Haberin Kapısı
2020-07-14 22:11:06

Şair Kıyama Durursa...

Sabri Gültekin

halilsivasi@yahoo.com 14 Temmuz 2020, 22:11

Ne kadar muazzam bir âlemde yaşıyoruz; nimetleri saymakla bitmeyen... Nefes bedava, sevmek bedava, sevilmek de... Dünya bizim olsa; yetmez sadece bedava aldığımız nefese... Fakat hiçbir şey tesadüf değil; kaderde.

***

Öyleyse... Dünyanın iki kapılı bir han, kendimizin de fâni olduğunu... Ve bu hanın Kâdir-i Mutlak bir sahibinin bulunduğunu bilmek gerek...

Bilmek; ilmetmektir...

Ömrünce bu yolda yürüyerek insanlığa fener tutan Yunus Emre, “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin / Ya nice okumaktır...” dizeleriyle kütüb konusu/dolusu ilmin sırrını ne güzel ifşâ ediyor...

Bir makam düşünün... Öyle kutlu bir makam ki, ilmin kapısı Hz. Ali’ye “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” dedirterek özgürlüğünden vazgeçiriyor.

Yusuf Has Hacib de Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) isimli eserinde “Bilginin kıymetini bilgeler bilir” diyor. Ve devamında “İki tür insan konuşamaz: Biri dilsizdir, diğeri bilgisiz! Bilgilinin sözü toprağa verilen su gibidir; sulanan topraktan türlü nimetler biter. Bilgisiz kimsenin gönlü ise çöl gibidir; ne ırmaklar doldurabilir, ne de ot biter. Vücudun nasibi ağızdan, ruhun nasibi kulaktan girer. Çok dinle, az konuş; akıl ile söyle, bilgiyle süsle!..” öğüdüyle muazzam bir nasihatte bulunuyor.

***

Sözü “bilge”ler söyler... “Sözün bittiği yerde” dünya yaşanmaz hale gelir. Ruhsuz nefeslerin dünyayı boğduğu yerde “hiç eskimeyen ifadeler” ete kemiğe bürünmezse işte o zaman meydan cahillere kalır.

Sözü kim söyler: Bilgeler, edibler ve şairler... Canlarından, cananlarından vazgeçip kıyama durduklarında “sözün bittiği yerde” yeni bir hayat başlar. Ölümün kıyısındaki ruhlar yeniden cana gelir. Gurbetler vatana, acılar sevince, dünya Cennet’e dönüşür.

Bazıları bunu dizelere döker. Nesilden nesile okundukça Âkif’in “Âsım”ına, Üstad’ın “Çile”sine yeni yeni anlamlar yüklenir. “Kudüs” deyince akla vuslata eren Mehmed Âkif İnan, Nuri Pakdil gelir. Kim bilir belki “Ana” deyince de, Çukurova’nın münbit topraklarında yetişen A. Talip Koktaş gelir. “Ah Anam!.. / Burası gurbet, koymuş adını koyan / Sen ve ben Allah’a, gurbet yalnızlığa emanet / Bekle beni Anam, bekle / Beklenmediğim bir bayram sabahı / Oradayım / Benim güzel Anam, orada...” dizeleri dudaklardan kalbe indikçe “öf” bile demenin hazin bir sonun başlangıcı olduğu hatırlanır.

***

Çizge Yayınevi tarafından yayınlanan “Sonbahar ve Sen” isimli eseriyle okurunun huzuruna çıkan şair Koktaş, gönül dünyasında kopan fırtınaları dizeleriyle sükûta dönüştürüyor.

Koktaş eserinin önsözünde diyor ki, “Şiir; muhabbetin ilk cümlesi, ayrılığın hediyesi, yalnızlığın tesellisi, acının ikiz kardeşi, belki de bir damla gözyaşıdır. Herkesten kaçtığınızda gecenin karanlığında deniz feneri misali size ışık olup sığındığınız bir limandır, bir koydur. Kimse kalmadığında evinizin arsız misafiri gibi başköşede her daim durandır şiir.

Koca koca kitaplarda anlatılamayanları bir kelimede insanların zihnine nakşedendir şiir. Ruha huzur, dile lütûf, göze yaştır. Sevdanın durağı, aşkın adıdır, mutluluğa gebe, sabahı olmayan bir gecedir şiir. Şairin dili, gözü, ruhu, kalbi velhasıl bütün bedenidir şiir.”

Ve bazen de “Bu şehirde sonbahar / gönlümde hüzün var / Ben hiç büyümedim / terk ettiğin yaştayım yâr” diyebilmektir.

***

Ruhunun derinliklerinde çektiği sancıyı “Sonbahar ve Sen” şiir kitabını kışın ayazında okuruyla buluşturan A. Talip Koktaş bir öğretmen...

Hamdım, piştim, yandım” diyen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin “hamdım”ında pişmeye duran...

Kalp heybesinde biriktirdiği hû hûlarla bezenmiş cümleleri, kalemle kelâma dönüştüren...

Öğrendiğini öğreten...

Kalp yolu kıldan ince...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.