Ülkemizde yaşayan Aleviler konusunda maalesef devlet ve hatta Alevi dernekler yanlış bir bilgi içerisindedirler. Devlet, Alevi konusunda net bir politika üretemediği gibi sürekli yalpalaması bu konuda yapılan çalışmaların hem Sünni kesimi ve hem de Alevi/Bektaşi kesimi memnun etmekten uzak olmasına yol açmıştır.
Devlet, iki tarafı da idare etmeye çalışmakta, sonuçta iki tarafında memnun kalmadığı bir yapı ortaya çıkmaktadır. Hatta, devletimiz Alevileri Caferilik içine aldığı yerler de olmuştur. Halbuki bu çok yanlış bir durumdur. Çünkü Alevilik, Caferilik olmadığı gibi onun bir alt dalı da değildir. Ülkemizdeki Aleviler, aslında gerçek anlamda bir Şii unsur bile değildir.
Alevilik bir mezhep değil, bir Türkmen kültür ve geleneğidir. Türkmenlerin ehli beyte duyduğu sevgi ve saygının sonucu kendilerini hz. Ali ile özdeşleştirmişlerdir. Yani ülkemizdeki Alevilik bir akaid unsuru değil, kültür unsurudur. Yeri gelmiş, kurulu devlete karşı isyan bayrağının çekilmesinde bir dinamizim olmuştur. Ama kesinlikle akaid boyutu olmadığı gibi şia ile de bağlantılı değildir. Fakat maalesef insanlar ve hatta alimlerimiz bile bu durumu bilmediğinden onları zorla şia'nın kucağına atmaya çalışmaktadır. Aleviler, yüzyıllarca Bektaşi tarikatı ekseninde organize olmuş, Bektaşi cem evlerinde sema yapmışlar, zikir çekmişler ama akaid ve ibadetlerinde diğer insanlardan farklı olmadıkları gibi, tamamen kültürel bir unsur olarak kalmışlardır. Fakat ll. Mahmud'un Bektaşiliği yasaklaması onların yer altına çekilmesine ve böylece giderek dini bilgiden uzaklaşıp hurafe ve bidaatlara yönelmesine ve zamanla bu düşüncelerini din gibi algılamalarına neden olmuştur. Cumhuriyetle birlikte tarikatlar inşa edilirken/yasaklanırken Bektaşiliğe kısmen göz yumulmuş, kısmen de Dersim'de olduğu gibi te'dib ve tenkil etmeye çalışmışlardır. Daha sonra özellikle sol örgütler, toplumsal zemine dayanmak için bu kitleyi gözlerine kestirmişlerdir.
Devletin Aleviliği bir kültürel unsur olarak yeniden inşa etmesi gerekir. Ülkemizdeki Aleviler amelde Hanefi’dir. Akaid olarak hz. Ali’ye duyulan sevginin baskın olduğu bir yapıya sahiptirler.
Hatta Anadolu Aleviliğinin kökenlerinin ulaştığı Hacı Bektaşı Veli de Şii değil Sünnidir. Kurduğu tarikat Yeseviliğin bir koludur. Babailer ve Baba İshak/İlyas’da Alevi değil, mevcut Selçuklu Devletinin uygulamalarına karşı çıkan sosyal nitelikli isyanlardır. Hatta Osmanlılar zamanındaki Şeyh Bedrettin isyanını yapan Şeyh Bedreddin de Alevi değil Sünnidir. Üstelik yıllarca devlette Kadılık ve müderrislik yapmış, hatta kendisini yargılayanlar bir dönem talebeleriydi ve kendisine, biz şeriatı senden öğrendik. Şeriata göre cezan nedir diye sorduklarında ölüm olduğunu söylemiş, bir anlamda kendi idam fetvasını kendisi vermiştir.
