İran…
961 yılında Gazneliler’le başlayan Türk Devletleri Hâkimiyeti, 1040 yılında Selçuklular ile devam etmiş, İlhanlılar, İldenizler, Harzemşahlar, Büyük Timur, Karakoyunlular, Akkoyunlular, sonrasında Safaviler ile Türk Hükümdarlıkları yönetmişler İran’ı. Safaviler döneminde, Şii Mezhebi kurumsal kimlik kazanmış, halka yapılan büyük baskılar sonucu Şii Mezhebi bu dönemde yayılmıştır.
Arada bir Afgan İşgal dönemi yaşanmış, sonrasında Afşar Türkleri İran’ı yönetmiş, 1925 yılına kadar da Kaçar Türk Hanedanı İran’ı yönetmiştir.
İslam Toplumlarında başlayan Masonik ve Yerli gayrimüslimlerin başını çektiği uydurma Milliyetçilik hareketleri İran’da da etkili olmuştur. Türkiye’de Türkçülüğün Amentüsü’nü Yahudi Moiz Kohen (Munis Tekinalp) yazmıştır. Türk Dil Kurumunun kurucuları malum Ermeni Agop Dilaçar’dır. Murahhas Üyelerinden biri de Yahudi M. Tekinalp’tir.
Aynı dönemde İran’ı etkileyen, maalesef Kaçar Türk Hanedanlığı’nın da sonun hazırlayan adam İran’lı Mason ve Ermeni Mirza Melkum Han’dır. Rus etkisi ile yetişmiş Abdürrahim Tâlibof’tur.
Arap milliyetçiliğinde de yerli Batıcıların ve gayrimüslimlerin, Ermeni ve Yahudi’lerin büyük etkileri olduğunu görürüz. "Arap Milliyetçilik Hareketinin göze çarpan öncülerinden; Petros Baslani ve Nasif el-Yezci, Suriye Protestan Koleji olarak da bilinen Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde yetişmiş iki Hıristiyan ilim adamıydı. Parolaları ise "Vatanseverlik imandan gelir."di. Arap Milliyetçiği’ni o dönmemde örgütleyenlere Batı: “Osmanlı İmparatorluğu'nu yok etmek için üç devrim gerekli: Arap, Kürt, ve Ermeni devrimi..”
Özetle İran, Selçuklulardan 1925 yılına kadar Türk hâkimiyeti altında yaşamıştır. Fars siyasal kimliği daha çok 1920'li ve 30'lu yıllara ait bir olgudur. 1925'te kurulan Pehlevi idaresi farmason aydınlarla işbirliği yaparak Farslaştırma politikasını başlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır.
Şunu da itiraf etmeliyiz ki bu 1000 yıllık Türk Hanedanlıklarının resmi dili Farsça’dır. Maalesef Osmanlı’da da Farsça zaman zaman saray dili olmuştur. Fars kimliği, Samanî devletinin bölgeye ithal ettiği bürokratik bir unsur olarak ortaya çıkmıştır.
İran kelimesi mi? Tarihte İran adlı bir devlet olmadığı gibi İranlı olarak bilinen bir halk da yoktur. Farsça’yı coğrafyanın başına bela ederek bir Fars Kimliği’nin oluşmasına maalesef en başta Türk Devletleri de neden olmuştur.
Şah Rıza Pehlevi döneminde Farsça dışında diğer dilleri yasaklayan baskıcı Fars Irkçılığı, 1975 yılında Şiraz’daki Taht-i Cemşid’de (Persopolis) büyük bir gösteriyle gerçekleşen İran Şehinşahlığı’nın 2500. yıl dönümünü anma etkinliklerinde “Büyük Kiros’a” seslenen M. Rıza Şah “Rahat uyu Kiros zira biz uyanığız!” diyerek, İngiliz destekli darbe ile gelmiş babasından kalan saltanatına tarihî bir derinlik kazandırıyordu. Eski Pagan dönemlerden Arian Irkından İran kelimesini de türetti.
Hümeyni Devrimi de aynı yapı üzerine ülkeyi oturttu. Humeyni döneminde devrim diye hareket eden İran, giderek Fars milliyetçiliğine ve mezhepçi Şii kimliğe yöneldi. Halen İran’ın en az yarısı Türk’tür, ancak Türkçe resmi dil olmadığı gibi, ilköğretimde de öğrenilmesi yasaktır.
Son 30 yılda neler oldu bölgemizde?
Geleneksel Kraliçe, İngiltere ve ABD politikaları, Müslüman Coğrafyayı içeriden parçalamaya kurgulanmıştır. Saddam’ı ve Irak’ halleden ABD bölgede İran’ı güçlendirdi. Çünkü İran ile aynı anda Türkiye’yi, Basra Körfezi’ni, Afganistan’ı kontrol edebiliyor ve İslam Âlemi’nin bütünleşmesini oluşturduğu düşmanlıkla engelleyebiliyordu. Nitekim İran, ABD ile ortak düşmanı gördüğü TALİBAN’a ait tüm hedef ve bilgileri ABD’ne vermişti.
