“Yeni Nesil Gazetecilik Çalıştayı”nın sona yaklaşması ile camilerden ezan sesleri yükselmeye başlıyor. Batman Üniversitesi'nin karşısındaki tepede mimarisiyle dikkat çeken Necat Nasıroğlu Camii’ne yoldaşım Yenisöz gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Temel Emiroğlu ile coşaradım koşuşturuyoruz. Şafiilerin yoğun olduğu cemaatle cem olup Cuma namazını edâ ediyoruz.
Necat Nasıroğlu Vakfı tarafından 164 bin metrekarelik alan üzerinde inşa edilen ve açılışı 2023’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan külliyede; 8 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği dijital kubbeli cami, 300 kişilik kütüphane, 1000 kişilik konferans salonu, 600 kişilik taziye evi, Kur'an kursu, gençlik merkezi ve otopark bulunuyor.
Duaların birbirine karıştığı bu mâbed, arınmaya gelen misafirlerine huzur veriyor.
Batman Valisi Ekrem Canalp’ın daveti, İnternet Gazeteciliği Derneği’nin (TİGAD) organizasyonu ile Türkiye’nin dört bir yanından “Dijital Medya Çalıştayı ve Batman Kültür Gezisi” programına iştirak eden meslektaşlarımızla huzur veren bu mekandan “İlim Çin’de bile olsa gidip onu alınız” şiarının ete kemiğe büründüğü Batman Şehit Şenay Aybüke Yalçın İl Halk Kütüphanesi’ne geçiyoruz.
Kapıda bizi Batman Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet İhsan Aslanlı beyefendi karşılıyor.
Yazımıza başlarken ne demiştik; “Eğitim Şart". Kütüphaneye, topluma faydalı bireyler yetiştirmek için sevdiklerinden ayrılıp bu topraklara gelerek büyük bir fedakârlık örneği sergileyen öğretmen Şenay Aybüke Yalçın’ın ismi verilmiş.
Neden mi? 2016’da atanıp, 9 Haziran 2017’de ilk görev yeri olan Batman’ın Kozluk ilçesinde öğrencilerine karne dağıttıktan sonra evine dönerken teröristler tarafından hunharca katledildiği için. Daha 22'sinde, hayatının baharında dalından koparıldığı için 18 Kasım 2020’de hizmete açılan bu ilim yurduna Şehit Şenay Aybüke Yalçın İl Halk Kütüphanesi ismi verilmiş.
Dışarıda kısa bir bilgilendirme yapan Mehmet İhsan Aslanlı beyefendinin heyecanını içeriye girer girmez daha iyi idrak etmeye başlıyoruz.
Kütüphane girişinde, ziyaretçileri karşılayan “M” şeklindeki dört sütun; Mezopotamya'yı (Latincede nehirler arası anlamına gelen “mezos potamos”) temsil ediyormuş. “M” harfi, bilginin temeli olan uygarlığın ve insanlığın doğuşuna atfediliyormuş. Ayrıca eşitlikçi bir yaklaşımla kültür, tarih ve bilgi yükünü taşıyan ve gelecek nesillere aktaran insanı sembolize ediyormuş.
*
Okuyuculardan gelen kitapları teslim alan ve dezenfekte eden otomat, kitapseverlere 7/24 hizmet veriyormuş. Sayaçlarda günlük ziyaretçi sayısının öğlen saatlerinde 2 binlere yaklaştığını görünce şaşırıyoruz. Bu şaşkınlığımız her salona girdikçe, her kata çıktıkça daha da artıyor.
Batman kütüphanecilikte yeni bir çığır açmış. 2021 yılında Uluslararası Kütüphane Dernekleri ve Kurumları Federasyonunun (IFLA) düzenlediği “Yılın Halk Kütüphanesi Yarışması”nda dünyada tanınmayı hak eden 32 kütüphaneden biri olarak seçilmiş.
Aynı anda 1241 kişiye hizmet verme kapasitesine sahip olan kütüphane, kitaplarla birlikte “dijital çağ”ın bütün imkânlarını ana okulu çağından üniversitelisine kadar geniş bir yelpazeye hizmet veriyor. Batman'da geçmişte yaşanan sıkıntıların tekerrür etmemesi için muazzam bir nesil yetişiyor.
