Ey Kudüs’ün kardeşi müjdeli şehir İstanbul bizi teskin et!..
Acılarımızı hafiflet!..
Sen sahabilerin, salihlerin, velilerin, uluların, sultanların dua mâkâmı, mazlumların sığınağısın...
Sen Yenikapı’nda ve her zerrende ağırladığın tek yürek olmuşlarla kardeşin mazlum Kudüs için kıyama duransın...
Sen güzelliği ve endamı ile semalara yükselen; medeniyetlerin geçit merasimi yaptığı İstanbul'sun...
Biliriz ki, sen de Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme ve Harem-i Şerif gibi için için ağlamaktasın...
Ebabillerin bıraktığı taşlara benzeyen ceviz büyüklüğündeki dolu taneleriyle “Nuh Tufanı”na tutulmuş gibi sarsılmaktasın...
Kültürel çoraklaşma durdurulmalı
Sokakların kahkahaların hoyrat sessizliğinde tebessüme hasret.
Medeniyetimizin yumuşak gönüllülerinin miras bıraktığı şaheserlerin üzerini sığlaşmış beton ruhlu yapılar perdelemekte.
Selamlaşmaktan imtina eden bir nesil, “sosyal medya” üzerinden irfandan yoksun yeni bir “medeniyet” inşa etmenin telaşında.
Yerli ve millî bir iktidarın gölgesinde yürüyenlerin kıyafetleri ve vücut çalımları kültürel çoraklaşmanın derinleştiğini göstermekte.
Çağ kapatılıp, çağ açılan mekânlardan ilerlerken tabelalardan tutunda sokağa taşan fasdfoodculara kadar büyük bir yabancılaşma rüzgârı esmekte.
Ver elini Hacıosman!..
Caddelerde ilerlemekte hüzün, hayatsa keyifsiz de olsa akmaya devam ediyor...
Beyin kaynatan sıcak eşliğinde ilerleyen araba ve insan trafiği, 15 Temmuz Şehitleri Caddesi üzerindeki Şehzade Mehmed Camii ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin duvarına resmedilen şehitlerin bakışları altında Beyazıt’a doğru hücum ediyor.
Vezneciler 16 Mart Şehitleri Metro Durağı’nın bitmek bilmeyen merdivenlerinden yer kürenin merkezine doğru ilerleyip, doğal klimalı durakta ferahlıyoruz.
Ver elini Hacıosman!..
Haliç’in ihtişamlı manzarası eşliğinde İstanbul’un üstüyle vedalaşıyoruz. Trafik keşmekeşinden ari bir şekilde son durak Hacıosman’a ulaşıyoruz.
Hacıosman Bayırı’ndaki yeşillikler arasından Çayırbaşı Caddesi’ne doğru inerken, Sarıyer’in simgesi martılar yol boyunca bizlere eşlik ediyor.
Boğaz’ın ferahlığı her şeye değer
Sarıyer’in merkezine kadar sol tarafta tarihi yapılar, sağ tarafta ise Boğaz’ın serin suları arkada bıraktığımız yoğun beton tarlasına nispeten ruhumuzu ferahlatıyor.
Sarıyer Şehir Hatları Vapur İskelesi’nin yanında otobüsten indiğimizde, bizi ağır bir koku karşılıyor. Sahili işgal eden kafelerin arasından ilerleyerek, Meşhur Sarıyer Börekçisi’nin yanındaki 3. Mustafa devri kethüdalarından 17. yüzyılda Ali Efendi tarafından yaptırılan tarihi Ali Kethüda Camii’ne ulaşıyoruz.
Önce ruhumuzu, sonra midemizi doyuruyoruz.
Semtin isminin nereden geldiğini merak edip çevredekilerden sorup soruşturuyoruz. Bir rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed’in “iki sarı er”inin burada medfun bulunduğu, bundan dolayı beldeye zamanla Sarıyer denilmiş. Başka bir rivayete göre ise, bölgenin kuzeybatısındaki sırtların yarlı kısımlarının altın madeni ve kil yüzünden sarı renkte olmaları nedeniyle Sarıyar adı verilmiş.
Türkler ilk defa Baltalimanı’na yerleşmiş
Bizans döneminden beri meskun mahal olarak kullanılan bölge, kıyalardaki koylarda bulunan ayazma, kilise, eski liman, sarnıç ve kale çevresindeki çok az sayıda hanelerin yerleşim alanıymış. Burada yaşayanlar geçimlerini balıkçılıktan sağlıyorlarmış.
Türkler bölgede ilk kez Baltalimanı’na yerleşmiş. Bu bölge Boğaz’a dökülen akarsuların Baltalimanı Deresi’nden dökülmesi ve Haliç’e benzer özelliğiyle teknelerin doğal barınağı olma özelliği taşıyormuş. Buradaki büyük sarnıçtan gemilerin su ihtiyacı karşılanıyormuş.
