Normalde bir istiklal yani bağımsızlık marşının tok, gür, hızlı ve heybetli olması gerekirken malesef cenaze marşı gibi çalıyor.
İşte bunun hikayesini de bizzat bestekarın ağzından (Zeki Üngör) dinleyelim.
"Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”
Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu. Plak yayıldıktan sonra ağır ritim de hafızalara yerleşti.
Yani koca milli marşımızın bestesi bir plağın ön yüzünü doldurma düşüncesine kurban gitmiştir. Bir plağı doldurmak için bir milli marş feda edilmesinin ne önemi var? Koca milli marşımızın giriş müziği cenaze marşını andırmış ne önemi var? Bu beste, marştaki duygu ve coşkunluğu vermekten uzak olup tamamen bir cenaze marşı havasındadır.
Bunun günümüz bestekarları tarafından düzeltilmesi gerekir.