Medeniyetlerin geçit merasimi yaptığı Sultanahmet Meydanı’nda şöyle etrafınıza baktığınızda; bir tarafta Ayasofya-i Kebîr Cami-i Şerîfi’ni diğer tarafta semaya yükselen 6 minaresiyle Sultanahmet Camii’ni (Camii içinde kullanılan 20 bini aşkın mavi İznik çinisinden dolayı Avrupalılar buraya “Mavi Cami - Blue Mosque” diyor), bir tarafta Muhibbî’nin “Aşkınla ben divaneyem” dediği Hürrem Sultan’ın hamamını diğer tarafta Sultanahmet Camii ve külliyesinin bânisi 1. Sultan Ahmet Türbesi’ni, bir tarafta gayri müslimleri rahatsız etmemek için minaresi sol yanına kondurulan türünün tek örneği Firuz Ağa Camii’ni diğer tarafta Alman Çeşmesi’ni, bir tarafta Türk İslâm Eserleri Müzesi’ni diğer tarafta Bizans Dönemi’nde at yarışlarının yapıldığı hipodromundaki Dikilitaş (Obelisk), Yılanlı ve Örme Dikilitaş Sütunları’nın seyrine doyum olmayan ihtişamlıklarını görürsünüz. Bir diğer tarafta da Divanyolu’ndan aşağı yürüyenlerin, Sultanahmet Tramvay Durağı’ndan inenlerin, Alemdar’dan yukarı çıkanların nefeslenmek için soluklandığı Mehmed Âkif Ersoy Parkı. Park, tıpkı 2014’te isminin verildiği İstiklâl Şairimiz Âkif gibi garip; bir büst ve silik İstiklâl Marşı dizelerinden başka emare yok.
Bu satırları okuyanların “Hayırdır, turist rehberliğine mi soyundun?..” sorusunu terennüm etmesinde hiç bir beis yok. Fakat benim derdim rehberlik değil; vefa. Âkif’i ne kadar ansak, ne kadar anlatsak, ne kadar yazsak, ne kadar duamıza katsak az.
*
24 Aralık 2020’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda grubu bulunan bütün partilerin imzasıyla 2001 yılı İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. yılı münasebetiyle “2021 Direniş ve Diriliş Destanı İstiklâl Marşı Yılı” olarak ilan edilmişti.
Geçtiğimiz günlerde de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2021’in “Mehmed Âkif ve İstiklâl Marşı Yılı” olarak kutlanmasına ilişkin bir genelge yayımladı.
Üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen özgürlük, bağımsızlık ve Millî Mücadele’nin en önemli belgelerinden biri olan İstiklâl Marşı ve bu marşı bütün beden ve ruhunda hissederek kaleme alan Mehmed Âkif Ersoy’un bizdeki karşılığı tam olarak gönüllere nakşedilememiştir. Bu yılın bağımsızlık değerlerimize hasredilmesi; Âkif’e ve bize bıraktığı aziz hâtıralarına dokunmak, gönüllere nakşetmek için iyi bir fırsat.
“Âsım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek: / İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek...” dizelerini yaşayarak kaleme alan bir mütefekkiri, büyük bir fikir, ahlâk ve dâvâ adamını, Millî Mücadele’nin mânevî bir liderini, “İstiklâl Marşı” ve “Safahat”ı milletine miras bırakan bir şâiri anmak yetmez, anlamak gerek. Bu da yetmez, anlatmak ve bıraktığı kutlu mirasa sahip çıkmak gerek. Aynı istikamete sahip olanlara kendini unutturmayacak eserleri miras bırakan Âkif’in ruhunun şâd olması için devletin zirvesinin bütün imkânları seferber etmesi en büyük arzumuz.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta, “Kendi medeniyetine, kültürüne, sanatına, sanatçısına sahip çıkamayan bir toplumun istikbâli karanlıktır. Kendi değerlerine yabancılaşan bir toplum, kendi tarihinden uzaklaşan bir toplum geleceği de kurgulayamaz...” ifadeleriyle hastalığı tespit ederek, tedavi için bütün âkil unsurları göreve davet etmesi güzel, fakat yetmez.
Bu dönem fırsat dönemi, aslâ hebâ edilemez, edilmemeli. Direniş ve diriliş için Âkif ruhlu mücahidlere ihtiyacımız var. Bunlar yetişirse, bekâmızı ilelebet pâyidar kılarız. Fakat, aksi halde çoraklaşan toprak gibi, önce zayıf dallarımız sonra ise toprağa kök salmış mâzimizle birlikte âtimiz yerle yeksân olur. Arkamızda bıraktığımız 16 devlet bunun en bariz kanıtıdır.
Diğer pek çok konuda olduğu gibi kültürel mirasımıza hakkıyla sahip çıkma noktasında da ciddi sancılar yaşıyoruz.
*
Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy beyefendi;
Fethin mührü Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi üzerinde duran “86 yıllık kara leke”yi silmek ve bu ulu mâbedi açmak sizin vekalet ettiğiniz Kültür ve Turizm Bakanlığı dönemine nasip oldu.
