İslam’da gaye, kurbiyyet yani Allah’a manen yaklaşmaktır; vazife, Allah’a ubudiyyet/kulluktur.
Kulluk hem kulun kendisiyle ilgili Allah’a yaklaştırıcı fiilleri hem de başkalarıyla ilgili Allah’a yaklaştırıcı görevleri kapsar.
Kullukta en önemli olan, Müslüman olarak ölmeyi dert edinmektir. Çünkü sonsuzu kazanmak, ancak ve ancak sonu kazanmakla mümkündür. Sonu kazanmak, Müslüman olarak ölmektir.
İşte bu konuda bize bizden daha merhametli Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a gereği gibi takvalı/saygılı olun ve siz ancak Müslüman olduğunuz halde ölünüz! Hepiniz toplumca Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, parçalanıp fırka fırka olmayınız.”
(Âl-i Imrân 3/102-103)
Bu âyet-i kerîmeden şunu anlıyoruz: Dünyanın huzuru, Müslüman olmaya; âhiretin ebedî huzuru, Müslüman olarak ölmeye bağlıdır
Bütün hayatı her an ölüm gelebilir gerçekliği ile Müslüman olarak ölmeye uyarlamak ve ayarlamak gerekir. Çünkü itibar sonadır; sonu kazanan sonsuzu kazanır. Zira Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ameller ancak sonuçlara göre (değerlendirilir)dir.”
(Buhârî, Kader, 4, Rikâk, 33; Tirmizî, Kader, 4.)
Müslüman olarak yaşamanın yolu, uçurumda olan kimsenin yukarıdan uzatılan sağlam ipe tutunmaktan başka çaresinin olmadığı gibi Allah’ın ipine yani Kur’ân-ı Kerîm’in bütününe toplumca tutunmaktır.
Müslüman olarak ölmenin yolu, toplum olarak ve de Kur’ân’ın bütününe sarılarak Müslüman olarak yaşamaktır.
Kur’ân’ı toplumca beraberce yaşamak; İslam, toplumda hâkim sistem olarak yaşanmıyorsa, asrın insaf sahibi âlimlerin hüsn-i zan ettiği cemaat içinde olmak, kale gibi korunmak; ilimle, sâlih amelle, İslam kardeşliğinin gereği birbirimize nasihat ederek, İslam’ı şahsımızda, kurumlarımızda yaşamaktır.
Evet, kulluk için ilâhî program, Kur’ân-ı Kerîm; uygulamada örnek, Rasûlullah (s.a.s.)’tır.
“Kaleler üçtür: Mescit bir kaledir; Kur’ân-ı Kerîm okumak (ilmi ve ameliyle) bir kaledir; Allah’ı (kalp, dil ve hal ile) zikir bir kaledir.”
Kâbu’l-ahbâr
Mescitleri, külliye gibi çok kapsamlı kullanarak toplum hayatına yön vermeli; Kur’ân-ı Kerîm’i, bütün ilimlerinden istifade edecek şekilde öğrenmeli; Allah’ı kalp ile bilerek dil ile zikredip akıl ile tefekkür etmelidir. Böylece konuşmamız, fiilimiz ve halimiz bütünüyle zikir olmalıdır.