16. ve 17. Yüzyıllarda bölgenin gelişmeye başlamasıyla birlikte Sarıyer, Yeniköy ve Rumeli Hisarı birer köye dönüşmüş. Padişahın izniyle bazı gayrimüslim aileler bu köylere yerleşmiş. İstanbul’daki büyükelçilikler 19. yüzyılda yazlık olarak kullanmak üzere kıyı boyunca büyük araziler elde etmişler.
Bu gelişmelere paralel olarak, Boğaz kıyısında yaşayan aileler geçimlerini balıkçılıkla sürdürmeye devam etmiş.
Dikkat, Sarıyer’i de kaybediyoruz!..
1930 yılında yapılan bir düzenleme ile bugünkü Sarıyer ilçesi kurulmuş. 1960'lara kadar Boğaz kıyısındaki semtler, daha çok yazın kalabalıklaşan sayfiye yeri olarak kullanılıyormuş. Vapur seferlerinin sıklaştırılması zamanla sahil bölgelerinin gelişmesine sebep olmuş. Kıyı kesiminde daha çok üst gelir gruplarına ait konutlar ve köşkler, sırt biçiminde uzanan yüksek alanın yamaçlarında da gecekondu mahalleleri ortaya çıkmış.
1980'lerin sonundan itibaren hem İstanbul’un merkezine hem de doğaya yakın olmak isteyen üst gelir grubunun hücumuna uğrayan Sarıyer, demografik özellikleri ile birlikte doğal güzelliklerini de kaybetmiş.
Kaybetmeye de devam ediyor...
Ohhh be hayat varmış!..
Boğazın mavi sularının karşısında yemyeşil gelinliğini giymiş Beykoz’a bağlı Anadolu Kavağı davetkâr endamıyla bizi çağırıyor.
Saat 15.05’te hareket edecek Şehir Hatları Vapuru iskeleye martı sesleri eşliğinde yanaşıyor. Sahildeki boğucu sıcaklık Boğaz’ın ortasında birdenbire serinliğe dönüşüyor. Ohhh be hayat varmış!..
Herkes Boğaz’ı fotoğraf karesine hapsetme; dekorluk yapan Yavuz Sultan Köprüsü’nü, Yoros Kalesi’ni, Rumeli ve Anadolu Kavağı’nı martıların kanatları altında ölümsüzleştirme telaşında.
Eminönü istikametinden hareket eden Şehir Hatları Vapuru Anadolu Kavağı İskelesi’ne yanaşıyor. 20 dakikada Rumeli’den Anadolu’ya geçiyoruz.
Yazın sıcağı ile birlikte balık kokusu sarıyor etrafımızı.
Çatal, martı ve insan sesleri birbirine karışıyor.
Seyehatnâme’de anlatılan Anadolu Kavağı
Kalesi, balığı, balık lokantaları, siyah incirleri, günümüzde hemen hemen hiç kalmamış olan kirazı, armudu, diğer meyveleri ve yumuşak içimli suyu ile ünlü olan Anadolu Kavağı’nda ilk göze çarpanlar arasında İskele (Cevriye Hatun) Çeşmesi bulunuyor. Minyatür çarşının ortasındaki dev çınarın ilerisinde ise Midilli Ali Reis Camii hâlâ zamana direniyor. Karşısındaki tarihi hamam ise çoktan sırra kadem basmış.
Evliya Çelebi, Anadolu Kavağı ile ilgili olarak Seyehatnâmesi’nde şu ifadelere yer veriyor: “Deniz kıyısında büyük bir liman ve bu limana bağlı 200-250 kadar gemi, 800 kadar hanesi bulunan bir Müslüman beldesidir. Camii, yedi mescidi, hamamı, 200 kadar dükkânı, bekar evleri, sıbyan mektebi, bir çeşmesi ve âb-ı hayat suları olan bir kasabacıktır. Halkı tamamen gemici, bağcı ve marangozdur. Hepsi Anadoluludur. Limanında kış ve yaz aylarında 200-300 adet gemi mutlaka vardır…”
“Balık kavağa çıkınca...”
Kavak, eski dilde “gümrük” anlamına geldiğinden, “balık kavağa çıkınca” deyimi ilk defa bu beldede kullanılmaya başlamış. Eylül aylarında Karadeniz’den sıcak denizlere inen balıkların “kavak”tan çıktıkları bu şekilde ifade ediliyormuş.
Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan ticaret yolunun kilit noktasında kurulan Anadolu Kavağı, stratejik konumu bakımından her zaman büyük bir öneme sahip olmuş. Zaman içinde Bizanslılar, Osmanlılar ve Cenevizliler arasında el değiştirmiş. Cenevizlilerin bölgedeki hakimiyeti 1391 yılında son bulmuş. Osmanlı Devleti bu bölgeyi Yıldırım Beyazıt döneminde büyük kuşatma ve mücadele sonucunda ele geçirmiş.