Son yıllara kadar, İngiltere ve ABD, İran’ı desteklediler. İran ile hem S. Arabistan’ı tehdit ediyorlardı. Hem de Şii Hilali ile Ortadoğu’yu kan gölüne çeviriyorlar ve kalıcı düşmanlıklar oluşturuyorlardı.
Bu arada Türkiye dâhil, bölge ülkeleri, Osmanlı Şiası diyebileceğimiz Farisi Şia dışındaki unsurları da ABD ile kol kola, adeta Farisi’lerin kucağına itiyorlardı. Bu dönemde İran, İslam Devrimi rüzgârı ile güçlenmiş, ancak Pers Milliyetçiliği ve Şia Mezhepçiliğini hem Safavi’lerden hem de Şah’tan daha iyi becermişlerdi.
ABD, İran’ın bölgede dış operasyonlarını canice yürüten bir generalini Kasım SÜLEYMANİ’yi öldürdü. Kasım SÜLEYMANİ gençliğinden beri mevcut dini lider Ayetullah HAMANEY’e bağlıydı.
SÜLEYMANİ’nin yanında Haşti Şabi’nin Komutanları, Lübnan Hizbullah’ının başındaki adamlarla beraber öldürüldüler.
SÜLEYMANİ, ülke içinde görevlendirildiği bölgelerde halkı canice baskı altına alıp, kan dökmekten asla imtina etmeyen biriydi.
Sonuç, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan.. Cinayet ve katliamların bir tarafında Batı ve Köpekleri varsa diğer tarafında da tahterevalli oynadığı İran’ın acımasız unsurları var.
Olayın özü şu. ABD bölgede politika değişikliği yapmaya karar verdi. Çünkü İran’a artık Şii’ler de katlanamaz durumda. Irak, Lübnan, Yemen ortada… ABD, hedef olarak da elebaşını seçti. Malum öncesinde zaten İran’ın Devrim Muhafızlarını terörist ilan etmişti. “Bu bir mezhep savaşına neden olur.” diyenler var. Neden olsun ki! Zaten en azılı İran Dış Operasyon Şefi öldürüldü.
ABD, tüm dünyaya bir mesaj verdi. İstediğimde, yaparım, en operasyonel adamınız bile olsa istersem öldürürüm.
Olayın Türkiye’nin Suriye ve Irak politikalarına olumlu yansıyacağını değerlendiriyorum. Libya’da İran’ın etkinliği yok zaten.
Türkiye’mize gelince…
Türkiye artık bölgesinde küçük ve orta ölçekli harekât yapacak durumdadır. En büyük eksiği, psikolojik harp/harekât yapacak, gerekirse İran, ABD, İngiltere, Rusya, İran gibi kendi adına vekâlet savaşı yapacak unsurlarının bulunmayışıdır. ÖSO kısmen böyledir. Ama, coğrafyamızın tüm kaos alanlarında ÖKK Unsurları etkinleştirilmelidir. Ayrıca Batı ve Rusya gibi, askeri, güvenlik şirketleri oluşturmalıdır Türkiye. Bunun eğitim yönetim ve standartları da yine devletçe belirlenmelidir. Asgari askerlik eğitimi yapmış personel görevlendirilmelidir. Emekli askeri personelden yararlanılabilir. Ayrıca hükümetler için bu tarz yapılar daha büyük bir inisiyatif ve rahatlıktır.
İran’dan bir misilleme de beklemiyorum. İran’ı bölgede etkinleştiren zaten İngilizler ile ABD’dir.
Şu da soruldu? “İran’ın Kasım SÜLEYMANİ gibi ülke menfaatlerinin fedaisi adamları var da bizim yok mu?” Elbette var. Hem de eğitimlileri var. Düşünün Harp Okulu mezunu, Komando Kurslarını SAT, SAS Kurslarını bitirmiş, Paraşütçü, GNH Kursu görmüş yiğit Anadolu Evlatları var. Ancak bunları kim etkinleştirecek? Bir çivi gibi aynı bölgelerde ve görev tiplerinde tayin ederek çivi gibi o bölgeye ve işe adamı çakacak irade? İ. Metin TEMEL Paşa’mı vicdanlara hatırlatıyorum. FETÖ hainlerinin bozuk para gibi harcadığı askeri personeli vicdanlarımıza bir kez daha sokuyorum. FETÖ binlerce insanımızı harcarken biz ne yaptık? Bakın Mavi Vatan’ı gözümüze sokan amiralimizi düşünün. FETÖ Mağduru.. Arınç Suikastı diye mağdur edilen subaylarımızı, evine bomba konan, sonra da bulundu diye işlem yapılan insanımızı düşünelim…
“Büyük Güç olma yolunda yürüyen Yüce Devletimize, Kahramanca tankların önüne çıkan, uçakların attığı bombalara aldırmayan Yiğit Milletimize layık mıyız? Hizmet edebiliyor muyuz? Tüyü bitmemiş yetim hakkından aldığımız maaşı hak ediyor muyuz?” diye kendisini sürekli sorgulayacak devlet ricaline her zamankinden çok ihtiyacımız var. Hele de ülkemizin başında dimdik duran bir Lider varken, “Biz bu seli çoğaltıyor muyuz, yoksa yük olup zarar mı veriyoruz?” diye hepimiz düşünmeliyiz.