Her bölümünü, her katını gezerken âdeta büyülendiğimiz kütüphanede yok, yok. Devlet bütün imkânlarını seferber etmiş.
Batman’da artık silah değil, kalem tutan “Bilgi Çağı”nın neferleri, dünyayı daha yaşanılır kılmak için kafa yoruyor. Kütüphanenin kolonlarına isimleri yazılan bilim tarihine imza atmış Cezirî’den Yunus Emre’ye, İbn-i Sina’dan Uluğ Bey’e, Yunus Emre’den Ali Emirî’ye ünlü simalar yeni nesillere örnek olmaya devam ediyor.
***
MOR KURYAKOS MANASTIRI’NA NEŞTER...
Bilginin sonu yok, artık başka bir mekâna, başka bir zamana revân olma vakti...
Nereye?.. Mor Kuryakos Manastırı’na.
Konvoy hâlinde nohut tarlaları, su kanalları, fıstık ağaçları ve koyun sürülerinin arasından geçerek Batman’a yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki Beşiri ilçesine bağlı Ayrancı köyünde bulunan “Turabdin” olarak bilinen bölgenin en kâdim manastırını görmeye gidiyoruz.
İlk çağdaki sınırları Dicle Nehri’nin güney kıyısından başlayıp Suriye sınırına kadar uzanan ve dini yönetim açısından Hasankeyf’teki Piskoposluğa bağlı olan bölgeye Turabdin deniliyormuş. Süryani Hıristiyanları tarafından kutsal kabul edilen Turabdin Bölgesi’nin en uç noktasındaki Mor Kuryakos Manastırı, bu bölgede yer alan 80’e yakın kilise ve manastırlar içinde önemli bir yer tutmaktaymış.
Manastırın yapım tarihi hakkında bir bilgi bulunmamakla birlikte, 4'üncü yüzyılda Halep’ten Turabdin Bölgesi’ne gelerek insanları vaftiz edip Hıristiyanlaştıran misyoner keşişler, özellikle Kuzey Mezopotamya Ovası'na hakim tepe ve kayalıklar üzerine manastırlar kurmayı bir gelenek haline getirmiş.
Bu verilere göre Mor Kuryakos Manastırı, İlk çağ Hıristiyanlığın fetret devri olan M.S. 5. Yüzyılda yapılmış. Çünkü 5. Yüzyılda yapılan kilise ve manastırlarda çan kulesi yapma geleneği yokmuş. Mor Kuryakos Manastırı’nda da çan kulesinin bulunmayışı, 5. Yüzyılda yapıldığına işaretmiş.
Mor Kuryakos Manastırı, dehlizlerle yeraltına uzanan bir yer altı katıyla birlikte 3 katlı bir yapı. Büyük bir bölümü yıkık durumda olan 2 bin 500 metrekare alan üzerine kurulu Mor Kuryakos Manastırı’nda, birbirine bitişik çok sayıda ve farklı ölçütlerdeki odaların mevcut olması, buranın ibadethane, medrese ve inziva yerinden oluşan bir külliye olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti döneminden günümüze kadar gelen ve azınlıklara gösterilen hoşgörüden dolayı imparatorluk sınırları içinde kalan birçok yerdeki manastır ve kiliselerde devletçe yapılan tadilat ve onarımlar, Mor Kuryakos Manastırı’nda da kendini göstermiş. 17. yüzyılın sonuna kadar birçok defa devlet tarafından onarılan Mor Kuryakos Manastırı’na, bu tarihte üst kat ilave edilmiş. Bu onarımlar esnasında Hasankeyf’ten taş ustaları getirilerek Mor Kuryakos Manastırı’nda çalıştırılmış. Mor Kuryakos Manastırı ile birlikte, Turabdin Bölgesi’nin engebeli yapısı üzerine serpiştirilmiş olan bu gizemli ve eşsiz mimarî güzellikteki manastır ve kiliseler 1940’lı yılların başına kadar faalmiş. Ancak bu tarihten sonra son cemaati de manastırı terk edince, burada hiçbir Hıristiyan kalmamış. Cemaati kalmadığından birçoğu metruk duruma düşmüş.
