Haberin Kapısı
2016-10-01 15:16:14

Lozan, Ümmeti Mahvetti

Sabri Gültekin

halilsivasi@yahoo.com 01 Ekim 2016, 15:16

ATEŞ topuna dönen ve insanlığın mumla arandığı Müslüman coğrafyada, olup bitenleri anlayabilmek için geçmişte yaşanan bazı olayları hatırlamakta fayda var. Tarihin derinliklerine baktığımızda; Batı'nın, Haçlı Seferleri'yle gerçekleştirdiği vahşetin benzerlerini bugün yine sergilediğini görüyoruz. O dönemde Müslüman coğrafyada istediğini elde edemeyen “mimsiz medeniyet”in temsilcileri, ceplerine koymak zorunda kaldıkları planlarını, şimdi değişik versiyonlarıyla birer birer uygulamaya koyuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde, uzun bir süreden sonra ilk kez önceki gün 27. Muhtarlar Toplantısı'nda muhtarlara hitap ederek, Türkiye'nin içinden geçtiği süreci değerlendirdi. “15 Temmuz’un Türk milletinin İkinci Kurtuluş Savaşı” olduğunu ifade eden Erdoğan, “1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'de Lozan'a razı ettiler. Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Şu anda Ege'yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını veremedikleri için bunun sıkıntısı biz yaşıyoruz” çıkışıyla Lozan'ı tekrar tartışmaya açtı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gündeme taşıdığı meselenin aslı nedir, biraz derinlemesine inceleyelim.

***

Dönem, Osmanlı ile Rusya arasında cereyan eden “93 Harbi”ne rastlar. Osmanlı'nın finansal yapısı çok bozuktur ve acilen paraya ihtiyacı vardır. Bunu fırsat bilen siyonist Theodor Herzl, Sultan Abdülhamid'e giderek, Filistin'den toprak satın almak istediklerini beyan eder. Ancak, Sultan Abdülhamid, “Şehid kanıyla alınan topraklar parayla satılmaz” diyerek Herzl'i huzurundan kovar. Theodor Herzl, istediklerini alamamanın hıncıyla Avrupa'ya döner. Ve yaşanan olayları rapor halinde diğer siyonist ileri gelenlerine sunar. Bunun üzerine, aralarında yaptıkları toplantıda, “Büyük İsrail” emellerinin önündeki engelleri nasıl kaldıracaklarına dair planlarını tekrar gözden geçirirler.

Almanya'da 5 yıl süren hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 1897'de meşhur “Basel Konferansı”nı yaparlar. Bu konferansta üç temel karar alınır: 1) Sultan Abdülhamid tahttan en kısa sürede indirilecek, 2) Osmanlı “Hilafet”ine son verilecek, 3) Kademeli olarak İslâm dini yeryüzünden silinecek.

Bu aşamadan sonra, devreye Sultan Abdülhamid'i tahttan indirme ve Osmanlı'yı yıkma projesini yürütecek olan Emanuel Karasso girer. Karasso, İtalyan Mason Locası'nın başkanı, siyonistlerin planlarını kurnazca uygulamaya en müsait isimdir. Görevi alır almaz bütün argümanları kullanarak, Sultan Abdülhamid ve Osmanlı'yı çökertme tezlerini hazırlar. Karasso ilk etapta, Selanik'te Mason Localarını açar, daha sonra da İttihat ve Terakki Partisi'ni hayata geçirir. Bölgedeki bazı önemli komutanları etrafında toplayarak çöküşün başlangıcını hazırlamaya başlar. Önce ordu isyan ettirilir. Sonra politik faaliyetlere başvurulur. 1. Osmanlı Meclisi, sayıca yoğunlaşmaya başlayan Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıklarının ipleri ellerine alma oyunları sonucu kapatılır. Kışkırtma ve kan dökme eylemlerini engellemek için açılan 2. Osmanlı Meclisi'ne, daha büyük çoğunlukla gelen Emanuel Karasso, artık Selanik Mebusu'dur. Süreç artık Karasso'nun istediği gibi çalışmaktadır. Aradan 1 yıl geçmiş ve Meclis'te oy çokluğuyla (1909) Sultan Abdülhamid'in halline karar verilmiştir. Ve Basel'de alınan kararların 1. maddesi uygulamaya konulmuştur.

