Haberin Kapısı
2024-04-29 18:58:42

Son İbn Sirace'ın Başından Geçenler

İbrahim Halil Er

29 Nisan 2024, 18:58

Elime François Rene de Chateaubriand’ın (1768-1848) meşhur eseri “Son İbn Sirace'ın Başından Geçenler” kitabı geçti. Endülüs ve Müslüman birisini anlattığı için zaten dikkatimi çeken bir eser olduğundan okumaya karar verdim.

Bu kitab ünlü Fransız Yazar Francois’in Endülüs’e yaptığı ziyaret sonrasında kaleme aldığı imkansız bir aşk hikayesidir. İspanyol işgalinin ardından Granada’nın son hükümdarı Abdullah ana vvatınını terk etmek zorunda kalmış, pek ço Mağribi ise Afrika’ya sürülmüştür. Çok geçmeden İbn Sirac kavminin son mensubu, aklında intikam fikriyle Granada’ya geri döner ancak orada karlışaltığı bir İspanyol kızı tüm planlarını alt üst eder. Biri Müslüman, diğeri Hristiyan gençler inançları, vatanları ve aileleri arasındaki düşmanlığa rağmen verdikleri sadakat sözünü tutmaya çalışılar.

Kitabın ana teması Endüs’ün İspanyolların eline geçtikten sonraki süreci anlatıyor. Endüs’ün güçlü bir ailesi olan İbn Sirac ailesinin bir ferdinin atalarının intikamını almak için Mağrip’ten İspanya’ya gelişi ve yaşadıklarını anlatıyor. Kitap sayesinde Endülüsü, El-Hamra’yı, Müslümanların yenilgisini ve İspanyolların başarılarına bir yolculuk yapıyoruz. Tarih, Edebiyat, sanat ve dönemin sosyolojisi arasında bir yolculuk yapıyoruz.

İntikam için İsyanya’ya gelen genç İbn Sirac duygularına yenik düşüyor ve intikam almak istediği ailenin kızına aşık oluyor. Kız da ona aşık oluyor. Bundan sonraki süreç aşkı, davası, dini ve vatanı arasındaki ikilemi yaşamasına yol açıyor. Kız, onunla evlenebilmesinin tek şartının onun Hristiyan olması olduğunu, ailesinin kraliyet ailesi olduğunu ve ancak bu şartla verebileceklerini söylerken, oğlan da onunla evlenebilmesinin şartının Müslüman olmasına bağlı olduğunu, ailesinin kendi ülkesinde soylu ve önde gelen bir aile olduğunu söylüyor. İki sevgili birbirlerine bağlılık yemini etseler de aradaki din engeli yüzünden evlenemiyorlar.

İşin ilginci, böyle duygusal bir ortamda onun için dininden vaz geçeceğini söylemesine rağmen kız ona “çölüne geri dön” diyor ve bu fikri üzerine atlamıyor. İkisi de ölünceye kadar aşklarına sadık kalıp evlenmiyorlar.

Kitabı okurken Müslüman gencin aşkı için Hrisitiyan olacağını düşünmüştüm. Çünkü nihayetinde bu kitabı yazan bir Hristiyan’dı. Nasıl ki bizim romanlarda kahramanımız sonunda sevdiği kızı Müslüman yapıp evleniyorsa orada da tersi olmalıydı. Nihayet kitabın sonuna doğru gencin duygularına yenik düşmesi üzerine beklediğim sonu görmüş oldum. Fakat ilginç olan kızın bunu kabul etmeyip onu çöle göndermesiydi. Halbuki kızın ailesi bu karara sevinmiş ve onu kabul etmişlerdi. Burada benim düşündüğüm ve hatta yazarın da vermek istediği mesaj sanırım kızın benliğinden vaz geçmeyi kabul eden birisiyle evlenmek istememesi olduğuydu.

Bu yazıyı yazdıktan sonra olayı tekrar düşündüğümde başka bir yorum daha aklıma geldi. Yazar, her ne kadar Müslüman birisinin aşkı için dininden vaz geçme çizgisine geçtiğine temas etse de son bir hamle ile soylu bir Hristiyan'ı velev ki dininden ve vatanından vaz geçse de bir Magripli'ye, doğuluya vermek istemiyor. Onlar, her şeylerinden vaz geçseler bile aralarına kabul etmek istemiyor. Bunu kızın ağzından haykırıyor "ÇÖLÜNE GERİ DÖN". Yani İbn Sirac şahsında Müslümanları Avrupa'da istemiyorlar. Çöllerine dönmelerini istiyorlar. Hatta onlara benzesek bile, dinimizden ve milliyetimizden, vatanımızdan vaz geçsek bile bir şey değişmiyor, kabul edilmiyor. Çünkü özünde doğulu olduğunu, başka bir uygarlığın ferdi olduğunu biliyor...

Kitapta dikkatimi çeken unsurların başında Hristiyanların Müslüman algısı oldu. Hristiyanlar, sözlerine “İsa adına, İsa isterse” gibi şirk cümleler kurarken, yazar bu cümleleri Müslüman gencin ağzında da “Muhammed isterse, Muhammed adına, Ey Muhammed nasip et” gibi şirk cümleleri kurmaktaydı. Buradan da batılıların Müslümanlara ve Müslümanların Peygamberleriyle ilişkilerini kendi inançları gibi düşündüklerini anlıyoruz. Tabi ki günümüzde insanlar daha bilgilenmiş ve aydınlanmış olsalar da bundan yüz yıl önceki bakış açısı buydu.

Son Granada hükümdarı Abdullah atalarının ülkesinden ayrılırken Padul dağının tepesinde durdu. Bu yüksek yerden deniz görünüyordu; bahtsız hükümdar Afrika'ya gitmek üzere oradan gemiye binecekti. Bulunduğu yerden Granada Vega ve kenarında Ferdinand ile İsabella'nın çadırlarının yükseldiği Genil ırmağı da fark ediliyordu. Abdullah bu güzel memlekete sonra da Müslüman mezarlıklarını gösteren servilere bakıp ağlamaya başladı. Saray ileri gelenleri ile bu sürgünde Abdullah'a eşlik eden annesi Ayşe Sultan oğluna şöyle dedi: "Erkek gibi savunmasını bilmediğin memleket için şimdi bir kadın gibi ağla!" Dağdan indiler; Granada gözlerinden ebediyen kayboldu.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.