Suçlusun Sen… Çünkü seferde olunması gerektiğini bir kenara bırakıp, kılı kırk yararcasına kırk yıl boyunca yalnız zafere erişme uğruna bütün şiarlarımızı silikleştirdin ve sulandırdın, başörtüsüne “furuât” dedin. Kızların ve kadınların başını, bacağını açtırdın. Hâlbuki Hz. Peygamberin bile görevi zafer değil seferdi yani “ancak tebliğ” idi. (Nahl, 35)
Suçlusun Sen… Çünkü zafere ulaşmak uğruna “haram yemedik“ diyerek soru çalmayı, gizli kayıt ve röntgencilik yapmayı, iftira atmayı, istediğini elde etmek adına ajanlık ve şantaj yapmayı caiz gördün. Kul hakkını Allah’ın dahi affetmediğini unutarak binlerce insanın hakkını yiyerek adamlarına haksız makam ve maaş sağladın. Soruları ancak sınavda görenlerin babaları, oğullarını başarısız hatta kapasitesiz sandılar. Çocuklar ise önce özgüvenlerini yitirdiler sonra okuduklarına değil, bulduklarına razı oldular.
Suçlusun Sen… Çünkü kendi anlayışını din sandın ve senden farklı düşünen cemaat ve tarikatları kendine rakip görerek onları yok saymaya ve yıkmaya çalıştın. Müslümanı köle, İslam diyarını sömürge sayanları dost edindin. Hâlbuki Allah onları dost edinmeyin “onlar birbirinin dostudur” buyurmaktadır. (Maide, 51)
Suçlusun Sen… Çünkü bir mü’mine en çok yakışan tavır olan vakar ve onurdan uzak bir nesil yetiştirdin. “Dik duran” ı sevmedin. Hiçbir adamın hiçbir konuda net tavırlı olamadı. Temsil için takiyye yaptılar. Bukalemun gibi her renge girdiler. Allah’ın boyasının yani istikametin, emr olundukları gibi dosdoğru olmanın ibadetten bile önemli olduğunu unuttular. Ergenekon sanığı paşalar bile, dimdik durarak kendilerini savunurken, senin paşalarının kimliksiz, kişiliksiz ve silik tavırları televizyonda izleyen herkese “bunlar nasıl asker?” sorusunu sordurdu. Hâlbuki Allah, müminleri kendi aralarında müşfik ve alçak gönüllü, kafirlere karşı izzet ve onur sahibi olarak tanımlıyor. (Maide, 54).
Suçlusun Sen… Çünkü Anadolu’nun bağrı yanık buğday benizli çocuklarını heba ettin, harcadın. Anne ve babalarının verdiği isimler yanında güya “altın nesil” yetiştirmek uğruna sahabe isimlerinden ikinci bir isim daha vererek, onları iki kimlikli yani kimliksiz hale getirdin. Baba ve annelere ait isim verme hakkını gasp ettin. Biliyor musun “Genç” kelimesi “hazine” demektir. Bu toprakların “hazine”sini heba ettin. Şimdi nice gençler, “kutsal vaad” in gerçekleşmemesinin travması yanında, toplumun kendilerine bakışlarını görmemek için evlerine kapanmış, imanları, hayalleri, aileleri sarsılmış ve savrulmuş navrotik bir hal içinde kıvranmaktalar. Çıkıp dışarı mertçe konuşacaklar ama hala kulaklarına fısıldadığın “ölüme korkmadan giderler” sözünde bir hikmet var mıdır diye düşünmekteler. Kırk yıldır gizli ve tedbirle yaşanan hayatın başka nasıl sonucu olabilir ki. Keşke ömrün boyunca bir tane de halis bir demir gibi “Ömer” yetiştirseydin, fıtratı “Faruk” olan.
Suçlusun Sen… Çünkü imam, hocaefendi, cemaat, hayır, hizmet, himmet hatta abi ve abla kavramlarını katlettin. İnsanlar “abi” diyene şüpheyle bakar oldu. Din adına kandırdın, kavramları katlettin.
Suçlusun Sen… Çünkü müslümana sırtını dönerken Vatikan’a “hoşgörü” ve “diyalog diyerek tebessüm ettin. “Muhammed”siz de olur dedin. Dahası kendi otoritenin devamı için lobi yapmak adına gariban insanların paralarını batının baronlarına meze parası yaptırdın. Zengini sevdin, fakiri kullandın.
Suçlusun Sen… Çünkü İslam’ın son kalesi şühedâ yurduna ve gazi millete ihanet ettin. Milletin kendi tanklarını ve uçaklarını bu milletin üzerine sürdürdün. Vatan savunması yapana, namus nöbeti tutana “ahmak” dedin.
Suçlusun Sen… Çünkü mazlumları, mağdurları, mâhkumları ve sömürülenleri yani dünyayı beşten küçük görenlerle kol kola gezdin. Şam, şehâdet getirirken sustun.
Suçlusun Sen… Çünkü siyasetten Allah’a sığınırken, Cebrail’in partisine(!)bile oy vermeyeceğini söylerken, terör destekçilerine, din düşmanlarına oy vermek için seferberlik emri çıkardın. Özal’ı sevmedin kullanmaya kalkıştın. 28 Şubat’ta Anadolu’nun sesi Necmettin Erbakan’ı derdest etmeyi arzuladın. “Beceremediniz artık bırakın” dedin. Dönemin darbecilerine okullarını dahi teslim etmeye hazır olduğunu söyledin. Mavi Marmara yola çıktığında güneydeki ülkeyi “meşru” gördün, “otorite” saydın. Ecevit’e “şefaat” sözü verdin. Ve sen bizi hiç sevmedin ki…
Ama unutma ki, Allah’ın fethi(fethullah), istikamet üzere olanların yanındadır. Ve karanlık böyle koyu ise, fetih çok yakındır…