sayfalarında yerini aldı. MSP, 1980 yılında antidemokratik bir şekilde kapatıldı. O, yılmadı...

*

Yasaklı Erbakan Eylül 1987 referandumuyla birlikte yeniden siyasi haklarına kavuşunca, 19 Temmuz 1983’de kurulan Refah Partisi’nin genel başkanlığına seçildi. (11 Ekim 1987) 20 Ekim 1991 Genel Seçimleri’nde Konya’dan yeniden milletvekili oldu. Erbakan, 1995 Genel Seçimleri’nde tekrar Konya’dan milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. RP, oy patlaması yaparak Türkiye’nin en büyük partisi olduğunu ispatladı. Hükümeti kurma görevi kendisine tevdi edilen Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan REFAHYOL Hükümeti’ni kurarak Türkiye’nin 54. Başbakanı oldu. 28 Haziran 1996’dan aldığı bayrağı 2 Temmuz 1997’ye kadar taşıdı. Ve bütün engellemelere rağmen Türkiye’nin özlediği hizmet yarışında çıtayı akıllara gelmeyecek zirvelere taşıdı. RP, 1998 yılında antidemokratik bir şekilde kapatıldı. O, yılmadı...

*

Bu dönem sonrasında, hizmetleriyle destanlaşan bir Başbakan ve bazı arkadaşları 5 yıl siyaset yapma yasağı ile ödüllendirildi(!) Siyasi yasaklı olmayan Millî Görüşçülerin, yeni kurulmuş olan Fazilet Partisi’ne iltihakı ile seçime gidildi. 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi bütün kuşatmalara rağmen yüzde 15.2 oy alarak 108 milletvekiliyle Meclis’te temsil hakkı kazandı. 22 Haziran 2002’de ise âdeta narkozlanarak kapatıldı. Ve bu narkozlu kapatma bölünmeyi beraberinde getirdi; “gelenekçiler” ve “yenilikçiler”. Mücadeleye kalınan yerden devam kararı alan “gelenekçiler” Saadet Partisi saflarında, kendilerine yeni bir yol haritası çizmekten başka çare kalmayan “yenilikçiler” ise AK Parti’de yola devam diyecekti. FP, 2002 yılında antidemokratik bir şekilde kapatıldı. O, yılmadı...

***

20 Temmuz 2001 tarihinde kurulan Millî Görüş’ün yeni temsilcisi Saadet Partisi, onun ilk üyelerinden birinin adı ise yine davasının kölesi Erbakan’dı. Siyonist işbirlikçilerin hamlesi bitmek bilmiyordu ve 2 Aralık 2007’te bir hamle ile daha karşı karşıya kalıyordu Erbakan Hoca; “ÖMÜR BOYU SİYASİ YASAK.” Bu kararın zerre kadar kıymeti yoktu, Erbakan Hoca’nın gözünde. Saadet güneşi parlayınca, adalet için ak kervan yola dizilince, o fırtınalı anlarda yine en ön saftaki yerini aldı. Ferasetiyle ümmeti bekleyen tehlikelere dikkat çekti. Son nefesine kadar...

***

Ve nihayet 28 Şubat’ın acıları diniyor

Günlerden pazardı. Semadan bir melek süzülüyordu. Aziz misafirin ruhunu istiyordu. O da, emaneti itirazsızca teslim ediyordu.

85 yıllık mücadele, çile dolu ömür mühürleniyor; ölümsüz bir hayat başlıyordu. Bütün ajanslar saat 27 Şubat 2011 Pazar sabahı saat 11.40’da “son dakika” haber olarak “savunan adam”ın vefatını veriyordu.

Dünya dönüyordu, hayat duruyordu. O sevenlerine en zor zamanlarda metaneti öğretmişti, hiç kimse de isyan etmiyordu. Sadece hüzne yüklenen gözyaşlarını rahmet olsun diye akıtıyordu.

Şebi Arûs gecesi...

Gecenin sabahında Hacı Bayram-ı Veli, beyazlara bürünmüş yeşil kaftanlı aziz misafirini kabul ediyordu. “Hoş geldin aziz misafir” diyordu. Alınlar secdeye giderken, Ankara’nın ayazı akan gözyaşlarını durduramıyordu, donduramıyordu.

İki dost sohbet ediyordu...

“Acaba”diyordu saf tutanlar; “kundaktaki şehzadeyle, köseden mi bahsediyorlar?..” Belki de Filistin’de, Irak’ta Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da akan kanı durduracak bir Fatih bir de Akşemseddin lâzım diyorlardı.

Şafak atıyordu ayazın titreten bûsesine; helallik vakti geliyordu... Ankara semaları “helal olsun”larla inliyordu. Aziz misafir “tekbirler”le, Hacı Bayram-ı Veli’yle uğurlanıyordu.