Nedense sistem dışına itilen tüm dini söylemler Alevi/Şii yaftası ile yaftalanarak dışlanmıştır. Bir anlamda Sünniler devlete karşı çıkmaz, çıkanlar olsa olsa Sünni olmayanlardır anlayışını yerleştirmeye çalışmışlardır. Yavuz döneminde Anadolu’da meydana gelen Alevi isyanlarının muharriki İran’da ki Şah İsmail’dir. Şah İsmail’in kökenin dayandığı Safevi tarikatının müridlerinin çalışmasıdır. Şah İsmail, kendisine bir sosyal zemin oluşturmak için farklı bir dini anlayış üretti. Anadolu'daki Aleviler her ne kadar Şah İsmail’e sempatiyle baksa bile (onu Türkmen olarak görmüşler) onların varlıklarının arka planındaki Türkmenlik baskın olduğundan İran endeksli bir yapıya hep soğuk bakmışlardır. Üstelik İran’daki kurumsallaşmış dini yapıya da mesafeli olmuşlardır.
Devletin bir an önce Aleviliğin kültürel bir yapı olduğu konusunu işlemesi ve bu konuda çalışmalar yapması gerekir. Alevilikte önemli kilometre taşı niteliğindeki kişilerin akaidlerini ve gerçek görüşlerini ortaya çıkarmaları lazımdır. Ama maalesef devlet idarecileri bile Alevileri Şii olarak nitelemekte otomatikman İran ve Caferi eksenine kaydırmaktadır. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. İran’ın tekrar Anadolu’da Caferiliği yaymasına zemin hazırlamaktadır. İran, Şia kökenli unsurlar arasında Caferiliği yayarak hinterlandını geliştirmeye çalışmaktadır. Yemendeki Husileri Zeydilikten Caferiliğe kaydırarak Yemen’de iç savaş çıkarttıkları gibi Anadolu’daki Aleviler üzerinde de aynı tezgahı sürdürmeye çalışmaktadır. Onlara karşı dikkatli olmak gerekir.
Bektaşiliğin tüm unsurları din dersi kitabımızda ayrıntılı bir şekilde verilmektedir. Fakat verilen bu bilgilerin ne kadarı doğru. Üstelik Bektaşiliğin konumlandırıldığı yer konusunda da bir kararsızlık bulunmaktadır. Bektaşilik bir tarikattır, Alevilik ise bir mezheptir şeklinde ayrım da bulunmaktadırlar. Fakat benim yaptığım araştırma ve gözlemlerim, Aleviliğin Bektaşilikten ayrılamayacağı şeklinde olmuştur.
Alevilik ise Bektaşi tarikatlarında ortaya çıkan hz. Ali’ye duyulan aşırı sevgiden başka bir şey değildir. Ayrıca Bektaşiliğin silsilesinin dayandığı unsur hz. Ali olduğundan onun ismi öne çıkmaktadır. Yoksa onların hz. Ali’ye duyduğu bu muhabbet onların Şii olmasından kaynaklanmamaktadır. Bektaşi tarikatında ortaya çıkan bu hareket zamanla bu tarikatın müridlerinin/dergahlarının bulunduğu yerlerde yaygınlık kazanmış, insanlar artık kendilerini bu tarikata göre nitelemiş sünni çoğunluktan ayrı görmüşlerdir.
Fakat Alevilik, şia değil, bir kültürel unsur özellikle bir tasavvufi unsurdur. Bektaşilik tarikatının bozulmuş halidir. Alevilik konusuna bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Ülkemizdeki Alevilik Bir Mezhep Değildir
Paylaş
Hüseyin Tuğcu. 0506 333 4334 3 Yıl Önce
Alevilik ve Sünnilik birer meşrep adıdır. Mezhep değildirler. Fakat, Zeydilik, Caferilik, İsmaililik, Hanefilik, Şafilik birer mezheptir. Yesevilik, Bektaşilik, Kadirilik, Rufailik, Nakşilik birer tarikat adıdır. Nurculuk, Süleymancılık, Işıkçılık, birer cemaat/topluluk adıdır. Bir kişi, diyelim ki, cemaatte nurcu ise, tarikatta Kadiri, mezhepte Hanefi, meşrepte de Alevi olabilir. Kitap ve Sünnete tâbi olan kişi, Alevi de olsa Ehli Sünnet'tir.