O günler insanların bataryalı, lambalı ve elektrikli radyolara kulak kesildiği dönemlerdi. Akşam ajansında çoluk çocuk, aile, eş dost toplanır, yurt ve dünyadaki havadisler hep birlikte can kulağıyla dinlenirdi. Haber dışında ünlü bestekârların eserlerini icra eden sanatçıların nameleri huşû ile gönüllere nakşedilirdi. Radyo Tiyatrosu ve Arkası Yarın oyunları herkeste büyük bir ilgi uyandırır, duygulu, sevinçli ve huzurlu anlar yaşanırdı.
Bu sihirli kutular her evde bulunmadığından çok kıymet verilir, çocukların uzanamayacağı yükseklikte duvara monte edilirdi.
Sonra bu sesli kutuların yerini hem sesli hem de görüntülü aletler almaya başladı.
O günlerin unutulmayanları arasında bir de boks maçları vardı. Maç günü yaklaştıkça insanları büyük bir heyecan kaplar, o an âdeta iple çekilirdi.
1970’li yıllarda TRT dünyanın en büyük boks maçlarını vermeye başladı. Fakat bunların içinde bir boksör vardı ki, onun yeri başkaydı. O âdeta ezilmişlerin gür sesi, mazlumların umuduydu.
Amerika’daki saat farkından dolayı maç sabahın 3 veya 4’üne denk gelir, o an geceden heyecanla beklenirdi.
Siyah beyaz ve karıncalı ekranların genç spor spikeri Orhan Ayhan görüntüler eşliğinde maçı anlatmaya başlayınca âdeta nefesler tutulur, Muhammed Ali’nin zaferi için dualar edilirdi.
Muhammed Ali de âdeta bütün mazlumların duasıyla devleşip “kelebek gibi uçup, arı gibi sokar” bununla da yetinmeyip “gavura vurur gibi vurup” ringi rakibine dar ederdi.
Muhammed Ali; efsane değil, gerçeğin ta kendisiydi.
Zaman ilerledikçe başarıları onu yıldız, karakteri ise efsane yapacaktı.
O, Bilâl gibi inandığı yoldan vazgeçmeyendi
Hz. Muhammed(sav); hak dinin Son Peygamberi, iki cihan serveri...
Hz. Ali(ra); şeksiz iman edenlerin ilk neferi...
Peygamberin haydar-ı kerrâr, gayrı ferrarı...
(düşmanın üzerine üzerine giden, yılgınlık göstermeyen)
Aliyyü’l-Murtazâ’yı şâh-ı merdânı...
(erlerin, yiğitlerin, mertlerin şâhı)
İşte Muhammed Ali’yi bizi sırf bunun için sevdik, hiç tanımadığımız halde kendimizden bildik.
Peki kimdi bu İslâm’a bende olan, bize kendini bu kadar çok sevdiren Muhammed Ali?..
O, Ebu Cehillerin inandığı yolundan döndürmek için eziyet ettiği Habeşistanlı köle Bilâl gibi inandığından vazgeçmeyendi.
O, kendine reva görülen ezâ ve cefâlar karşısında “Ehad, Ehad, Ehad...” diyerek Rabbine olan kulluğunu dünyaya haykırandı.
İslâm, nefretle yanan dünyayı kurtarmanın gerçek yolu
Cassius Marcellus Clay Jr., 17 OCAK 1942’de ABD’nin Kentucky eyaletinin Louisville şehrinde doğdu. Daha 12 yaşındayken boksla tanıştı. 1960 yılında Roma’da ağır hafif sıklette altın madalyayı alarak profesyonel oldu. 18 yaşındayken katıldığı Roma Olimpiyatları’nda altın madalya aldıktan sonra ünü giderek yayılmaya başladı. 1964 yılında 22 yaşındayken, Sonny Liston’u yenip Dünya Şampiyonu oldu.
