“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” emri gereği zaman zaman İstanbul’un manevi mimarlarının bulunduğu hazîrelere uğrar, “Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur”un ne mânâya geldiğini anlamaya çalışırım.
Kâh peygamber mihmandarı Ebû Eyyûb el-Ensârî’yi, kâh müjdeli komutan Fatih Sultan Mehmed’i, kâh kutsal toprakların hâdimi Yavuz Sultan Selim’i, kâh üç sultana şeyhülislâmlık yapan Zembilli Ali Efendi’yi, kâh evliyalar dersiâmı Mehmed Emin Tokadî’yi, kâh çile ile yoğrulan sabır abidesi Murâd-ı Münzevî ‘yi, kâh Nasrettin Hoca’nın torunu Hızır Bey’i, kâh gönüller fatihi Şeyh Ebû'l-Vefâ’yı, kâh Muhibbî Kanuni Sultan Süleyman’ı, kâh mimarların piri Koca Sinan’ı, kâh ömrünü Hâlık’ına vakfeden Mehmed Zâhid Kotku’yu, kâh boğazın manevi bekçisi Beşiktaşlı Yahya Efendi’yi, kâh “Güneşler Güneşi”nin talebisi Abdülfettâh-ı Bağdâdî el-Akrî’yi, kâh Osmanlı devrinin manevî sultanlarından Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ni ziyaret ederim.
Ecdat mezarları sembollerle süslemiş
O ecdat ki, dirilerine verdiği kıymet kadar ölülerine de verdiği kıymetin ipuçlarını mezar taşlarına bezediği sembollerle şaheserleştirmiş.
“Lâle” ve “hilâl” motifiyle vahdet-i vücudu, yani Allah’ı sembolize etmiş. “Gül” ile İki Cihan Serveri’ni. “Gül”, ilahi güzelliği sembolize etmesi ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in remzi (hatırlatan) olmasındandır. “Gül-i Muhammed” ismi de verilen gülün kokusu, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kokusudur. Başların tacı olan gül; cennet çiçeği, aynı zamanda Hz. İbrahim Peygamber (a.s) ateşe atılınca onu karşılayan en güzel nebatat bahçesidir.
Geçmişten geleceğe izler taşıyan lâle, gül, sümbül, karanfil, yıldız çiçeği, yasemin çiçeği (Hz. Fatıma(r.a)’nın sembolüdür) buhur-ı meryem, şakayık, küpe çiçeği, haseki küpesi, nergis, süsen ve birçok çiçek mezar taşlarının üzerinde açmaya devam etmektedir.
Medeniyetimizin tapu kayıtları olan mezar taşları, herkesin bir gün fani olacağının simge ve sembolüdür. Açık hava müzelerini andıran mezar taşları ve mezarlıklarımız, geçmişimizle kurduğumuz köprünün en önemli ayaklarından biridir. Dahası milletlerin hafızasıdır. Hafızalarını kaybeden milletler; şahsiyetlerini, geçmişle bağlarını, kısacası kimliklerini kaybetmeye mahkûmdur. İstanbul’un fethinde sokak muharebeleri sırasında şehid düşen fetih askerlerinin kabirleri de, İstanbul şehrinin içinde açan cennet bahçeleri gibi şehrin kalabalığı içinde sokakların, caddelerin, evlerin arasına serpilmiş gibidir.
“Her can ölümü tadacaktır...”
Boğazın manevi bekçisi Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin dergâhında bulunan hazireyi ziyaret ederken oradaki kırık-dökük mezar taşlarını görünce hayıflandım.
Kaçınılmaz hakikat olan “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz” (Ankebût, 57) üzerine tefekkür ederken, Muhammed Mursi’nin şehadet haberiyle sarsıldım.
Peygamber mihmandarından aldığım icazetle nazar ettim İstanbul’a...
Sevilecek kadar sevmeli insan...
Bu şehir-i İstanbul ki gülden mülhem; en çok da kabirde yatanları. Ne söylesek, ne kadar anlarsak az. Az kalır anlattıklarımız; cehaletimizi yine onlar örter, eksik kaldığımızda. İmdadımıza yetişirler kelimeler gönlümüzde sıkışıp, dilimizde düğümlendiğinde.
Mezar taşları geçmişten geleceğe “Hiç şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır. Biz insanları bir imtihan olarak iyilikle de, kötülükle de sınıyoruz. Sonra bize döndürülecekseniz”i fısıldar sessizce. Makamların, malların önünüze serilen geçici güzelliklerin eşliğinde.
Sevilecek kadar sevmeyi öğütler, gök kubbenin altında, berzah âleminde iki kapılı handan geçenler.
İbrahim’in İsmail’i sevmesi gibi...
İbrahim misali...
Kutlu buyruğa teslim olan İsmail olmaktan başka çare bulunmadığını hatırlatır.
Nefse ağır gelse de bu eskimeyen kıssa, küheylanlar gibi sonsuzluğa koşanlara nefeslerin teslimiyet menzilindeki aşkın yüceliğini anlatır.
Aşk menzili...
Aklın alamayacağı kadar tarifsiz.
Saymakla bitirilemeyecek kadar sonsuz.
Hayal ötesi...
Sen nereden bileceksin?..
Yeni bir âlemden ibaret her şey burada; gözlerin göremediği, herkesin erişemediği bir makam.
Hiçbir kulağın duyamadığı, hiçbir nefsin tadamadığı, sadece amellerin hissettiği meydan.
Malın, mülkün para etmediği, gurbetin sona erdiği mekan.
Saatlerin ebediyen durduğu, küçük hesapların dürülüp, büyük hesabın önümüze serildiği sonsuzluk yurdu.
Ruhunu az bir dünyalık karşılığı satanlar...
Yeni bir âlem...
Dünyalardan daha güzel.
Kim istemez bu vaad edilmiş ihtiyaçsızlık âlemini?!..
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, hesapsız, kitapsız yaşayanlar...
Allah’ın yurdunda Allah’a savaş açanlar...
Adaletle hükmetmeyenler...
Mazluma zulmedenler...
Zulme sessiz kalanlar…
Haktan gözüküp, bâtılla iş tutanlar...
Ruhunu az bir dünyalık karşılığı SATANLARDAN OLANLAR.
Kazanan ve kaybedenler...
Hiç şüphesiz Allah’a kul olan kazanacak, isyan eden kaybedecek.
Üçüncü bir şansa sahip olan bir varlık doğmadı, doğmayacak.
Bütün mezar taşlarında gönül gözleri açıklara düşülen şu ibretlik not vardır; ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ. İKİ CİHAN SERVERİ PEYGAMBERİNKİNDE BİLE.