12 Eylül 1980 Darbesi'ne altyapı oluşturmak için millete yeni bir pusu kuruluyordu.
Sivas'ın, Maraş'ın, Çorum'un dahası Türkiye'nin yangın yerine çevrildiği ve "adres sormayan kurşunlar"ın çıkardığı ölümcül çığlıklar her geçen gün daha da dayanılmaz bir hal alıyordu.
Devrimciler ve Ülkücüler sinsice tezgahlanan kaosun tam ortasında ölümüne "yaşasın vatan!.." diye slogan atıyorlardı. Ortaokullardan tutun da üniversitelere kadar her yerde, sıraların altından kitap yerine "haydar"lar, kalem yerine "delikli demir"ler çekiliyordu.
Ülkeyi yönete(meye)nler çaresizdi!.. Askeri vesayet; Hasan Mutlucan'ın "yine de şahlanıyor..." türküsünü yeniden söyleyeceği anı bekliyordu. Ve o türkü, tarihler 12 Eylül 1980'i gösterdiğinde, TRT'nin siyah-beyaz görüntülü penceresinden bütün Türkiye'ye bir kez daha dinletiliyordu. Kenan Evren'in "Ordu yönetime el koydu" anonsuyla yeni bir karanlık süreç başlatılıyordu.
Kanlı tezgahlarını ülkenin her köşesine açanlar; sonu kestirilemeyen kaosu, binlerce cansız bedeni, taru00fbmar olmuş aileleri, sayısız faili meçhulleri miras bırakarak birden bire kayboluyorlardı!..
"Gözünün üstünde kaşın var" türünden ihbarlarla ansızın tek tek bulundukları mekanlardan alınan körpecik delikanlılar, adresi belli olmayan toplama kamplarına misafir(!) edilmeye başlanıyordu. Bu oyun, daha sonra farkına varılacak "meçhule yolculuk"tan başka bir şey değildi.
Anadan üryan işkenceler yıllarca inletti; gencecik bedenleri ve onları seyre dalan soğuk yüzlü köhne duvarları. Zindanlar bile ağladı, mecalsiz ruhların üzerine yığılan bedenlere. Mamak'tan, Metris'ten, Diyarbakır'dan çıkıp da gidebilenler; ömürleri boyunca "zindanlardaki kabus"larıyla yaşadılar. Hep "hatırlama" ve "unutma" arasında gidip geldiler. Kısaca konuştular, uzun uzun sustular.
İşte bu darbenin kurbanı olarak yolu Mamak Cezaevi'nin soğuk duvarları arasına düşen gencin ibretlik hikayesinden bir anekdotu beraber okuyalım:
Gardiyanların ayak sesleri koğuşun kapısında son buldu. Getirdikleri genç bir mahku00fbmu bıraktılar ve gittiler. Yeni gelen genç içeridekilere selam verdi ve kendisine gösterilen boş yere sessizce oturdu. Koğuştakiler ona, "hoş geldin, geçmiş olsun", dediler. İçlerinden en yaşlı olanı gencin yanına yaklaştı ve ona alakadar oldu.
Çünkü selam verişinden ve simasından bu gencin nasıl biri olduğunu hemen anlamıştı. Genç oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu, epeyce bir müddet konuşmadı. Daha sonra yaşlı adamdan bir seccade istedi ve kıblenin ne taraf olduğunu sordu. Sonra kalktı ve yavaş yavaş ikindi namazını kıldı.
Yaşlı adam gencin namazını bitirmesini bekliyor, onunla dertleşmek istiyordu. Fakat genç ikindi namazını bitirdiği halde daha namaz kılmaya devam ediyordu. Sonunda namazını bitirdi ve yerine geçip oturdu. Yaşlı adam biraz daha yanına yaklaştı.
- "Nedir o fazladan kıldığın namaz? Biliyorsun ikindi namazından sonra kılınan nafile bir namaz yoktur."
Yağız delikanlı bir müddet cevap vermedi. Sonra sakin bir sesle:
- "Kaza namazı", dedi.