Sıra 2. maddenin hayata geçirilmesine gelmiştir. Emir komutayı iyice eline alan İttihat ve Terakki Partisi'nin ilk icraatı, Trablus'taki Garp Cephesi'ni dağıtmak olur. Garp Cephesi'ndeki tecrübeli komutanların tayin edilmesi sonucu 1911'de Trablus, İtalyanlara verilir. Ordu, Balkan Harbi'nden sonra 1912'de 1. Dünya Harbi'ne sokulur. Böylece bütün cephelerde dünya ile savaşmak zorunda kalan Osmanlı Ordusu, halsiz ve bitkin düşürülür. Yani tahttan indirilen Sultan Abdülhamid'den sonraki dönemde, 15 yıl harbettirilen “Hasta Adam” Osmanlı son darbelerle ölüme terkedilir! Ve Basel'de alınan kararların 2. maddesi de böylece uygulamaya konulmuştur.

Artık siyonistlerin, 3. maddeyi devreye sokmak için önlerinde hiçbir engel kalmamıştır. 5 yıl sürecek olan İstiklâl Harbi'nin ardından, “Ölümü gösterip, sıtmaya razı etme” sürecinde atılacak adımların hesapları yapılmaya başlanır. Tarihler 24 Temmuz 1923'ü gösterdiğinde, yüzyıllardır bu coğrafyada denge unsuru konumundaki Osmanlı'nın torunları, sahneye konulacak oyunun figüranları olarak “Lozan tiyatrosu”na davet edilir. Görüşmeler esnasında Fransız Klemenso, Kur'an-ı Kerim'i havaya kaldırarak: “Bakınız bu görüşmelerde aylardan beri bir adım dahi atamıyoruz. Bunun sebebi açıktır. Eğer bu kitaba bağlı olacaksanız, biz size bağımsızlık vermeyiz. Çünkü bu kitap siz Müslümanlara; Hıristiyan ve Yahudilerle dost olmamayı emrediyor. Bu kitaba uymaya devam ederseniz, düşmanlığı sürdüreceksiniz demektir. Bu şartlarda da sizinle barış yapmamız mümkün olmaz” der ve görüşmeleri kilitler.

İddialara göre, İsmet Paşa (İnönü) ile Lozan'a giden siyonist doktrinci Haim Nahum, müzakerelerin çıkmaza girdiğini görünce, Türk heyeti adına “Hilafet'in kaldırılarak, İslâm'la olan bağlardan yeni kurulacak devletin koparılacağı” garantisini verir. Ancak, verilen bu teminatlar sonucu bir anlaşmaya varılabilir. Nitekim, Cumhuriyet'in ilanından kısa bir süre sonra, 3 Mart 1924 tarihinde Meclis'te alelacele görüşülerek kabul edilen kanunlar, yeni siyasi yapılanmanın istikametini göstermesi açısından önemli ipuçları veriyordu. Aynı gün çıkarılan “Hilafet”in kaldırılmasıyla ilgili kanunla, yeni devletin İslâm dünyası ile bağlarını koparacak, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de medreselerin kapatılması sağlanacaktı.

Yıllardır gündemi meşgul eden Lozan Antlaşması'nın “zafer mi, hezimet mi?” tartışmaları bir yana dursun, sonuçları kısmen ortada. Bir taraftan “Kıbrıs”, “12 Adalar”, “Musul” ve “Kerkük” meseleleri bu antlaşmanın sonucu olarak başımızı ağrıtırken, diğer taraftan da gizliliğiyle kafaları karıştırmakta.