Uzun yıllar İstiklâl Caddesi üzerinde bulunan bir mekânın Kur’an okunan odalarından hoyrat sesler sokaklara döküldü. Eğlence düşkünü kalabalıklar; basamaklarını ine çıka, ine çıka aşındırdı. Merhum Âkif’in hasta yattığı oda loş ışıkların, fasıl gruplarının, tangoların, oriental showların, sarhoş kahkahalarının arasında kirletildi. Evet, İstiklâl ve İstikbâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un son nefesini verdiği İstiklâl Caddesi üzerinde bulunan Mısır Apartmanı’nındaki daireden bahsediyoruz. Millî şairimizin kemiklerinin sızlatıldığı bu mekânı azaptan kurtararak, “Mehmed Âkif Ersoy Hâtıra Evi”ne dönüştürmek yine sizin döneminize denk düştü.
Sayın Mehmet Nuri Ersoy beyefendi, “Mehmed Âkif ve İstiklâl Marşı Yılı” münasebetiyle sizi hareketli bir dönem bekliyor. Görevden daha ziyade bir vefanın gereği olarak İstiklâl ve İstikbâl Şairimiz Âkif’e dair unutulmuş, unutturulmaya çalışılmış ne varsa bunları gün yüzüne çıkartarak yaşatmamız gerekiyor. Bu kapsamda affınıza sığınarak iki istirhamda bulunacağım: Birincisi İstanbul’daki Fatih Şekerci Han ve diğeri ise Sultanahmet Mehmed Âkif Ersoy Parkı.
Âdeta dünyanın merkezi sayılan ve milyonlarca kişinin gelip geçtiği bir mekânda bulunan Sultanahmet Mehmed Âkif Ersoy Parkı’nın daha işlevli bir mekâna dönüştürülmesi mümkün. Sadece bir büst ve tabelanın yer aldığı park, İstiklâl ve İstikbâl Şairimiz Âkif’in herkes tarafından fark edilmesi ve anılması için “Mehmed Âkif Açıkhava Müzesi”ne dönüştürülebilir.
Parkın bitişiğinde bulunan ve her yıl Ramazan ayında Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’na tahsis edilen Sultanahmet Amfi Tiyatro sahnesinde dijital unsurlar kullanılarak belge, bilgi, fotoğraf ve kuruluş hafızamıza dair görseller vb. sergilenebilir. İnsanlara burada hem nefeslenme, hem de Türkiye’nin kurucu unsurlarından Âkif’e ve direniş ve dirilişimize dair hâtıraları yâd etme fırsatı sunulabilir.
Sayın Mehmet Nuri Ersoy beyefendi, İstiklâl ve İstikbâl Şairimizle hem adaş hem de soyaddaşsınız. Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği birlik ve beraberliğimizin simge isimlerinden olan Âkif’i yaşatmak millî bir vazife olmanın yanında, borçtur. Mehmed Âkif Ersoy Parkı da bunu hayata geçirmek için güzel bir fırsattır.
“Unutmayacağız; unutturmayacağız” tam da böyle bir şey olsa gerek.
*
Her ne kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na vekalet eden Mehmet Nuri Ersoy beyefendiye seslensek de “Mehmed Âkif ve İstiklâl Marşı Yılı” etkinliklerinin sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uhdesinde. Fakat edeben önce ilgili mâkâmı anıp onların gönlünü hoş ettikten sonra, asıl makama halimizi arz etmektir muradımız.
Teklif bizden, takdir sizden.
***
TARİHÎ ŞEKERCİ HAN,
“İSTİKLÂL VE MEHMED ÂKİF ERSOY MÜZESİ”
OLARAK İHYÂ EDİLSİN
Yapılar şehirlerin ruhunu temsil ederler. Ne kadar etkilenirseniz, o kadar seversiniz yaşadığınız yerleri. Kendinizi ondan sayarsınız veya nefret edersiniz. Sevgi yaşatır, nefretse yavaş yavaş öldürür; hem kendinizi hem de yaşadığınız yerleri.
Yüzyıllardır bu sevgi ve nefret saikleri arasında nefes almaya çabalayan İstanbul; hem doğunun hem de batının en nadide varlıklarını miras olarak hâlâ saklıyor. Geçmişten haberler verebilmek için bağrında barındırdığı “ruh”ları rüzgârlardan, yağmurlardan ve insanlardan koruyor. Medeniyetlerin, beşiğinde büyüttüğü kültürlere “analık” ediyor. Bir kapısı doğunun, bir kapısı batının sonsuzluğuna açılıyor.
Öyle olmasa, Fatih Sultan Mehmed hiç gönül koyar mıydı “kültürlerin anası” İstanbul’a?.. Gönlünü koyduğu beldeyi fethedip, yakar mıydı bugün hâlâ İstanbul'u aydınlatan kandillerini?..