Şampiyon, bir restorana girdi ve yemek istedi. Ancak garson kendisine servis yapılmayacağını belirtti. Bunun üzerine “Ben Amerika'yı temsil ettim ve dünya şampiyonu oldum. Bu ülke için savaştım ve bana servis yapmıyorsunuz” diyerek isyan etti. Altın madalyasını Ohio Nehri’ne attı. Bu olayın ardından ırkçılığı sorgulamaya başladı.
Kökenini araştırması sonucu, Afrikalı büyük dedelerinin Müslüman olduğunu keşfetti. İslâm dinini araştırıp “siyah-beyaz” ayrımının olmadığı, eşitliğin savunulduğu hak yolu seçti. Hiçbir zaman “Kara Müslümanlar” ifadesinden hoşlanmadı ve İslâm’ı “nefretle yanan dünyayı kurtarmanın gerçek yolu” olarak tanımladı.
İlk işi kölelik adı olan Cassius Marcellus Clay Jr.’ı değiştirmek oldu.
Özgürleşmek için yeniden doğdu!..
Ve bütün küresel Firavunlara şöyle seslendi: “Ben, Muhammed Ali’yim; Allah’ın sevdiği Muhammed Ali...”
İşte bu uyanıştan sonra “şeytanın askerleri” kâbus olup üzerine karabasan gibi çökmeye başladı.
Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki...
Vietnam Savaşı’na (1 Kasım 1955-30 Nisan 1975) asker olarak çağrıldığında “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım” diyerek savaşa katılmayı reddeden Muhammed Ali, bu nedenle 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. “Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da... Beni hapse atacaklarmış, zaten 400 yıldır hapisteyiz” sözleriyle “haydut beyaz adamları” çileden çıkardı!.. Lisansı iptal edildi, dünya şampiyonluğu alındı, pasaportu iptal edildi, telefonları dinlendi, tüm mal varlığına el kondu. Dava süresince maddi sıkıntılar yaşadı ve iflas ettiğini açıkladı. Ailesinin yardımı ve üniversitelerde yaptığı konuşmalarla geçimini sağladı.
Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da
ABD, Vietnam Savaşı için Muhammed Ali’yi askere çağırdığında o şu sözleriyle tarihe not düştü:
“Louisville’de insanlar hâlâ pis zenci diye çağırılıp, köpek muamelesi görüyorken ve en basit haklarından bile mahrumken benden üzerime bir üniforma geçirip 10000 mil ötedeki bir ülkede bomba atıp kurşun sıkmamı nasıl beklerler?
Hayır, 10000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, onları öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım. Gün böyle kötü işlerin sona ermesinin günüdür. Böyle bir tavır içinde bulunmanın bana milyonlarca dolara mal olacağını söylediler. Ama daha önce de söyledim ve yine söylüyorum. Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da.
Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirmede kullanılan bir maşa olmayacağım. Dinimi, halkımı ve kendimi küçük düşüremem. Eğer bu savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğini düşünseydim kendim gidip orduya katılırdım. Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz.”
Muhammed Ali haklıydı... Kızılderilileri soykırıma tabi tutan “haydut beyaz adamlar” bu “siyah adam”ın haklılığını defalarca ispatladı!.. Nereye özgürlük, adalet getireceğiz diye adım atsalar sömürü, gözyaşı ve ölüm hiç eksik olmadı. Ölüm tarlasına dönen Vietnam’da manzara neyse daha sonraki yıllarda Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de de benzerleri yaşanacaktı.
“Asrın Maçı”nda ilk mağlubiyetini aldı
Muhammed Ali için mücadele yeni başlıyordu!..
Çok sevdiği boksa 1967’den 1970’e kadar ara vermek zorunda kaldı. Bu dönemde Malcolm X’le tanışıp, kadim bir dostluğun temellerini attı.
