Yüzyıl öncesinin Ortadoğu’suna ve onun bir parçası olarak Güneydoğu’ya beyaz perde üzerinden bakmak isteyenlere, başrolünü Nicole Kidman’ın oynadığı “Çöl Kraliçesi-Queen of the Desert” filmini öneririm. Ancak baştan belirtmek isterim ki, sanat eseri olarak kötü bir film. Üstelik hakikatleri yansıtmak için değil, hayatı filme konu olan İngiliz ajanı Gertrude Bell’i, arkeolog ve seyyah olarak tanıtarak aklamak ve şirin göstermek için çekilmiş bir film. Aynı zaman Gertrude Bell üzerinden İngilizlerin yardımseverliklerini göstermek ve Ortadoğu politikalarını aklamak… Arka planını okuyarak bu filmi seyredenler, yüzyıl öncesinin verileriyle bugünün okumasını daha rahat yapabilirler.
Kullanım tarihleri sona ermiş olan diktatörleri devirmek ve böylece demokrasi(!) getirmek için Arap Baharı adıyla İslam dünyasında başlatılan operasyon, sürekli tekrarlanan bir filmin yarıda kalan son sahnesi oldu. Filmin akıbeti de belli değil. Çünkü senaryoda kendisine susma ve sinme rolü verilen ”millet”, Anadolu sahnesinde esas oğlan rolünü aldı, seti dağıttı, senaryoyu yırttı. Figüranlar sustu, yönetmen şoka girdi. Dahası milleti zillete götürecek, kendi menfaati uğruna her rolü üstlenen “yerli figüran” set dışına atıldı.
Malum olduğu üzere bu oyun ve filmlerin senaryosu “İngiliz aklı, Amerikan Parası” ile yazılmakta, kandırılmış Ortadoğulu figüranlar tarafından oynanmaktadır. Ancak Jön rolü NATO kıyafeti giymiş ABD’nin. Güneydeki “gülen ülke” ise kenarda görünse de sofranın başköşesinde.
Bugün yaşadığımız baş döndüren gündemden bir an uzaklaşarak yüz yıl öncesine gidelim. Osmanlı Devleti’nin son demlerine… Yaşadığımız coğrafyanın müflis tüccar malı gibi yağmalandığı günlere… O günler, yaşadığımız günlerin sanki bir kopyası idi. Yedi düvel bir araya gelmiş, Osmanlı mirası ve İslam’ın son kalesi Anadolu’ya bütün güçleri ile abanmakta idi. Türkü, Kürdü, Çerkezi vs. tek yürek ve çelik bir bilek olarak Kurtuluş Destanı yazdı. Anadolu, o gün de yenilmedi bugün de yenilmedi. Dün Seyit Onbaşı vardı, bu gün Ömer Halisdemir. Batı, o gün çok bozulmuş ve fiyakası çizilmişti. Bugün daha kötü durumdalar: kırk beş günlük bir şoka girdiler. Bunun için daha fazla hırçınlaşacaklar. Ancak, uyuyan bir devi uyandırdılar. Dün ameliyatı beğenmeyen “Hasta Adam” masadan kalkmıştı. Bugün bedenini bölmek isteyenlerin ellerindeki neşteri kendi eline aldı.
Batı dün olduğu gibi bugün de plan yapmaktan vazgeçmeyecek. Bu planların tamamı “Haçlı Ruhu” nun değişik bedenlerdeki tezahürüdür. Yüzyıl öncesi başlatılan işgalin arka planına dair ilgililerinin çok yakından tanıdığı üç portreyi bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Mark Sykes (ö. 1919), Gertrull Bell(ö. 1926) ve Lawrence(ö. 1935). Üçü de Ortadoğu ve Güneydoğu Anadolu’nun şekillenmesinde etkili olmuş kişiler. Üçü de İngiliz…
Mark Sykes, 1916 tarihli gizli bir anlaşma olan Sykes-Picot anlaşmasının mimarlarından. Bölgeyi bütünüyle dolaşmış, fotoğraflamış ve bunları “Daru’l-İslam” adıyla yayınlamış. Eserin İngilizcesi internette Pdf olarak bulunmaktadır. Şırnak’a ait en eski fotoğraflar bu eserde yer almakta.
Gertrude Bell, yukarda bahsettiğim filmde hayatının zahiri anlatılmaktadır. Bu bayan, “Çölün Kızı” ve “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak tanındı. Çünkü başta Irak olmak üzere birçok ülkenin sınırlarının belirlenmesinde onun büyük katkısı oldu. Onu “Kraliçe” olarak tanımlayan zavallılar, bütün sınırları bir gün sorun çıkarmak üzere çizdiğini düşünemediler. Cudi Dağı’nın tepesine kadar çıkarak oradaki rölyefler hakkında araştırma yapan ilk kişi odur. Karkamış’ta da arkeolojik kazı yapmıştır. Bölgeyle ilgili, bazıları Türkçeye de çevrilmiş birçok kitabı bulunmaktadır. İlgilileri için bölgede çektiği bütün fotoğraflar, yıllara göre tasnif edilmiş şekilde Newcastle Üniveristesi’nin sitesinde yer almaktadır (bkz. //www.gerty.ncl.ac.uk/photos.php)
Arabistanlı Lawrence olarak bilinen ve Gerdrude Bell’in de arkadaşı ünlü ajan Thomas Edward Lawrence hakkında, eşcinsel olduğuna kadar birçok bilgi bulunmakta. Ben yalnızca konumuz açısından anlatılan bir anekdot paylaşmak isterim.
Birinci dünya savaşının en yoğun günlerinde Cizre ve Şırnak’ın Suriye’ye katılması için yoğun bir faaliyetin olduğu günlerde, Lawrence, bugün Irak sınırında bulunan Zaho’dan Cizre yakınlarına gelerek halkı Osmanlı Devletine karşı olmaları için ikna etmeye çalışır. Doğrusu sayısı az da olsa ikna olanlar da olur. Ancak istediğini gerçekleştiremez. Beş altı kişilik bir ekip bırakarak kendisi ayrılır. Bu şahıslardan biri Uludere bölgesine geçer. Onun bölgeye ne için geldiğini öğrenen, vatan nöbetindeki Hasan isminde bir şahıs, adamı öldürür. O şartlarda, kimilerine göre bu deliliktir. Artık adı Heso Dino olur. Dino, Kürtçe’de deli demektir. O günlerde Lawrence’in morali çok bozulur ve şöyle dediği rivayet edilir: “Türk ile Kürt’ü, İslam oldukları sürece birbirinden ayırmak zor. Bunun için Kürtleri dinlerinden uzaklaştırmak lazım. Bu da yüz yıl alır.” Söz 1915’te söylenir. Şimdi 2016 yılındayız. Şimdi düşünme zamanı…
Bu üç silahşorun başımıza ördüğü çorap ortada… İnanın şimdi Güneydoğuda daha fazla ajan kaynıyor. Sonucunu sonra göreceğiz… Kimlerle olduklarını mesela…
İster yerli olsun ister yabancı olsun bu millet yüzüne her gülenin dost olmadığını öğrendi.
Artık devlet ve kamu kurumları, stratejik bir yönetim için bilimi kullanmalı ve bilim adamlarından istifade etmeyi devlet geleneği haline getirmelidir.
Yoksa iş hep millete kalacak.
Eyvallah, endişe yok. Bu millet, tarih yazmasını bilmeyebilir ama tarih yapmasını çok iyi biliyor.