Emir’ül Müminin ve Sahib’ül Ezân’ın rüyalarını aynı anda süsleyen bir akitleşmenin şifresidir; Ezan. Bu manifesto; küçük sonsuzların büyük sonsuza açılan “iltica kapısı” olmuş, siyahî bir kölenin bembeyaz dişleri arasından dudaklarına döküldüğü günden beri.
“Erihna yâ Bilâl, erihna!..”(rahatlat bizi yâ Bilâl, rahatlat) denildiğinde müezzinlerin pîrine; ruhları coşturan, kalpleri dirilten nefesiyle sokaklara dökmüş ensar ve muhacirini. Ve o “çağrı” Medine sokaklarından dünyaya yayıldıkça, Rahmet Peygamberi’nin “Erihna ya Bilâl, erihna!..” terennümü mâkes bulmuş asırlarca.
***
Onun için Medine’de bir başka okunur ezanlar; Bilâlce.
Yakan...
Kölelikten özgürlüğe kapı açan...
Efendisinin vuslata ermesiyle Şam’a sığınan...
Ve yıllar sonra görülen bir rüyâdaki; “Bunca ayrılık yetmedi mi, yâ Bilâl? Hâlâ kabrimi, ziyâret etmeyecek misin?..” ilhamınca Medine’ye koşan...
Hasan ve Hüseyin’e kıyamayıp, “Allah-û Ekber...” sadalarıyla Medine’yi tekrar sokaklara döken...
Başlanan, fakat bitirilemeyen ezan.
***
Mescid’in Bab’üs Selam Kapısı‘ndan girip, Rahmet Peygamberiyle ayetlerin tilavetini titreyerek dinleyip, Cibril Kapısı’ndan çıktığınızda yeni bir çağrı, yeni bir inkılâp bekler her vakit sizi; Bilâl’in ezanları.
Efendimiz, müezzini Bilâl’i çağırır, 5 vakit “coşaradım“ geldiğinde. Hiç eskimeyen şu terennüm dökülür tane tane; “Erihna ya Bilâl, erihna!..”
Ve Medine’nin Bilâlleri, dünyanın hiçbir yerinde tadamayacağınız senfoniyle bir ziyafet vermeye başlar. Yeryüzü mescidleri, iftar sofraları gibi şenlenir. Daha önce defalarca tattığınız “iltica kapısı”nın şükür şemsiyeleri, ruhu hazan mevsiminden alıp haz mevsimine seyahat ettirir. Kevser damlacıkları, meleklerin seremonisiyle ruhunuza damlayıverir.
Ezan-ı Muhammediye...
Kurtuluşu muştulayan, risaleti haykıran, akti 5 vakit tazeleyen, güneşi peşine takarak âlemleri şûlesine hayran bırakan, elle tutulan ve tutulmayanı BİR huzurunda cemleyendir; EZAN.
Ve sonrasında; “Allah’ım!.. Ey bu davetin ve kılınacak namazın Rabbi, MUHAMMED’e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ver. Onu, kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud’a ulaştır” duasıyla şefaate kapı aralayandır; EZAN.
***
Ezanların başkaca okunduğu bir belde daha vardır; kandillerinden nûr damlayan 7 tepeli İstanbul.
Ezan-ı Muhammedî, makamdan makama geçerek bir başka cüş-i huruş eyler bu beldenin semalarında.
Bilâllerin yanık sesinde, Abese’yle müjdeli âmâ Abdullah İbn-i Mektûmların nefesinde.
Sabâ, Dilkeşhâveran, Rast, Hicaz, Hicaz, Segah, Uşşak, Bayatî, Nevâ makamları birbiriyle raks eder, payitahtın üzerinde.
Müslimi hayran, gayrimüslümi hayran...
“Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster...” diyen Nâzım hayran...
“Şu ezanlar ki, şehâdetleri dinin temeli...” diyen Âkif hayran...
Bu ilahi tınıya kulağı olan herkes hayran.
Bu şehirde camiler, Fetih ve Fatih’ten beri ezanları Bilâl’in dilinden bir başka konuşur. Öyle bir muhabbet ki, minareden minareye gidip gelirken Marmara’da medcezirler oluşturur.
***
Ve önce semaya yükselir... Sonrasında sokaklara düşer; efsunkâr tınısıyla meşk edecek ruhlar arar... Gönülleri yakar-yıkar; fakat târûmar etmez asla. Hiç eskimeyen haberler verirler medeniyetler ötesinden.
Çift minareli selâtin camilerinde, çifte ezanlar okunur şerefelerden. Sultanahmet‘ten rast makamında yükselen sese, tek kubbeli ve sol minareli Firuz Ağa Camii karşılık verir. Caddelerde yürüyenler, ara sokaklarda demlenenler ve dahi ecnebiler vurgun yemişcesine gibi dakikalar süren bu ilahi düeti dinler. Heyhat ki, dinleyenler arasında sadece Ayasofya mahzun. Uşşak makamında çağrıya başlayan Nuruosmaniye‘ye, önce Gazi Atikali Paşa Camii, daha sonra ise Mahmutpaşa Camii katılır. Bu üçlünün sunduğu ilahi senfoniye melekler bile gıpta eder. İstanbul fethedilmezden önce fethedilen ensar ruhlu Üsküdar; Marmara Boğazı’nı aşıp payitahta ulaştırıverir, Valide Camii ve Mihrimah Sultan‘ın arasındaki cezbeyi.
Ne tuhaf… Bu geleneği başlatan “müjdeli komutan”ın mabedi yalnızdır, onca kalabalıklar arasında. Sitem edecek, sesine ses verecek bir kimsesi yoktur yanında, yakınında. O da başlar kendi minareleri ve şerefeleri arasında rast ve uşşak makamında hasbihâle. Bir minare ezanca konuşur diğeri susar, diğeri Bilâlce üfler ruhunu semaya, nûrdan bir şûle olup Fatih’in üzerine düşer.
Hû hûlara belenir ezanlar; sarı taşlı mabedlerce, beyaz benizli Bilâllerce sabahtan öğleye, ikindiden akşama, yatsıdan fecre kadar... Secdeye kapanıp, uzanır mesafesizce; mahyalarından nûr hâleleri damlayan Ramazanlara, yetimlerin başlarının okşandığı Bayramlara, Kubbet’ul Hadra’nın altında yatanlara, Gül’ün izinden mi’raca kadar...
***
Bir düşünsenize ezan olmasa; kulaklara ne üflenecekti? Ezan olmasa; mü’minler mi’raca nasıl yükselecekti? Ezan olmasa; nasıl tutulacaktı oruç, bırakılacaktı tutulduğu gibi...
Bir düşünsenize ezanda kulağı olmayanın; nelerden mahrum kaldığını...
----
Hamiş: Çoğumuzun farkında olmadan dinlediği çift ezan geleneği Fatih Sultan Mehmed'in bir vasiyeti olup, çift minaresi bulunan bütün selâtin camilerinde okunmaya devam ediyor.