Yaklaşık 100 kilogram ağırlığındaki manastır çanı ve çok sayıda el yazması kitap ve İnciller ile manastıra ait değerli eserler, Midyat’taki Mor Gabriel Manastırı’na götürülerek koruma altına alınmış.
Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek koruma altına alınan manastır, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Diyarbakır Rölöve Ve Anıtlar Müdürlüğü’nün idaresinde 410 günde bitirilmek üzere 06.10.2022’de büyük bir restorasyona alınmış. Bir tarihi eser daha yok olup gitmekten kurtarılmış.
***
VER ELİNİ HASANKEYF!...
Manastırın yukarısındaki Ayrancı Köyü Camii’nde namazlarımızı kıldık, ikram edilen hedik ve Sason çileklerini yedik, üstüne de güzel bir ayran içtik.
Ver elini Hasankeyf.
Raman Dağı'nın zirve ve eteklerindeki kuyulardan petrol çıkaran at başı adı verilen mekanik sistemlerin yanından geçerek ünü sınırları aşan Hasankeyf'e doğru yol alıyoruz.
Heyecan dorukta.
Batman’a ayak basışımızın ikinci gününde valilik ziyareti, TİGAD Dijital Medya Çalıştayı programı, Necat Nasıroğlu Camii’nde Cuma namazı, Şehit Şenay Aybüke Yalçın İl Halk Kütüphanesi ve Mor Kuryakos Manastırı ziyareti derken sadece çağları değil, hayalleri aşan bir mekandayız. Uygarlık ve medeniyetlerin geçit merasimini hep fotoğraflarına bakıp iç geçirerek, anlatılanları film kareleri gibi belleğimize kazıyarak hayaline daldığımız Hasankeyf’teyiz.
Ilısu Prof. Dr. Veysel Eroğlu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi boyunca ilerledikçe silüetlerin yavaş yavaş netleşmeye başlamasıyla karşımıza tablo gibi bir belde çıkıyor.
Mihmandarlarımız Batman Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet İhsan Aslanlı ve Hasankeyf Müzesi’nde arkeolog olarak görev yapan Necdet Talayhan bir taraftan kadîm geçmişi günümüze taşırken, diğer taraftan kızıla çalan güneşi yakalama telaşında.
12 bin yıllık zamanı aşarak günümüze ulaşan belde ihtişamıyla göz kamaştırıyor. İlk durağımız Zeynel Bey Türbesi. Muhteşem. İnsanlar bakmaya doyamıyor. Fakat açık hava müzesi görünümündeki Hasankeyf’te görecek o kadar çok eser var ki, 360 derecelik kapsam alanında hangisine bakacağımızı şaşırıyoruz. Uygarlık ve medeniyetlerin geçit merasimi yaptığı sokaklardan Hasankeyf Müzesi’ne ulaşıyoruz.
Müzenin önünde bizleri karşılayan Hasankeyf Kaymakamı Mehmet Ali İmrak, yıllar öncesinden tanışıyormuşçasına tebessüm ederek “hoş geldiniz" diyor. 2023’ten beri görev yaptığı Hasankeyf’in 12 bin yıllık hâfızasını gezmeye davet ediyor. Kapıdan içeri adım atar atmaz 12 bin yıl öncesine ışınlanıyoruz. 4 bin metrekaresi kapalı, 96 bin 323 bin 26 metrekarelik büyük bir alanda kurulan Hasankeyf Müzesi ve kültür park alanı 2018’den beri faaliyet gösteriyormuş.
Ilısu Prof. Dr. Veysel Eroğlu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi kapsamında, kültürel varlıkları koruma kurtarma çalışmaları ile baraj gölü sahasında yapılan arkeolojik kazılarda çıkarılan eserlerin sergilendiği Hasankeyf Müzesi’ndeki bitki fosilleri, arkeolojik, etnoğrafik, sikke, tablet, mühür ve mühür baskısı, mimarî öğeler, taş eserler ile Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Demir, Ortaçağ, Roma, Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait 4 binden fazla eser ve canlandırmalar arasında yürürken insan âdeta büyüleniyor. Müzedeki eserler, kronolojik düzende, ait oldukları döneme ilişkin görsel canlandırmalarla ziyaretçilere kadîm zamanlarda yaşıyormuş hissi uyandırıyor. Binlerce yıl önce Dicle Nehri kenarındaki mağaralarda yaşayan insanların yaşam tarzlarının mum heykellerle yansıtıldığı müzede, kafeterya, fuaye ve multivizyon alanı, konferans salonu, çocuk eğitim atölyesi, müze mağazası, kütüphane, idari birimler, atölye ve laboratuvar yer alıyor.