Üstelik müjdeli fethin hâlesi 7 tepeden de görülmeliydi. Anadolu’nun en maharetli ustaları, yağız delikanlıları toplaştı kutlu bir mekân inşa etmek üzere. Mimarbaşı Sinâneddin Yûsuf bin Abdullah’ın besmelesiyle vuruldu kazmalar temellere. “Manevî nişan”ın temelleri yükselirken, bir de yüz odalı han yaptırıldı sılasını terk eden yiğitlere.
Burada ihlâsla doyurulan bedenler; temelden, âleme kadar 8 yıl boyunca yol aldılar. Yontulmuş taşlarla, fırınlanmış ağaçlarla mabedi bezeyip, kubbesine ayetlerle nefes verdiler. Vakıf Medeniyeti’ne bir taş koymanın huzuruyla sonra Şekerci Han’a döndüler. Defalarca… Fatih Camii (1462-1470) bitti, erenler Şekerci Han’ı terk etti. Ve o han, yeni misafirlerini karşılamak üzere hâtıralarıyla baş başa kaldı.
*
Fatih Camii’nin gölgesindeki Şekerci Han, Osmanlı’nın son dönemlerinde Osman Kemâlî Efendi, İstiklâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, Eşref Edip, Neyzen Tevfik, Said Nursî, Celalettin Ökten başta olmak üzere birçok münevver ve entelektüelin sohbetlerine ev sahipliği yaptı. Âdeta dönemin kültür merkezi haline geldi. Tâ ki Osmanlı Devleti çökertilene kadar...
Bu süreçten sonra diğer vakfiyeler gibi Şekerci Han da kaderine terk edildi. Tek Parti dönemine gelindiğinde bütün vakıf taşınmazları gibi Şekerci Han da cebinde üç-beş kuruşu olana pay edildi. “Ağlayanın malı gülüne fayda etmez” sözü gereği buraları alanlar da bir fayda görmedi. Zamanla camları kırıldı, duvarları yıkıldı, sıvaları döküldü, han meydanı farelere kaldı.
Şeker gibi muhabbetlerin yapıldığı ecdat yadigârı han; son dönemlerde terk edilmişliğin hüznünü yaşıyor. 600 yıl ötesinden bizlere haber veren bu kültür mirası, bir şeyleri “görünmez kılmak” isteyenler tarafından maskeleniyor. Maskeler düşmedikçe de görmemek yok saymayı kolaylaştırıyor. Şekerci Han, mekânın hafızasını bir daha geri gelmeyecek şekilde yok etmeye yönelik eylemlerin kuşatması altında bulunuyor.
İstanbul’un “makyajlanan yüzü” güzel amma, ağzının içindeki “bakımsızlıktan çürüyen dişler”i dökülüyor. Oysa “vicdan mahkemesi”ne hesap vermek isteyenlerin hâlâ günahlarını sildirebilecekleri zamanları var!.. Şayet vicdanları ihtiraslarına yenik düşüp ölmemişse eğer!..
*
Şekerci Han, hem kâdim medeniyetimizden bize kalan bir miras, hem de geleceğe dair ufkumuzu açacak bir hâfıza. Bu nedenle 2021 yılının “Mehmed Âkif, Direniş ve Diriliş Destanı İstiklâl Marşı Yılı” ilan edilmesi münasebetiyle Şekerci Han’ın “İstiklâl ve Mehmed Âkif Ersoy Müzesi” adı altında ihyâ edilmesi, gelecek nesillere aktarılacak en önemli miraslardan biri olacaktır.
Bu kadim yapının hem İstiklâl mücadelemiz, hem de bu mücadelenin simge isimlerinden olan İstiklâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’a hasredilmesi bağımsızlık hafızamızın burada canlanıp neşv ü nemâ bulmasına katkı sağlayacaktır.
Millî mücadelemiz ve kuruluş hafızamıza dair oluşturulacak çok yönlü bu müze; büyük hacimli bilgi, belge, belgesel ve dijital unsurlarıyla dünyanın en önemli müzeleri arasında yerini alarak İstanbul’u ziyaret edenlerin uğrak mekanlarından birisi olacağı muhakkaktır. (Örneğin, Panorama 1453 Tarih Müzesi’ndeki konsept burada millî mücadelemiz için uyarlanabilir.)
Cumhurbaşkanlığı’nın himayesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla oluşturulacak “İstiklâl ve Mehmed Âkif Ersoy Müzesi” içinde oluşturulacak çok amaçlı konseptle birlikte, yapının ana kapısının önünden bulunan İslambol Caddesi (Fatih Camii Börekçi Kapısı, Malta Çarşısı, Fevzi Paşa Caddesi’ni birbirine bağlayan bölgenin araç trafiğine kapalı en hareketli caddesi) ziyaretçilerin, buluşacağı, nefesleneceği “kültür yolu” olarak ihyâ edilmesi, kaybolmaya yüz tutmuş kültürel hafızamızı yeniden canlandıracaktır.
Söz bitti; şimdi icraat zamanı.
***
Buhranlı günlerde millî hislerimize tercüman olmanın yanında medeniyetimizin kodlarına sahip çıkan yüce gönüllü Âkif ne diyor: “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, / İki kazma kürek, iki de ırgat gerek. / Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen, / Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”