“Çileyle Yoğrulan Adam” geriye dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıyor, Fatih’in fethettiği İstanbul’a gidiyordu. Bir tarafta dualar okunurken, bir tarafta ruh şâd olmuş bedeni seyrediyordu.

O, Fatih’i ne kadar çok seviyordu. O’nu unutmamak, unutturmamak için her Mayıs geldiğinde İstanbul’u yeniden fethediyordu. “İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ...” sadaları yükseldikçe İstanbul bizimdi, yine bizim oluyordu.

Mayıs ayına daha çok vardı... Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan İstanbul’a geliyordu. Fatih ayağa kalkıyordu. Payitahtın bütün camilerinden salalar yükseliyordu.

Topkapı’dan, Edirnekapı’dan, Mevlanakapı’dan, Belgradkapı’dan, Eğrikapı’dan, Silivrikapı’dan, Yenikapı’dan, Sirkecikapı’dan, Bahçekapı’dan, Zindankapı’dan, Ayakapı’dan, Fenerkapı’dan, Balatkapı’dan, Ayvansaraykapı’dan oluk oluk insan seli akıyordu.

İstanbul kendine sığmıyor, Fevzi Paşa’dan, Malta’dan, Darrüşşafaka’dan, Haliç’ten, Vatan’dan dahası surlardan taşıyordu.

Şarktan, garbtan, şimaldan ve cenupdan gelenler Fatih’in mekânındaki “Hayr İle Anılan Adam”ı soruyordu.

Aziz misafir ise 23 Ekim 2005’te yolcu ettiği 40 yıllık sırdaşının musalla taşında yatıyordu. Her zamanki gibi yine en önde duruyordu. Fakat bu defa yanında duran yüz binlere suskunluğuyla ders veriyordu.

O susuyordu; hafızlar konuşuyordu...

O susuyordu; şahidler konuşuyordu...

O susuyordu; tekbirler, salavatlar, dualar konuşuyordu...

O susuyordu; Kemalettin Erbakan’ın, Recai Kutan’ın, Recep Tayyip Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün, Ahmet Davutoğlu’nun, Raşid Gannuşi’nin, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun ve dahi diğer hâzırûnun gözlerinden katreler damlıyordu.

Lütfi Doğan hoca, aziz misafirin önünde “er kişi niyetine” diyordu; yüzbinler kıbleye yöneliyordu. Mehmet Görmez hoca helallik istiyordu; milyonlar “helal olsun”la semayı inletiyordu. Oğul Fatih Erbakan, “o son nefesine kadar canıyla, malıyla cihad etti” diyordu; insanlık şahidlik ediyordu.

Fatih Camii’nde tekbirler yükseliyor; laiklik elden gitmiyor, tanklar da yürütülmüyordu. Omuz verdiği milyonlar, ilk defa böylesine güçlü omuz veriyordu hocasına. Cumhurbaşkanlarından başbakanlara, meclis başkanından siyasi parti liderlerine, bakanlardan milletvekillerine, belediye reislerinden bürokratlara, işadamlarından generallere kadar herkes... Aziz misafir ömrü boyunca özlediği tabloyu, hicretinde gerçekleştiriyordu.

Tekbirler aziz misafir için yükseliyor; gözyaşları Filistin’i Tunus’u, Mısır’ı, Hindistan’ı, Malta’yı, Fevzi Paşa’yı, Halıcıları, Akdeniz’i, Vatan’ı, Topkapı’yı, Merkez Efendi’yi dahası İslâm coğrafyasını ıslatıyordu.

Caddeler, sokaklar sanki mahşer yeriydi... İstanbul, fetihten sonra ilk defa böyle bir insan seli görüyordu.

Aziz misafir, son kez Halıcılar Caddesi No: 4’teki baba ocağına uğruyordu. Sonra İstiklâl Şairi Mehmed Âkif’in Sarıgüzel’inden geçerek, Vatan’a ulaşıyordu. Gönülleri fetheden kumandan 10. Yıl Caddesi’nden neferleriyle otağın kurulduğu yere yürürken, Ulubatlı Hasan surların burçlarından el sallıyordu. Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu ve Turgut Özal gıpta ile bakıyordu.

Fatih’in otağı, Merkez Efendi aziz misafirini bekliyordu. Takvimler 1 Mart 2011’i, saatler 15.45’i gösterirken, telkinler verilirken, O’nu hasretle bekleyenler “hoş geldin aziz misafir” diyordu. Aziz misafir sonu olan bir dünyadan, sonsuzluğun kapısını aralıyordu. Bütün hüzün ve dahi 28 Şubat’ın acıları diniyordu.

Mekânın Cennet olsun hocam.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.