Vakit iki yakayı birbirinden ayıran Ilısu Barajı’nın serin sularında teknelerle Hasankeyf’i Hasankeyf yapan mağara ve sarayları ziyaret etme vakti. Mehmet Ali İmrak beyefendinin rehberliğinde, halaylar eşliğinde geçmişten yeni bir geçmişe yolculuğa çıkıyoruz.
ŞÖHRETİ SINIRLARI AŞAN BELDE
Yukarı Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçiş güzergâhı üzerinde ve Dicle Nehri’nin kenarında kurulmuş olması nedeniyle stratejik öneme sahip olan Hasankeyf, heyecandan kalbinin ritmi değişen misafirlerini; ortasından akan Dicle Nehri’yle, iki yakayı birbirine bağlayan kadîm köprüsüyle, kartal yuvasını andıran kalesiyle selâmlayarak sırlarını paylaşıyor.
Kadîm mâzîsiyle ünü ülke sınırlarını aşan belde, bir taraftan içinde sakladığı sırlarını ifşa ederken, diğer taraftan heybetiyle uygarlık ve medeniyetlerin geçit merasimlerine eşlik ediyor.
*
Batman’a 37 kilometre uzaklıkta bulunan Hasankeyf’in ismi etimolojik olarak defalarca değişime uğramış. Önceleri kayalara oyulmuş barınakları nedeniyle, Süryanicede Kifo (kaya) kelimesinden türetilmiş Kifos ve Cepha / Ciphas (Mağaralar Şehri ya da Kayalar Kenti) olarak anılırken, daha sonra Arapçada “Hısnı Keyfa”ya dönüştürülmüş. Osmanlı topraklarına katılmasıyla birlikte “Hısnıkeyf” olan ismi zamanla Hasankeyf oluvermiş.
*
Hasankeyf, 12 bin yıl öncesine dayanan varoluş hikâyesine ulaklık eden Sümerler, Babilliler, Asurlular, Medler, Sâsânîler, Antik Romalılar, Bizanslılar, Emevîler, Abbasîler, Hamdanîler, Mervanîler, Artuklular, Selçuklular, Eyyübîler, Akkoyunlular, Osmanlılar ve en son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilmek ilmek işlediği güzellikler silsilesini hissettiriyor. Hissettirmekle de kalmayıp efsane ve masallara konu olan sarp kayalar üzerine kondurulmuş kalesiyle bellekleri çağlar ötesine götürüyor.
Geçmişi M.S. 4’üncü yüzyıla kadar dayanan Hasankeyf Kalesi, Sâsânîlerin Anadolu’daki Roma topraklarını tehdit eden güç hâline geldikleri dönemde İmparator II. Konstantios (337-361) tarafından bölgeyi korunmak maksadıyla inşa ettirilmiş.
Çok korunaklı ve ele geçirilmesi zor olan yapı, Bizanslıların doğuda yaptıkları en sağlam kale olarak kayıtlara geçmiş. Hasankeyf Kalesi’nin asıl adı “Hısno Koyfa” yani Kaya Kalesi’ymiş. Yaklaşık 300 yıllık Bizans hakimiyeti döneminde uhrevî bir işlev gören kale, İslâmiyet’in yayılmasıyla birlikte Abbasîler, Mervanîler ve Hamdanîlerin egemenliğinden sonra 638 yılında Halid Bin Velid’in komutanı İyaz Bin Ganem tarafından fethedilmiş.
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra Selçukluların Anadolu’ya girmesiyle birlikte bu bölgede hakimiyet kuran Artukoğulları Beyliği sınırları içinde kalan Hasankeyf, 1102-1232 yılları arasında Artukoğulları Beyliği’ne başkentlik yaparak en parlak zamanlarını yaşamış. Bu dönemde göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilerek önemli tarihî ve mimarî eserler inşa edilerek, devlet idaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiş.
