Osmanlı Devleti su ihtiyacını gidermek için yaygın bir şebeke kurmuş. Su kaynaklarından künkler ve kemerlerle taşınan su şehre getirilmiş ve çeşmeler vasıtası ile dağıtımı sağlanmış. Fakat dağıtım yapılmadan önce hem su basıncını ayarlamak hem de kime ne kadar su dağıtılacağının ölçümlenmesi için mühendislik harikası “su terazileri” sistemi kurulmuş.
Suyun getirildiği künkler doğal olarak basınç altındadır ve bu yüzden künkten direk olarak suyu almak mümkün olmadığından, suyu daha yüksekte olan bir ölçme sandığına alarak basıncı düşürmek suretiyle “su terazisi” sistemi geliştirilmiş.
Yedi Tepeli İstanbul’a can suyu olan su terazileri, kare planlı tabandan yukarı doğru daralan taş veya tuğla örgü kuleler olarak tasarlanmış. Kulenin üzerindeki sandığın içerisindeki su seviyesi ile künklerdeki su basıncını sınırlayan, debi ölçümü yapılarak dağıtım sağlayan, künkler içinde yığılan havanın akışını kesme özelliğine sahip bu sistem, su yolları üzerinde 60 ilâ 200 metrede bir inşa edilmiş.
*
Bu çerçevede Osmanlı Devleti döneminde “Su Medeniyeti”ni oluşturan yapılar topluluğunun bir diğer parçası da su terazileridir. Asırlar boyunca gece gündüz demeden çalışarak çeşme, sebîl, cami ve hamamlara, gerekli suyu sağlayan, su yollarında basıncı ayarlayan ve suları ölçerek dağıtan su terazileri, gelişen teknoloji ile birlikte işlevini yitirmesine rağmen hâlâ geçmişten geleceğe ulaklık yapmaya devam etmektedir.
İstanbul'da yeri tespit edilen 87 su terazisi bulunmaktadır. Günümüze yetişen Fatih Bozdoğan Kemeri, Yavuz Sultan Selim, Yerebatan, Tevfik Fikret Sokak, Eski Vezir, Gaspıralı, Eyüp Sâliha Sultan, Edirnekapı Mısır Tarlası Mezarlığı, Taksim ve Saraçhane’deki Şehzade Mehmed Camii Su Terazileri en önemli örneklerden bazılarıdır.
Kanûnî Sultan Süleyman tarafından 1543-1548 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılan Şehzade Mehmed Külliyesi’nin inşasının tamamlanmasının ardından geçen asırlar içinde üst düzey devlet adamlarına ait türbeler, sebîller, çeşmeler, su terazisi, yangın havuzu, muvakkithane gibi yapılar eklenmiştir.
Şehzade Camii avlusundaki su terazisi günümüze iyi durumda ulaşabilmiş nadir örneklerden biridir. Mimar Sinan burada mimarî bir estetikle su terazisine zarif bir görünüm kazandırmıştır. Bu terazi Halkalı sularının on altı alt kolundan biri olan Nuruosmaniye su tesislerinin bir parçasıdır. Nuruosmaniye su yolları 1755 yılında, Sultan Üçüncü Osman zamanında Nuruosmaniye Camii’ne su sağlamak amacıyla inşa edilmiştir.
*
BİR EVLAT ANCAK BU KADAR SEVİLEBİLİR
Her ne kadar konumuz “Su Medeniyeti” olsa da, sevince olduğu kadar acıya dair olayları da paylaşmakta beis yok.
Kanûnî Sultan Süleyman Hürrem’den olma oğlu Şehzade Mehmed’e olan sevgisi bir başkadır. Öyle ki eğitim ve terbiyesi ile yakından ilgilenir. Fakat Manisa’da Sancak Beyi iken gözünden esirgediği Mehmed’i vefat eder. (1521, İstanbul - 6 Kasım 1543, Manisa)
Kanûnî, “Şehzadeler güzidesi Sultan Mehmed’im” dediği evladı için Mimar Sinan’a bir türbe yapmasını ister. Mimar Sinan çıraklık dönemi eseri olarak bilinen türbenin de içinde bulunduğu yapılar topluluğu; cami, medrese, tabhâne, sıbyan mektebi, imaretten oluşan külliyeyi 1543-1948 yılları arasında tamamlar.