Çünkü, Lozan Antlaşması'yla ilgili oturum tutanakları üzerinden tam 93 yıl geçmesine rağmen hâlâ sır gibi saklanıyor. Arşivlerde saklanan bu antlaşmanın kamuoyuna açıklanamaması, ne derece gizemli bir yolda yürüdüğümüzün işareti. Haim Nahum'un, “Biz Türk milletini bağımsızlığa kavuşturduk, ama manen yıktık. Bir daha ayağa kalkamazlar” deme cüretinin altında yatan gerçekler neydi acaba? Belki de bu sorunun cevabı yaşadığımız olayların içerisinde gizlidir. Ve ilginç bir anektod. İngiliz Devlet eski Başkanı Wilson Churchill, 1932 yılında Avam Kamarası'da yaptığı konuşmada milletine ve temsilcilerine şu beyanatı vermektedir: “Türkleri güç ve ağırlık olarak yüz grama çıkarmamalı, elli grama ise hiç düşürmemeliyiz. Onları biraz kuruyunca sulamak, biraz yeşerince de budamak icap eder. Ellerindeki Kur'an-ı Kerim'i alamazsak, Türkleri yenmemiz mümkün değil. Öyleyse şimdiden Türkiye'ye karşı dinsizlik silahlarını çevirerek, en hassas imanlı kalplerinden vurmaya hazır olmalıyız.”

1932'de Ezan'ın Türkçeleştirilmesi, Kur'an'ın Arapça olarak okunmasının yasaklanması, başörtüsünün okullarda sorun haline getirilmesi, “Kur'an'ı kapa, kadını aç” felsefesinin ayyuka çıkarılması, Sünnî-Alevî kesimin mezhep kavgasına sürüklenmek istenmesi, Güneydoğu'da kardeşi kardeşe kırdırma politikası... Evet, bunlar Müslüman coğrafyada, sırası geldikçe sahnelenen senaryoların bazı bölümleri. Ve Basel'de alınan kararların 3. maddesi hâlâ uygulanma aşamasında... Gerek ülkemizde ve gerekse yanıbaşımızdaki “Ortadoğu”da yaşanan sıcak olaylar, geleceğe dair çok önemli ipuçları veriyor. Siyonistlerin “Arz-ı Mev'ûd” hayalleri için kasıp kavurduğu İslâm dünyası her gün farklı bir felaketle sarsılıyor.

***

İslâm dünyasının ölüm kalım savaşı

Yeni Küresel Sistem'de hiçbir temsil yetkisi tanınmayan Müslümanlar; artık başta siyonist İsrail ve Amerika olmak üzere, Batı'nın topyekün “Dönüşüm Projesi”nin hedefi konumundadır. Küresel iktidar; hegemonyası uğruna Müslüman coğrafyasını vahşice yağmalanmaktadır. Siyonistlerin oyuncağı konumundaki ABD ve yandaşları, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası, kaynakların ve pazarın paylaşılmasına yönelik açıkça savaş ilan etme eğilimine girmiştir. Bu açıdan bakıldığında Müslüman coğrafya; Haçlı Savaşları, Moğol İstilası ve Osmanlı siyasal otoritesini yok edip bütün bölgeyi sömürgeleştiren Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, dördüncüsünü yaşadığı bir şok dalgasıyla yine karşı karşıyadır. Yeryüzünün enerji kaynaklarını, kara ve deniz ticaret yollarının büyük bir bölümünü barındıran bölge aslına bakılırsa bir “Dünya Savaşı” yaşamaktadır. “Yeni Dünya Düzeni” ve “Büyük Ortadoğu Projeleri”nin dayatıldığı Müslüman coğrafya 20. yüzyılı kayıp yıllar olarak geçirdi. 21. Yüzyılda da kayıp edip etmeyeceğini, ayakta kalıp kalmayacağını bu savaş belirleyecektir. Temenni ederiz ki, bu şoklar, uzun bir dönemi sessiz geçiren İslâm dünyasını ayağa kaldıracak sonuçlar doğursun.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.