1232’de Eyyûbîlerin eline geçen şehir, ardından ise Moğol istilasına uğrayarak yağmalara ve büyük tahribatlara sahne olmuş. Hasankeyf, 1260 yılında Moğollar tarafından istila edilince, halk şehri terk ederek çok korunaklı olan kaleye ve yamaçlardaki mağaralara sığınarak Hülâgû’nun zulmünden kısmen de olsa kurtulmayı başarmış.
Ardından önce Akkoyunluların, daha sonra Safevîlerin denetimine geçen yerleşim, 1515 tarihinde Osmanlı topraklarına katılmış. 1524 yılına kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı Eyyûbî yöneticilerince tarafından idare edilen Hasankeyf, bu tarihten itibaren Osmanlılar tarafından idare edilmeye başlanmış. 16. yüzyılda önemli bir merkez olan Hasankeyf, 17. yüzyıldan itibaren ise ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı-İran savaşları nedeniyle ticaretteki duraksamayla birlikte önemini yiterek zamanla kasaba hâline gelmiş.
*
İki kapısı bulunan Hasankeyf Kalesi’nin doğudaki kapısına İmam Abdullah Kapısı, batıdaki kapısına ise Sır Kapısı deniliyor. Kaleye basamaklı merdivenler şeklinde olan yollardan çıkılıyor. Kaleye su taşımak için Dicle Nehri’ne inen biri açık diğeri gizli iki takviye yol bulunuyor. 200’er basamaklı olan bu merdivenli yollar asırlara meydan okurken, kale duvarlarında kitâbeler dönemlerine ait bilgiler içeriyor.
Dicle Nehri kıyısında ve nehirden yaklaşık 200 metre yükseklikte olan kalenin içinde gizli geçitler ve iki saray bulunuyor. Ne zaman yapıldığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmayan yaklaşık 2 bin 300 metrekarelik alanı kapsayan Büyük Saray’ın Roma döneminde garnizon, Artuklu ve Eyyûbîler döneminde ise saray olarak kullanıldığı tahmin ediliyor. Eyyûbîler tarafından devasa taş kütle tıraşlanarak yapılan gizemli Küçük Saray’ın penceresi üstündeki aslan kabartmaları sevgiyi ve saygıyı temsil ediyor. Küçük Saray’ın içinde ayrıca Dicle Nehri’ne uzanan bir gizli geçit de bulunuyor. Geçmiş hayatların heybetli bir özeti olan bu yapı, Hasankeyf’in şaheseri olarak ayakta kalma mücadelesi veriyor.
*
Zirveden bakıldığında Dicle’nin üzerine gelinlik kızların gerdanlığını andıran sanat ve estetik âbidesi taş köprü bir taraftan asli özelliklerini kaybetmesine rağmen kalıntılarıyla “yıkılmadım ayaktayım!..” derken, diğer taraftan ise 1001 metrelik uzunluğuyla Türkiye’nin en önemli projeleri arasında yer alan Hasankeyf-2 Köprüsü’ne eşlik ediyor.
Savaş sırasında ahşap kısmı çıkartılarak, düşman askerlerinin kente ulaşmasını engelleyen yapı, Orta Çağ döneminin en büyük köprüsü olarak biliniyor. Özellikle ayakları üzerinde bulunan akrep ve aslan kabartmalarıyla dikkat çeken köprü, sanat ve estetiğiyle hâlâ görenleri hayran bırakıyor.
***
Tarihî yapılarıyla Türk-İslâm şehir tipinin en güzel örneklerinden birini oluşturan Hasankeyf, günümüzde bir müze-şehir özelliğiyle dikkat çekiyor. Kale ve köprüden başka Hasankeyf Mağaraları, Küçük Saray, Büyük Saray, kilise kalıntıları üzerine inşa edilen Ulu Camii, Mescid-i Ali Camii (On İki Mihraplı Camii), Rızık Camii, Süleyman Camii, Koç Camii, Kızlar Camii, Küçük Camii, Dicle Nehri’nin kenarında bulunan Uzun Hasan’ın torunu Zeynel Bey’in türbesi ve İmam Abdullah Türbesi bu yapılar topluluğu arasında öne çıkıyor.