Anadolu Kavağı’nın çehresi 1980’lerde bölgenin askeri yasak bölge olmaktan çıkarılmasıyla değişmeye başlamış. Böylece Anadolu Kavağı ve çevresinin Beykoz, Riva, Şile üzerinden karayolu bağlantısı sivil araçlara açılmış.
Bölge konumu itibarıyla hâlâ askeri kışlayı andırıyor.
Yoros Kalesi, Boğaz’ın bekçisi gibi
Yoros Kalesi’ne tırmanırken şırıl şırıl terliyoruz. Ağaç gölgeleri hararetimize kâr etmiyor. 25 dakika sonra zirveye yaklaştığımızda bizleri yeşilliğin uyumunu bozan kafeteryalar karşılıyor.
Zirvedeyiz.
Muhteşem...
Sırtımızdan ter akarken, göğsümüzü Boğaz’ın serin rüzgârlarına yaslıyoruz.
Sağ tarafta Boğaz’ın 3. gerdanlığı Yavuz Selim Köprüsü, Poyrazköy, Rumeli Feneri ve Karadeniz.
Ortada Anadolu ve Rumeli arasında çarşaf gibi serilmiş Boğaz suları üzerinden menzile varmak isteyen minnacık tekne ve devasa gemiler...
Sol tarafta ise Yoros Kalesi ve Yuşâ Tepesi.
Anadolu yakasında bulunan ve Boğaz’ın Karadeniz girişinin doğu tarafında bulunan kale, Rumeli Kavağı üzerinde bulunan İmros Kalesi’yle birlikte Boğaz’ın girişini kontrol etmek amacıyla kurulmuş.
Yoros isminin “kutsal yer” ve “dağ” gibi anlamlar içerdiği, Seyahatnâme’de ise Yoros adlı bir rahibin manastırı olduğundan dolayı kaleye Yoros denildiği yazılıdır.
Osmanlı kaleyi üs gibi kullandı
Kale Bizanslılar tarafından inşa edilir, 1305’te Türklerin eline geçer, 1348’de Cenevizlilerin kontrolüne girer. Fakat 14. yüzyılın sonlarında, Boğaz’ın Anadolu yakasına tamamen hâkim olan Osmanlılar tarafından tekrar fethedilir. Burasının zaptı sırasında şehit olanlara ormanlık olanda bir şehitlik yaptırılır. Yıldırım Beyazıt kaleyi bir üs gibi kullanarak, Konstantinopolis'in fethedilmesi yolunda büyük hazırlıklara öncülük eder. Osmanlılar burayı tamir etmekle birlikte yeniden imar ederek, mescid, hamam ve çeşmeden oluşan yapılarla zenginleştirir.
Bazı kaynaklarda ise 19. yüzyılın başlarında kalede, 25 evlik bir Türk mahallesi bulunduğu, ayrıca muhafız olarak bir dizdar idaresinde 20 kişilik bir müfrezenin de burada kaldığını ifade edilir.
Yoros Kalesi’nde İstanbul Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı tarafından 2010 yılında başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarının adı var kendi yok. Her yer çöp ve bakımsızlıktan yıkılıyor.
Herkes Boğaz’a boşuna sevdalı değil!..
Güneş yavaş yavaş İstanbul’un üzerinden gurub ediyor. Artık ayak izlerimizi takip ederek İstanbul’a dönme vakti. Saat 18.00’da hareket edecek Şehir Hatları Vapuru’na doğru yürüyoruz. Vapur, Eminönün’e gidecekleri 15 Türk Lirası karşılığında misafir edip İstanbul’a doğru yöneliyor. 18.05’te yanaşan tekne ise bizleri Rumeli Kavağı iskelesine uğrayarak, Sarıyer’e bırakmak üzere yanaşıyor.
Bütün milletlerin Boğaz’a sevdası boşuna değil!..
Hava ve manzara muhteşem!..
Rumeli Kavağı sakinleri tepelerle gölgelenmiş vaziyette, ferahlığın tadını çıkartıyor.
Osmanlı döneminde Karadeniz’den İstanbul’a giriş-çıkış yapan gemilerin mecburi uğrak yeri olan belde, deniz gümrüğü (kavak) işlevini üstlendiğinden Rumeli Kavağı olarak anılmaya başlanmış.
Bölge, Sultan 4. Murad devrinde, Rus Kazaklarının saldırılarını durdurmak üzere inşa edilen hisarla önem kazanmış. Evliya Çelebi, Seyhatnâme’sine kale içinde muhafızlara ait 60 evin bulunduğunu not düşmüş. Kale günümüze ulaşmamış.
Balığı, midyesi, inciri ile meşhur Rumeli Kavağı’nın yerli halkı Rumlarken, 1877 yılında yaşanan Rus Harbi sonucunda büyük bir göç hareketiyle Türkler yerleşmiş.
Bölgede genellikle Karadeniz göçmeni ailelerin yaşadığı ifade ediliyor.
İstanbul anlatmakla bitmez, vesselam...
Kaynakça:
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi