Osmanlı devleti, adalet ve merhamet devletiydi. Kıymetini bilmeyenler ve ihanet edenler adaletsizliğin ve merhametsizliğin pençesinde inlemekteler. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya bütün Osmanlı toprakları kan kokuyor. Modern Moğollar Dicle’yi yine kan rengine boyarken, Şam şehadet getirmekte… Yüz yıl önce başlayan işgal halen devam etmekte.
Madem yüzyıl önce düştük, kalkmak için o günleri iyi analiz etmek gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarındayız. Yeni devletin kurucu felsefesi, muasır medeniyet seviyesini dini alanda medreselerin ve tekkeler kapatılması, hilafetin kaldırılması, Latin harflerine geçilmesi ve nihayet 1932 yılında Müslümanları camilere “Tanrı Uludur” şeklinde davet etmekte gördü.
Hilafet ümmetin birlik bayrağı ve dini olduğu kadar siyasi bir sembolüydü. Kaldırılmasına en çok İngilizler sevindi. Ümmetin bağı koptu. Medreselerin kapatılması ilmin, tekkelerin kapatılması irfânın üzerinin örtülmesine neden oldu. Nice âlim ve ârifler idam edildi yahut Irak ve Suriye’ye göç etmek zorunda kaldı. Özellikle 1926 yılında Doğu ve Güneydoğu’dan yüzlerce müderris ve şeyh Suriye ve Irak’a gitti. Bu olay, tarihte “Fermâna Şeyhân” olarak geçti. Dönemin yönetimi, 1928 yılında bir af çıkarmak durumunda kaldı. Bir kısım göçmenler geri döndü.
1932 yılında Ezan’ın “Tanrı Uludur” şeklinde okunması medrese ve tekkelerin kapatılması kadar büyük etki yaptı. Yine birçok âlim ve ârif Irak ve Suriye’ye göç etti. İşte bunlardan biri de Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî’nin babası Molla Ramazan’dır.
Aslen Cizre’li olan Molla Ramazan, Cizre’li Hâlidî şeyhi Şeyh Muhammed Said Seydâ(ö.1968)’nin talebesidir. Zaten bu nedenle oğluna da hocasının adını vermişti.
Molla Ramazan bölgedeki cehaletten, sahte şeyhlerden, kifayetsiz seydâlardan ve bardağı taşıran bardak olarak gördüğü Türkçe Ezan’dan sonra Şam’a göç etmişti.
O günlerde, Suriye Fransızların İşgali altındadır. Irak’ta ise İngilizler bulunmaktadır. 1917 öncesi Doğu Anadolu’da kurdurulamayan Ermeni devleti, sosyalist bir Kürt Devleti’ne evrildi. Önemli olan kimin devlet kurduğu değil, büyük devletlerin ve güçlerin bulunmaması, petrolün ve doğalgazın güçsüz küçük devlerin elinde kalmasıydı.
İşte bu dönemde Kürt devleti kurmak için inan/dırıl/mış bir güruhun temsilcisi olarak bir Doktor Molla Ramazan’ın yanına gelerek kendilerine destek olmalarını talep eder. Devleti kurduktan sonra her türlü dini özgürlüğün kendilerine sağlanacağını söyler. Molla Ramazan net ve sert cevap verir. “Bizleri kullanacaksınız sonra da biz sizi tanımıyoruz diyeceksiniz.”
Bir süre sonra Fransızlar devreye girer ve yine 1933 yılında Cizre’den Suriye’ye göç eden Şeyh Abdullah Derşevî(Ö. 1943)’ye işbirliği teklif ederler. Şeyh Abdullah da “Sizin niyetiniz işbirliği değil, ihanet edecek kişiler arıyorsunuz” der. Bunun bedeli olarak Fransızlar tarafından, yıllarca köy köy sürgüne gönderilir. Bu teklifler açık ve gizli şekilde yüzlercesine yapılır günümüze kadar.
Şimdi Irak ve Suriye’de oynanan oyun yüz yıllık bir stratejinin sahnesidir.
Halen yedi düvel Irak ve Suriye’de…
Ancak eskiden farklı ve birilerini rahatsız edici Yeni Türkiye var. Zulme one minute, adaletsizliğe dünya beşten büyüktür diyebilecek güçte bir ülke.
Türkiye artık cihanda sulhun ne anlama geldiğini daha iyi biliyor. Fetih durduğunda fetret başladığını anladı. Bu nedenle Suriye’ye girdi. Irak’a giden bir yolun da ırak olmadığı aşikar.
Türkiye, yeni yürüyüşüne sağlam adımlarla devam edebilmek için, yüzyıl önce dağıttığı yerli dinamiklerini yeniden diriltmeli. Bu sivil dinamiklerin başında tekkeler gelmektedir.