Mücadelesi artık üzerine bahis oynanan kavga olmaktan çıkmış, Hakla bâtılın mücadelesine evrilmişti. 1970 yılında açtığı temyiz davasını kazanıp yeniden ringlere döndü. 1971’de Joe Frazier ile “asrın maçı”na çıktı ve profesyonel boks kariyerinde ilk defa kaybetti. Ardından çenesinin kırıldığı maçta Ken Norton’a sayı ile yenilince, herkes kariyerinin bittiğine vehmetti. Fakat o azmedip art arda unvan için rakip olan boksörleri birer birer devirdi. Ve çenesini kıran Ken Norton’i de yenip rövanşı aldı.
Başarısıyla ulaşılması güç bir zirveye ulaştı
1973’te Joe Frazier ile unvan maçı için anlaştı. Arada sadece Joe Frazier-George Foreman maçı kalmıştı. Frazier ikinci raundda sürpriz bir şekilde nakavt oldu. Muhammed Ali böylece önce Fraizer ile maç yapıp arkasından da Foreman’la maç ayarladı ve iki maçı da nakavtla kazandı.
1974’te Foreman’ın favori olduğu maçta rakibini hiç beklenmedik bir taktik ile sekizinci raundda nakavt edip, hak ettiği unvanı Floyd Patterson’den sonra tekrar elde eden ikinci boksör oldu. 1978’de Leon Spinks’e yenilip ardından aynı yıl rakibini yenince “Dünya Şampiyonluğu’nu 3 kez elde eden ilk boksör” unvanıyla erişilmesi güç bir zirveye ulaştı.
1978’de boksu şampiyon olarak bırakan Muhammed Ali, sonra parkinson hastalığına yakalanmasına rağmen bunu gizleyip iki maç daha yapıp kaybetti.
Profesyonel döneminde sadece 5 kez yenilen, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Muhammed Ali, 36 yaşına kadar bütün şampiyonlar için tek isim olmayı başardı ve 37’si nakavt olmak üzere 56 maç kazandı.
Parkinson hastalığı yüzünden uzun süre Michigan eyaleti Berrin Springs’teki St. Joseph Nehri kenarında bulunan yaklaşık 328 dönümlük çiftliğinde gözlerden uzak inzivaya çekilerek yaşamayı tercih eden Muhammed Ali Clay, ringlerde 20 yıldır ağzından düşürmediği “Bütün Zamanların En İyisiyim” sözünü ispatlayarak bir efsane oldu.
İlk defa beyaz bir lider beni kucakladı
Millî Nizam Partisi’nin kurucularından olan MSP’li Devlet Bakanı Hasan Aksay, Muhammed Ali’yi Türkiye’ye davet etti. Muhammed Ali de, daveti 28 Eylül’de Ken Norton’la unvan maçından sonra “zaferimi Türkiye’deki Müslümanlarla kutlayacağım” diyerek kabul etti.
Norton, Muhammed Ali’nin en dişli rakibiydi. İlk maçlarında Muhammed Ali’yi sadece yenmekle kalmamış bir de çenesini kırmıştı. Çok çekişmeli geçen maçı Muhammed Ali kazandı.
İlk tebrik telgrafı gönderenlerden birisi Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan’dı.
Muhammed Ali, Londra aktarmalı olarak 1 Ekim 1976 Cuma günü sabaha karşı İstanbul Atatürk Havalimanı’na indi. Havalimanında büyük bir kalabalık ve dönemin Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmeddin Erbakan tarafından karşılanan Muhammed Ali, burada kendisini bekleyen binlerce kişiyle birlikte Sultanahmet Camii’ne gidip Cuma Namazı kıldı.
Daha sonra Ayasofya Camii’ni de (müze) gezen Muhammed Ali, burada yaptığı açıklamada, “İlk defa beyaz bir lider beni kucakladı” sözleriyle herkesi duygulandırdı. Boyalı basın bu ziyarete yeterince ilgi göstermese de büyük kalabalıklar onu her zamanki gibi bağrına bastı.
