Haberin Kapısı
2024-01-11 18:09:54

Fatih Camii Fethin Mührü

Sabri Gültekin

halilsivasi@yahoo.com 11 Ocak 2024, 18:09

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinin ardından, Medaris-i Semâniyye’yi inşa etmeden önce eğitimin kesintiye uğramaması için bazı kiliseleri medrese haline getirmiş. Ayasofya’da papaz odalarında kurduğu ilk üniversiteden sonra, Pantokrator Manastırı’nı da medreseye çevirip İstanbul Üniversitesi’nin temelini attırmış. Müderrisliğini Molla Mehmed’in yaptığı Pantokrator Manastırı, Fatih Külliyesi Medreseleri yapılana kadar medrese olarak kullanılmış. (Bu süreçle birlikte önce medrese, daha sonra ise bütün semt Molla Mehmed’in lakabı olan ve Farsçada “anlayışlı, uyanık, zeki” anlamına gelen “Zeyrek” ismiyle anılır olmuş) Yapı, Fatih Külliyesi’nin inşasından sonra cami olarak faaliyet göstermeye başlamış.

***

Fatih Camii, ulu bir mâbed olmasının yanında İstanbul’un ilk üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nin Zeyrek ve Ayasofya Medreseleri’nin arkasından ilim ve bilime hizmet etmek için kurulan Fatih Sahn-ı Semân Medreseleri’nde okutulacak eserler, Fatih Sultan Mehmed, Molla Hüsrev, Ali Kuşçu ve Vezîriâzam Mahmud Paşa tarafından belirlenerek eğitim sağlam temeller üzerine oturtulmuş.

Medresede kelâm, fıkıh ve fıkıh usulü, felsefe, geometri, aritmetik ve astronomi gibi ilimler tahsil edilmiş. Molla Hüsrev, Hocazâde Muslihuddin Efendi, Molla Lutfi, Şeyhülislâm Alâeddîn Arâbî Efendi, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislâm İbn Kemal Paşa, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi gibi bir çok müderris ve devrin önemli şahsiyetleri burada yetişmiş.

Fatih Sultan Mehmed’in Fatih Camii’nin çevresinde kurduğu sekiz medrese, İslâm ilimleri alanında bir asır boyunca imparatorluğun en önemli öğretim kurumu olmuş. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde matematik, astronomi ve ilahiyat alanında en yüksek düzeye erişmiş.

Akdeniz (Bahr-i Sefid) ve Karadeniz (Bahr-i Siyah) isimleriyle bilinen Fatih Sahn-ı Semân Medreseleri’nin unutulmaya yüz tutmuş o kadar çok zenginliği var ki, çoğumuz farkında bile değiliz.

***

Bizans’ın büyük değer verdiği Havariyyun (Kutsal Havariler) Kilisesi, Büyük Konstantinus tarafından kendisi için mezar kilisesi olarak yaptırıldığı ve Ayasofya’dan sonra en büyük kilise olarak bilinmektedir.

İstanbul’un fethinden sonra harap bir halde olan Havariyyun Kilisesi’ni gören Fatih Sultan Mehmed, patriğin 1455’te başka bir yere taşınmak istemesi üzerine ona diğer bir kiliseyi bağışlayarak buranın yerini kendi adına yaptıracağı külliyeye tahsis etmiş. Ardından muhteşem bir medeniyet algısı göstererek, kendini Kayser-i Rûm (Roma İmparatoru) olarak tanımlayacak bu kilisenin üzerine bir camii ve medrese yapılmasını emretmiş.

Bunun üzerine 1461 yılında Konstantinus tarafından kendisi için mezar kilisesi olarak yaptırıldığı ve Ayasofya’dan sonra en büyük kilise olan yıkık dökük vaziyetteki Havariyyun Kilisesi’nin üzerine 1463-1470 yılları arasında Sinânüddin Yusuf bin Abdullah’a (Atik Sinan) Fatih Camii ve Külliyesi inşa ettirilmiş. (Semavi Eyice, Fatih Camii ve Külliyesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 12)

Tarihçilerin “feth-i mübin” diye vasıflandırdığı İstanbul’un fethinden sonra Fatih Camii ve Külliyesi, Osmanlı Türk mimarîsinin İstanbul’da ilk inşa ettiği ve geliştirdiği âbidevî eserlerin başında gelmektedir. Fatih, şehrin en yüksek tepelerinden birine bu yapıyı inşa ettirirken bir geleneğin de önderliğini yapmıştır. Yani bir anlamda Fatih Camii, temâşâsına doyulamayan yedi tepenin üzerinde kurulu kandil gibi parlayan bütün yapıların öykündüğü bir mekândır.