***
HASANKEYF SULAR ALTINDA...
İnsanlık tarihinin en eski yerleşimlerinden biri olan Hasankeyf 1926’da Mardin’in Gercüş ilçesine bağlı iken, Batman’ın 1990 yılında il yapılması üzerine ilçe olarak Batman’a verilmiş. İki yakası Dicle Nehri tarafından ayrılan ve 1981 yılında bütünüyle sit alanı ilan edildikten sonra koruma altına alınan Hasankeyf, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında bulunan Ilısu Barajı’nın suları altında kalmış. Ilısu Barajı çalışmaları nedeniyle eski yerleşim yerinin sular altında kalması ihtimaline karşılık şehir Raman Dağı eteklerine taşınmış.
Hasankeyf’teki tarihî eserler, yeni yerleşim birimine taşınarak ilçenin tarihî ve kültürel dokusu da korunmuş. Ilısu Barajı kültürel varlıkları koruma ve kurtarma çalışmaları kapsamında, Artuklu Hamamı, Sultan Süleyman Camii, Koç Camii, İmam Abdullah Zaviyesi, Er-Rızık Camii ve minaresi, Eyyûbî (Kızlar) Camii, Zeynel Bey Türbesi ve diğer tarihî eserler Türkiye’de ilk defa uygulanan yöntemle baraj gölü alanından çıkarılıp 2 kilometre taşınarak Dicle Nehri kıyısında kurulan Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı’na yerleştirilmiş.
Hasankeyf, 2019 yılı Kasım ayında Ilısu Barajı’nın su tutması nedeniyle 2020 yılı Şubat ayından itibaren su altında kalmaya başlamış. Baraj suyunun yükselmesiyle ilçeye gelecek yerli ve yabancı turistlerin Hasankeyf Kalesi’ni gezebilmeleri amacıyla “antik liman” inşa edilmiş.
*
Büyük bir bölümü kırsalda yaşayan ve 7 bin 969 civarında bir nüfusa sahip olan Hasankeyf’in demografik yapısı Kürtler, Araplar ve Türklerden oluşuyor.
Tarihî ve doğal güzellikleriyle önemli turizm merkezlerinden olan Hasankeyf, yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. Mağaraların içinde ve Dicle Nehri kenarında yer alan mütevazı restoranlar ise tarih ve doğanın tarifsiz güzellikleri yanında damak çatlatan Lebeniye Çorbası, Soğuk Ayran Aşı Çorbası, Batman Usulü Mumbar Dolması, Kütülk, Kaburga Dolması, Şam Böreği, Perde Pilavı, Tırşik Yemeği ve Havdel gibi geleneksel lezzetleriyle hem mideyi, hem de ruhları şenlendiriyor.
***
KAZI ÇALIŞMALARI MEZOPOTAMYA TARİHİNE IŞIK TUTUYOR
Batman’ın Hasankeyf ilçesinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan buluntular Mezopotamya tarihine ışık tutuyor. İlk olarak 1984’te başlayan arkeolojik kazılarda bugüne kadar Asurlular, Sâsânîler, Bizans, Dört Halife Dönemi, Emevîler, Abbasîler, Hamdanîler, Mervanîler, Artuklular, Eyyûbîler, İlhanlılar, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait çeşitli kültür varlıkları gün yüzüne çıkarılmış.
Orta Çağ’ın hatta Türk-İslâm Medeniyeti’nin en önemli merkezlerinden biri olan Hasankeyf Höyüğü, GAP çalışmaları kapsamında inşa edilen Ilısu Baraj Gölü altında kalmış. Fakat höyük dışında yapılan kazı çalışmaları sonucu Hasankeyf Örenyeri’nde Roma, Erken Bizans, Artuklu, Eyyûbî, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemine ait önemli yapı ve yapı toplulukları bulunmuş. Ilısu Barajı kurtarma kazıları kapsamında bulunan olağanüstü buluntulara ve kazılarla ilgili bilgilere Hasankeyf Müzesi’nden erişilebiliyor.
Velhâsılıkelâm uygarlık ve medeniyetlerin geçit merasimi yaptığı “Hasankeyf anlatılmaz, yaşanır”.