Şehzade Mehmed için yapılan türbe, klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, yapılar topluluğunun en erken bitirilen bölümü olur. Süsleme yönünden zengin olan türbenin içi ve giriş kapısının iki yanı 16. Yüzyıla tarihlenen mavi, lacivert, yeşil, sarı ve beyaz bitkisel motifli çinilerle kaplanır. Şehzade Mehmed’in sandukası üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalarla süslü bir taht kondurulur.
Türbede Şehzade Mehmed’in yanında kızı Hümaşah Sultan, Şehzade Cihangir ve kim olduğu bilinmeyen bir kişi medfundur.
Hazirede ayrıca birçok kabrin yanında Şehzade Mahmud, Hatice Sultan, Fatma Sultan, Rüstem Paşa, Bosnalı İbrahim Paşa ile Destari Mustafa Paşa’nın türbeleri de bulunmaktadır.
*************
İSTANBUL’UN MERKEZİ
Şehzade Mehmed Camii’nin ana caddeye bakan avlu duvarının Dede Efendi Caddesi tarafındaki köşesinde 38 santimetre çapında, 128 santimetre yüksekliğinde yeşil mermerden yapılmış bir sütun bulunur.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan’ın yaptığı hesaplamalar neticesinde eski İstanbul’un merkezi konumundaki yerini tespit ederek Şehzadebaşı Camii avlusunun köşesine bu yeşil sütun dikilir. İşte o günden beri bu sütunun İstanbul’un merkezini işaret ettiği rivayet edilir.
Söz konusu somaki mermer taş hakkında birçok sözlü rivayet olmasına rağmen yazılı kaynak sadece Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde bulunur. Seyahatnâme’nin birinci cildinde İstanbul’daki tılsımlı taşları anlatan Evliya Çelebi, “Mimar Sinan, Şehzadebaşı Camii’ni öyle bir yere yapmak ister ki aynı zamanda İstanbul’un tam merkezinde yani ortasında olsun. İşte sur içinden ölçüm yaparak İstanbul’un tam ortasının burası olduğunu tespit eder ve buraya bu mavi granit taşı kor. O’na göre burası İstanbul’un ortasıdır” diye bahseder.
İlk konulduğunda altı ve üstü demir millere oturtulmuş olmasından dolayı dönme özelliğine sahip yeşil somaki mermer sütun, yol seviyesinin yükseltilmesi sebebiyle bu özelliğini kaybetmiş. “Osmanlı İstanbul’unun merkez noktası”nın mihenk taşı oradan geçen neredeyse herkesin ilgisini çekmeye devam ediyor.
*************
MAKSEMLER İKİ TİPTE İNŞA EDİLMİŞ
Maksem kelimesinin aslı Arapça maksim olup “suyun kollara ayrıldığı yer” manasına gelmektedir.
Maksemler, şehir dışından getirilen suların dağıtımını sağlamak için, lülelerden dağıtım teknelerine yollayan bir düzeneğe sahip, üstü kubbe veya tonoz ile örtülü su yapılarıdır. Yer altı ve yer üstü olmak üzere iki tipte inşa edilmişlerdir. Bu yapılara örnek teşkil eden Eğrikapı (İstanbul’un en büyük maksemi), Tezgâhçılar, Ayasofya, Taksim, Harbiye maksemleri yer üstünde, Hacı Osman Bayırı Maksemi ise yer altındadır. Bentlerden gelen sular burada toplanır ve evlere, çeşmelere, hamamlara dağıtılırmış.
İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan üç büyük su sistemi Halkalı, Kırkçeşme ve Taksim (Bahçeköy) sularıymış. İstanbul’un yüksek semtlerinin içme suyunu Halkalı suları sağlarken Kırkçeşme, Eyüp semti ile surlar içindeki bölgenin daha alçaktaki yerlerini beslermiş. Kaynağından Eğrikapı Maksemi’ne (Savaklar) kadar 55 kilometre yol kat eden Kırkçeşme suları; Eyüp Dağıtım Kubbesi (Yeni Kubbe), Eğrikapı Maksemi (Savaklar), Sulukule Kubbesi, Tezgahçılar Taksimi ve Ayasofya Taksimi ile şehir içine dağıtılmaktaymış. Bunlardan Sulukule Kubbesi günümüze ulaşamazken Ayasofya Kubbesi yolun altında kalmış.
Ayasofya’daki maksemden, civardaki pek çok yapıya su verilmekteymiş. Topkapı Sarayı mutfaklarına kadar Ayasofya Camii, Eski Çeşme, Ayasofya Medresesi ve Hamamı, imam evi, fırın, şadırvan, ahırlar, İshak Paşa Hamamı, Topkapı Sarayı’nda bir dolap, kuşhane, Kanûnî Sultan Süleyman’ın diş hekimi Hamonzade evine kadar ise Emin Cevad Mescidi Çeşmesi, Mehmed Paşa Medresesi Çeşmesi, Hoca Paşa Hamamı, Elvanzade Zaviyesi Çeşmesi, Kazasker Çeşmesi sularını hep bu maksemden alırmış.
*************
İBADETHÂNELERDEKİ SU KUYULARI ŞİFÂ DAĞITIYOR
İstanbul’un simge yapıları selâtin camilerinde mimari özelliklerinin yanında dikkat çeken bir detay vardır; su kuyuları. Fatih Camii’nin batı kapısının girişinde yer alan ve hâlâ cemaatin istifade ettiği su kuyusu en önemli örneklerden birisidir. Yavuz Sultan Selim Camii’nin dış avlusunda yer alan su terazisi ve kuyusu âtıl vaziyette olsa da kadîm yapıya zenginlik katmaya devam etmektedir.
Süleymaniye Camii’nin zeminini iki katmandan oluşan yer altı tünelleri vasıtasıyla, ısıtma-soğutma, havalandırma ve su kanalı inşa eden mimarların pîri Koca Sinan, mekânı kışın sıcak yazın serin tutacak bir sistem geliştirmiş. Yani asırlar önce doğal klimayı keşfederek, bunu Süleymaniye Camii’nde hayata geçirmeyi başarmış. Sinan ayrıca yine yer altındaki tüneller sayesinde yağmur sularını yer altındaki kuyulara vererek deşarj yoluyla nemlenmeyi ve zemin sıvılaşmasını önlemiş.
Bu örneklere çözülemeyen sırlarıyla asırlardır ayakta olan Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin içindeki su kuyusu da eklenebilir. Kuyuda su olmakla birlikte, suyun şifâlı olduğuna inanılıyor. Rivayet odur ki eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların uğrak yerlerindenmiş. Hastalar buraya üç Cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlermiş. Bu gelenek cami müzeye çevrilene kadar devam etmiş.
Bu kadarla iktifâ edelim.
*************
SAKALIK OSMANLI DÖNEMİNDE EN ÖNEMLİ MESLEKLERDENDİ
“Su Medeniyeti” üzerine bu kadar uzunca bir yazı serdetip de, bu yolda kendini hizmetkârlığa adayan “saka”lardan bahsetmemek olmazdı.
Su veren, sulayan anlamıyla sözlüklerde yer alan “saka” kelimesinin farklı anlamlar verilerek tasvir edilmesi, bunun en somut göstergesidir. İslâm tasavvurunda su kadar suyu dağıtan kişiye de önem atfedilir.