ABD cinayetlerini kahramanlık olarak lanse etti
Muhammed Ali’nin Vietnam’a gitmemesinin isabetli bir karar olduğu daha sonraki yıllarda bütün gerçekliğiyle ortaya çıktı. Sömürü, kan ve gözyaşından beslenen “haydut beyaz adamlar”, 21 yıl süren savaşta 4 milyon sivilin ölmesine, 58 bin Amerikalı askerin hayatını kaybetmesine, geriye dönen çoğunun ise intiharına sebep oldu.
Vietnam bataklığına gömülen Amerika, Sylvester Stallone’nin oynadığı Rambo film serisi ile cinayetlerini dünyaya kahramanlık olarak lanse etti.
Fakat bu hikâyenin hiç tartışmasız kahramanı Muhammed Ali’ydi.
Hollywood 1976 ve 2006 yılları arasında 7 film olarak Rocky serisiyle Sylvester Stallone’nin canlandırdığı Rocky Balboa isminde hayali bir Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu üretti. Sinema seyircisini sağmal inek gibi yıllarca bu hikâyelerle sağdılar.
Oysa Muhammed Ali, hayal değil gerçekti. Sadece Amerika’nın değil, dünyanın bir numarasıydı. Kendilerine “köle” olmadığı için görmemeyi yeğlediler.
Gerçeklerin er yada geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır. Öyle de oldu. Muhammed Ali’nin hayatı 2001 yılında Hollywood tarafından filme alındı. Will Smith’in başarıyla canlandırdığı “Ali” filmi tüm dünyada izlenme rekorları kırdı.
Hayatı çizgi romanlara, kitaplara konu oldu
Muhammed Ali’nin hayatı çizgi romanlara, kitaplara konu oldu. Hakkında yazılan kitapların arasında diğerlerinden farklılığıyla dikkat çeken Richard Durham’ın kaleme aldığı “Muhammed Ali- En Büyük Benim Hayat Hikayem”, (Kaknüs Yayınları) Muhammed Ali’yi kendi ağzından anlatan tek eser olma özelliğini taşıyor. Muhammed Ali’yi 1962 yılından beri yakından tanıyan “Muhammed Konuşuyor” gazetesinin eski editörü olan Durham, her zaman doğru olduğuna inandığı şeyi yapan cesur bir siyah Müslüman boksörün hikâyesini bütün çıplaklığıyla satırlara yansıtıyor.
Zihinlere damgasını vurmuş büyük bir şahsiyet
Yeni nesil onu 1996 Olimpiyatları’nda Parkinson hastalığı nedeniyle elleri titreyerek yaktığı Olimpiyat Meşalesi’yle tanıdı. Oysa 1960’larda ve 1970’lerde Muhammed Ali; ırkçılık, politika, din ve boks arenalarında Amerika ve bütün dünyada zihinlere damgasını vurmuş büyük bir şahsiyetti.
Dört kez dünya evine giren Muhammed Ali, son evliliğini büyük aşkım dediği Yolonda Williams ile 1986 yılında yaptı. Williams, parkinsonla mücadele eden eşinin hastalığı boyunca âdeta eli ayağı oldu. Evliliklerinden Laila Ali, Rasheda Ali, Hana Ali, Asaad Amin, Maryum Ali, Jamillah Ali, Khaliah Ali, Muhammad Ali Jr., Miya Ali isimli 9 çocuğu dünyaya geldi. Laila Ali de babasının izinde yürüdü.
74 yıla sığdırdığı büyük mücadelesinin yanında, İslâm mesajını barış dini olarak yayan iyi niyet elçisi olarak bir hayat sürdü. Hep Müslümanlarla birlikte mazlumların ve mağdurların da sesi oldu. Son nefesine kadar hep dindar bir Müslüman olarak yaşadı.
Bugün 17 Ocak...
İyi ki doğdun Muhammed Ali...