Yapı ilk inşa edildiğinde cami ile birlikte 16 adet medrese (medreselerin bir kısmı yol çalışmaları sırasında yıkılmış, günümüze ise 8 tanesi ulaşabilmiştir), dârüşşifa(hastane), tabhâne (konukevi), imarethâne (aşevi), kervansaray, hamam, sıbyan mektebi, kütüphâne, muvakkithâne ve çarşıdan oluşmaktaymış. Değişik dönemlerde meydana gelen depremlerde diğer eserler gibi büyük zararlar görmüş. 1509 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak adlandırılan büyük zelzelede, Fatih Camii’nin kubbeleri büyük hasar alırken, külliyenin dârüşşifâ, imâret ve medrese gibi yapıları zarar görmüş.1557 ve 1754 depremlerinde yeniden hasar gören cami, onarılmışsa da en büyük yıkımı ise 1766 yılında Kurban Bayramı’nın üçüncü günü meydana gelen şiddetli depremde büyük kubbesinin çökmesi, minarelerinin şerefeden yukarısı yıkılması sonucu yaşamış. Harabeye dönen yapıda sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, avlu ortasındaki şadırvan, caminin taç kapısı, mihrabı, şerefe altına kadar minare kaide ve gövdeleri ayakta kalmış. Bir de Fatih Sultan Mehmed tarafından Türk astronom, matematikçi ve dil bilimci Ali Kuşçu’ya yaptırılan İstanbul’un ilk güneş saati. (1473 yılında bizatihi Ali Kuşçu tarafından Fatih Camii’nin minare kaidesine yapılan saat, İstanbul’daki Osmanlı dönemindeki en eski güneş saatlerinden olmasıyla öne çıkıyor. Bu güneş saatiyle zaman ve namaz vakitleri, milin gölgesinin düştüğü açıya göre belirleniyor. Güneş saati, o günden bugüne hâlâ gelişen teknolojiye meydan okuyor.)

Fatih Camii, 1767-1771 yılları arasında devrin padişahı Sultan Üçüncü Mustafa tarafından dönemin Hassa Başmimarı Mehmed Tâhir Ağa’ya âdeta yeniden inşa ettirilerek bugünkü haline dönüştürülmüş.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın, “Memleket camileri içinde bu mâbed, vücûda nisbetle bir baş gibidir” dediği büyük bir simgesel değeri olan Fatih Camii, bu anlamda Türklüğün ve İslâmiyet’in mührü gibidir.

***

Boyacı, Börekçi, Çorba, Türbe Kapısı gibi büyük kapıları bulunan Fatih Külliyesi’nin Fatih Dönemi’nden aslını muhafaza ederek günümüze kadar ulaşan Çorba Kapısı’ndan girip, hazirenin yanından yürürken, Sultan Birinci Mahmud Kütüphanesi’nin (kütüphaneye ait kitaplar, Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir) yanındaki kapıdan ulu mâbede girerken Fatih Sultan Mehmed Han’ın Vakfiyesi göze çarpıyor.

Bu mâbedi ulu kılanlar öyle bir vakfiye düzenlemişler ki, işte buna günü kurtarmak değil, geleceği inşa ve ihya etmek denir. Fatih Sultan Mehmed 1453’te öyle bir anlayış ve gelecek inşa etmiş ki, dünya durdukça bu anlayış dâim ve kâim olacak. Ne yazıyor kapının yanına Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından asılmış vakfiye metninde:

“FATİH SULTAN MEHMED HAN VAKFİYESİ / FATİH CAMİİ İLE İLGİLİ VASİYETİ

-Her Cuma günü Cuma namazından önce Kuran-ı Kerim okumak üzere on hafız tayin olunsun.

- Her gün sabah namazından sonra bir hatim okumak üzere yirmi sâlih kişi tayin olunsun.

- Her gün sabah namazından sonra 70.000 (yetmiş bin) Kelime-i Tevhid okumak üzere yirmi sâlih kişi tayin olunsun.

- Her gün sabah namazından sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e 10.000 (on bin) salavat-ı şerife getirmek üzere on kişi tayin olunsun.”

Ne âlâ.

Osmanlı, Vakıf Medeniyeti’ni sadece mimarî şaheserler inşa ederek cihana miras bırakmamış. Her taşa ruh katarak inancının ilelebed pâyidâr olması için kullukla, şükürle, besmeleyle, hamdeleyle, selveleyle taçlandırıp ihya etmiş. Çifte ezanlarla ruhlara dokunup, aşk ile ibadet edenleri cem eylemiş.

Tabi hep böyle olmamış!.. Bazı dönemlerde kara bulutlar dolanmış ulu mâbedin üzerinde. Ezandan rahatsız olanlar, (30 Ocak 1932 / 16 Haziran 1950 yılları arasında ezan Türkçe okutuldu) kutlu çağrının şifreleriyle oynamış. İlk Türkçe ezanı Fatih Camii’nin minaresinden Hâfız Rıfat’a okutup, Fatih Sultan Mehmed’in kemiklerini sızlatmış. Türkçe ezan saçmalığı yüzünden bu millet 18 yıl “ezan travması” yaşamış.