Su temininde sıkıntı yaşanan mahallelerde halkın su ihtiyacını karşılamakla görevli şahısların mesleği olan sakalık, Osmanlı döneminde en önemli meslekler arasında yer alıyormuş. 15. yüzyılda evlere para karşılığı su taşıyan sakaların bir araya gelmesiyle “Saka Loncası” kurulmuş. Hemen her mahallede bu loncaya kayıtlı bir saka bulunurmuş. Su genellikle sebîllerden temin edilirmiş. Sakalar sadece İstanbul halkının değil, Yeniçeri Ocağı’nın suyunu da temin ederlermiş. Padişahın sarayında su teminine ayrı bir önem atfedilmiş olup bu işten “sakacıbaşı” sorumluymuş. Sakacıbaşı sarayın su hizmetlerini kendisine bağlı görevliler vasıtasıyla yürütürmüş.
İslâm Medeniyeti’nde ve bu medeniyetin en önemli temsilcilerinden biri olan Osmanlı Devleti’nde su, insanoğlunun şifâ kaynağı olarak pek çok hayırseverin başlıca sevap vesilesi olarak görülmekteymiş. Halkın su ihtiyacını gidermesi için devlet erkânı, hanım sultanlar, varlıklı kimseler tarafından yaptırılan çeşmeler ve sebîller bu hayırseverliğin en önemli örnekleridir. Bu durum sakalar için de geçerliymiş. Suyu gelir aracı olarak gören ve parayla satan esnaf sakaların yanında, bu işi sadece hayır vesilesi olarak gören sakalar da varmış. Meselâ, derviş sakalar adı verilen bir zümre, halka parasız su dağıtırmış.
Kânûnî Sultan Süleyman devrinde Dersaadet’i ziyaret eden İtalyan Luigi Bassano konuyla ilgili ilginç bilgiler verir. Bassano’nun aktardığına göre, bazı kimseler büyük masraflar ederek evlerinin yakınlarına borularla getirir, bu sayede insanların hem abdest almalarını hem de susuzluklarını gidermelerini sağlarlardı. Yine, ayakkabıcı, derici vs. esnaf da dükkânlarının önüne koydukları su dolu küpler ile yoldan geçenlerinin susuzluklarını gidermelerine yardımcı olurlardı. Bazı sakalar, dörtgen bir kumaşla örttükleri büyük bir küpü omuzlarında taşır, elinde gümüş bir tas ile şehir boyunca yürüyerek insanlara Allah rızası için su dağıtırlardı.
Bunlara ilave olarak sakalık, gerek gündelik hayat içerisinde gerekse savaşlarda tıpkı suyun kendisi gibi hayatî bir öneme sahipmiş. Gerek İslâm, gerekse Osmanlı tarihi içerisinde hâfızalarda yer edinmiş bazı savaş veya kuşatmalarda, ordunun su ihtiyacını karşılayan bazı sakalar ön plana çıkmış. Bu şahsiyetlere en az diğer gaziler kadar değer verilmiş, pek çoğu mistik bir karakter olarak sonraki dönemlerde de saygı görmüş. Bilhassa Osmanlı öncesi dönemdeki İstanbul kuşatmaları, Osmanlılar devrinde Bursa’nın fethi, İstanbul’un fethi gibi toplum hâfızasında derin izler bırakmış savaşlarda askerlere su yahut ayran dağıtmak suretiyle, savaşın veyahut kuşatmanın en çetin zamanında gazilerin susuzluklarını gideren bu şahsiyetlere müşterek bir isim olarak “Saka Baba” adı verilmiş. Bu münasebetle sakaların gerek yaşadıkları dönemde, gerekse öldükten sonra veli kabul edilmelerinin kökeninde de muhtemelen hayatlarında üstlendikleri bu kutsal görev etkili olmuştur. Anadolu’nun hangi bölgesine uğrasanız “Saka Baba”lardan muhakkak bir iz görürsünüz. Yarın devam edeceğiz, inşallah.
Kaynakçalar: *Prof. Dr. Tanju Cantay, Türk Şehirciliğinin Önemli Yapıları: Su Terazileri, *Prof. Dr. Kâzım Çeçen, İstanbul'un Osmanlı Dönemi Su Yolları, *Prof. Dr. Haşim Şahin, Sakaların Pîri Saka Baba, Z Dergisi, Sayı: Güz 2017/2.