- "Ne zaman kazaya bırakmıştın?" dedi yaşlı adam.
- "Gözaltındayken", dedi.
Sonra da gözleri uzaklara dalıp gitti. Yaşlı adam onu konuşturarak ve bir şeyleri hatırlatarak üzmek istemiyordu. Fakat yine de kendine hakim olamadı:
- "Ne kadar tuttular göz altında?.."
- "29 gün."
- "Allah, Allah 29 gün öyle mi?.."
- "Evet, 29 gün. O 29 günlük namazımı kaza edeceğim."
- "Kılamamışsındır, kıldırmamışlardır herhalde?.."
Delikanlı bir müddet sustu ve sonra yaşlı adama döndü:
- "Aslında namazlarımı kıldım, bir tek vaktimi bile kaçırmadım fakatu2026"
- "Fakat ne?.."
- "Fakat namazın şartlarını yerine getiremedim, hep eksikti. Çoğu zaman abdest alamadım, teyemmüm ettim."
- "Olsun, teyemmümle olsun, kabul değil mi?.."
- "Fakat teyemmüm edecek toprak bulamadım. Bazen beton duvara, bazen de demir kapıya ellerimi sürerek teyemmüm ettim. Kabul olur mu?.."
- "Ne demek kabul olur mu? Elbette olur."
- "Kıbleyi de bilmiyordum, rica ettim söylemediler. Hem bu arada namazın diğer rükünlerini de yerine getiremiyordum. Askıdaydım, hem ellerim hem ayaklarım bağlıydı. Çoğu zaman zorla rüku00fbya gidebiliyordum, hele hiç secde yapamıyordum."
- "Olsun, olsun yine de kabuldür senin kıldığın bu namaz", dedi yaşlı adam. Fakat ses tonu gittikçe değişiyor, ağlamaklı bir hal alıyordu.
- "Sen öyle hep kabul, kabul diyorsun amau2026" dedi ve bir müddet sustu genç adam. Daha sonra değişik bir ses tonuyla devam etti:
- "Biliyor musun, gözaltında bulunduğum o 29 günün 15 günü anadan üryandım. Çırılçıplak, soymuşlardı beni. Yalvarıyordum onlara, 'ne olur hiç değilse namaz kılacağım vakit bir tek külotumu bana verin', diyordum. Fakat vermiyorlardı. İşte o şekilde kıldım namazlarımı. Mümkün olduğu kadar toparlanıp avret yerlerimi örtmeye çalışıyordum. Fakat bazen onu da yapamıyordum, bu şekilde namaz kılıyordumu2026"
Ortalığı epeyce bir müddet sessizlik kaplamıştı. Delikanlı yaşlı adamdan cevap bekliyordu, bu namazları kaza etmesi gerekmiyor muydu? Yaşlı adam kafasını kaldırdığında gözyaşları yüzünü baştan aşağı ıslatmıştı. Ağlıyordu, ağlıyordu, ağlıyorduu2026 Sonra birden doğruldu ve delikanlının omuzlarından kuvvetlice tuttu ve kendine çekti:
-"Bana bak delikanlı!.. Anlıyor musun, o namazları asla kaza etmeyeceksin. O namazları alıp Allah'ın huzuruna varacaksın. 'Allah'ım, sana bunları getirdim', diyeceksin. Biliyor musun, belki hayatında kıldığın en önemli namazlar, senin bu namazların olacak."
Yaşlı adam sordu:
-"Adın ne, nerelisin, ne iş yaparsın, suçun ne delikanlı?"
-"Adım Muhsin Yazıcıoğlu. Suçum ülkücü olmak!.."
***
Hikayemizin kahramanı Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, tarihler 25 Mart 2009'u gösterirken, saat 15.40 civarında Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ilçesinden helikopterle Yozgat'ın Yerköy ilçesine gitmek üzere havalanıp beraberindekilerle 3 bin rakımlı Berit Dağı'na düş(ürül)erek şehit oldu. Bugün vefatının 9. sene-i devriyesini yad ettiğimiz merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve yol arkadaşlarını bir kez daha rahmetle anıyoruz.