Türkiye, Türkçe ezan hayalleri kuran darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Umre’de “Malezyalı, İranlı, Amerikalı ezanı kendi dillerinde okursa, din dinlikten çıkar” diyerek hidayete(!) ermesiyle, “2. Türkçe Ezan Vak’ası” son anda teğet geçmiş.

Allah o kara günleri bu millete bir daha göstermesin. Âmin.

***

İstanbul’un kalbi niteliğindeki Ali Kuşçu Mahallesi kâdim bir semt. Buradaki Fatih Camii ve külliyesi aradan geçen asırlara rağmen hâlâ fethin simgelerinden biri olarak misafirlerine geçmişin rûhunu fısıldıyor.

Fatih’in emanetini devralanlar, “Müjdeli Komutan”ın huzurunda boyun büküp, Fatihalar gönderiyor... Fatih Sahn-ı Semân Medreseleri’ndeki Kur’an hâdimleri ruhlar şenlendiriyor. “Müjdeli Sultan”ın huzurunda gönüllerden firar eden dualar, dillerde aşka gelerek Yer ve Göklerin Sahibine ulaşıyor. O gün bugündür mübarek mekan ihlas, huşû ve huzur içinde Rabbine iltica etmeyi özleyen mü’minlerle dolup taşıyor.

Fatih Sultan Mehmed, sonsuzluk uykusuna durduğu ebedi istirahatgâhında “âmin”ler arasında hâlâ huzur dağıtıyor. “Çağ kapatıp, çağ açan” 571 yıllık ruhun tazeliğini haykırıyor. Ulu mâbedde ülkeleri, renkleri, dilleri, ırkları, meşrebleri, mezhebleri farklı; dinleri birler cem oluyor...

Hünkâr mahfiline açılan devâsa kapının karşısındaki binek taşının hemen çaprazında bulunan kırmızı bir nokta oradan geçenlerin dikkatini çekiyor. 23 Şubat 1979’da Cum’a namazı çıkışında, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta şehid edilen rahmetli Metin Yüksel’in Allah-û Ekber nidaları hâlâ tazeliğini koruyor.

***

ULULAR MECLİSİ HESAP GÜNÜNÜ BEKLEMEKTE...

Osmanlı protokolünün âdeta törendeymiş gibi bir arada görülmesine imkân veren Fatih Camii hazîresi, birçok devlet adamı ve ilmiye mensubuna ev sahipliği yapıyor. Fatih Sultan Mehmed’in türbesinin yanındaki hazîrede medfun bulunan ulular meclisinde; Fatih’in eşi ve İkinci Bayezid’in annesi Gülbahar Hatun, Sadrazam Mustafa Naili Paşa, Sadrazam Abdurrahman Nureddin Paşa, Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Şeyhülislam Amasyevi Seyyid Halil Efendi, Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi, Ahmet Cevdet Paşa, Maarif Nâzırı Emrullah Efendi, Hattat Yesârî Mehmed Esad Efendi, Hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi, Mutasavvıf ve Fatih Türbedârı Amiş Efendi, Selâtin Camileri Vâizi Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Ahmed Midhat Efendi, Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa, Ali Emirî Efendi, Halil İnalcık ve daha niceleri hesap gününü beklemekte...

*

Tarihî cami, külliye ve hazîre asırların yorgunluğunu bütün yenileme çalışmalarına rağmen belli ediyor. Cami, türbe ve döneminin önemli isimlerine ev sahipliği yapan hazîre her ne kadar 2008-2012 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek yıkılmaktan kurtarılsa da, çevresi durmaksızın değişiyor.

Şekerci Han, Efdalzâde Camii ve İkinci Mahmûd Han Çeşme ve Sebili gibi tarihî yapıların bulunduğu İslambol Caddesi, Malta Çarşısı ve Fatih Camii’nin bahçesi âdeta yeni bir fetih yaşıyor. Nereye bakılsa yurtlarından sürülen sığınmacı... Malta Çarşısı’nın ticareti tamamen Suriyelilerin elinde... Çarşıya girenler kendini burada Suriye’deymiş gibi hissediyor...

Ekim ayında âdeta yazı yaşayan İstanbul, Ocak ayında kışın ayazı ve ilkbaharın müjdecisi yağmurlarla ıslanıyor. Fatih Camii’nin kubbesinden duvarlarına sızan rahmet damlacıkları değdiği yeri şenlendiriyor. İstanbul uzun bir süreden sonra tekrar rahmete kavuşuyor.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın, “Memleket camileri içinde bu mâbed, vücûda nisbetle bir baş gibidir” dediği ulu mâbedi ne kadar anlatabildik, bilemedim. Evliya Çelebi’nin “Anadolu’nun El-Hamrası” Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa’sını ziyaretinde tarihe not düştüğü, “Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır” ifadesi geliverdi aklıma. Bağışla ey taşın aşk ile işlendiği ulu mâbed; seni anlatmaya dilim lâl, aciz kaldı kalemim.

Fatih Camii bağlamında İstanbul’un şifrelerini çözmeye devam edeceğiz. İnşallah.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.