İstanbul uzun bir kuraklığın ardından nihayet rahmete kavuştu. Öyle bir kavuşma ki, çöle inen nûr gibi... Boğaz’da esen lodos gemileri kağıt gibi sahile savursa da, trafik çilesi tekrar zuhur etse de aşk makâmında semâdan inen katreler gönülleri ferahlattı.
Rahmet varsa, gam yok.
Bir yanımız rahmete kavuşurken, Gazze’deki diğer yanımız hâlâ yangın yeri... Böyle zamanlarda insanın bir derdi olmalı; bir de kederini hafifletecek, umudunu paylaşacak kadîm dostları...
*
Gün sağanak yağmurun bütün nebatat ve ruhları canlandırdığı anlarda gruba ererken Bayram Öz’ün organize ettiği, Enver Beşinci’nin ev sahipliğini yaptığı “Dostlar Meclisi” davetine icabet etme vakti yaklaşıyor...
Yarım asır önce “iman varsa, imkân vardır” diyerek “tekeden süt çıkarma” azmiyle “Hak Geldi, Bâtıl Zâil Oldu” şiarına biat edenleri Millî Gazete ve Yenidevir mevkutelerinin çatısı altında toplayan Millî Görüş Lideri rahmetli Necmeddin Erbakan’ın neferleri hasret gidermek, dertleri küçültüp sevinçleri büyütmek için yollara revân oluyor...
İki kapılı hanın kâdim dostları Ayvansaray Emîr Buhârî Tekkesi’nde İ‘lâ-yi Kelimetullah yolunda faaliyet gösteren Kemal Efendi Vakfı’nda ahde vefa buluşmasına erebilmenin huzurunu yaşıyor... Mekan kadîm, dostluklar kadîm olunca muhabbet sofrasına dökülen cümleler de gönüllerde ma’kes buluyor.
Buruk ruhlara ilâç, hasta kalplere şifâ gibi...
*
Dostlar arasında bir hasbihâl başlıyor ki, ömre bedel...
Enver Beşinci ve Ali Yeniyurt ağabeyler insanlığı ve kardeşliği yaşamanın ve dahi yaşatmanın en önemli şartlarından birinin komşuluk olduğu bahsine girince, “biz ne ara birbirimize bu kadar yabancılaştık?..” sorusunun cevabı “özel” yaşanmışlıklarla hakikate kapı aralıyor. “Siz benim neler yaşadığımı nereden bileceksiniz...” demeye mecâli olmayanların travmalarını tedavi etmenin yolu “öz”le yüzleşmekten geçiyor. Hayatın özü gönül almaktan geçiyor. Çünkü özü gülmeyenin yüzü gülmez.
Her gün biraz daha kronikleşerek toplumu ifsad eden “kalabalıklar içindeki yalnızlık sendromu”nun ruhlarda oluşturduğu tahribatın ve infialın sebebi “komşusu açken tok yatan bizden değildir”e kulak tıkamaktan kaynaklanıyor.
Madem komşuluk, dostluk bu kadar önemli, “kimsesizlerin kimsesi” olmaktan, “selâmı yaymak”tan başka çâre yok.
***
Biz evin içindeki sevinç ve sıkıntıları konuşurken, bir başka dost dışarıdaki içimiz, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın gölgesindeki mezâlimleri anlatmak için teşrif ediyor.
Filistin’de yaşananlar karşısında hem insan olmanın, hem inancımızın, hem de medeniyet tasavvurunuzun bize yüklediği misyon gereği acı çekiyoruz. Bizler zulme engel olamamamın utancını içinde yaşarken, iman zırhını kuşanan bir avuç mustazaf 75 yıldır Siyonist İsrail’in zulmüne “Âsım’ın Nesli” misâli İslâm Sancağı’nı düşürmemek için direniyor.
Hiç şüphesiz ki, zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var...
*
Söz Filistin’den açılınca dostlar arasındaki muhabbete virgül konup, herkes Mustafa Özcan ağabeye kulak kesiliyor.
Müslümanların içine düştüğü zorlukların analizini her platformda kaynağından aktararak toplumu aydınlatan Özcan, günümüze gelene kadar merhale merhale nasıl irtifa kaybedildiğini Emevîlerden, Abbâsîlerden örnekler vererek başladı.
Bölgeyi Yahudileştirmek, huzuru kaçırmak için bir hançer gibi saplanan İsrail’in adım adım işgal ve ilhak projelerini sıraladı. Siyonizmin kirli emellerinden bahsedip, “tanrıyı kıyamete zorlayan” sapkın evangelistlerin varmak istediği hedefleri aşikâr etti.
Fakat 7 Ekim’den sonra gelinen noktada Hamas’ın tünel savaşları sayesinde yazdığı destan karşısında İsrail’in tıpkı arkasına aldığı ABD gibi Vietnam travması yaşadığını, Netanyahu’nun Tevrat’a dayalı kehanetlerinin yerle yeksan olduğunu belirtti.
İsrail’in ateşkesi kabul etmesiyle mağlup duruma düştüğünü, bunun Gazze’nin enkazların altından yeniden ayağa kalkacağının işareti olduğunu belirten Özcan, İsrail’in önümüzdeki birkaç yıl içinde Gazze üzerinden olmasa da yıkılacağını ifade etti.
İsrail artık hiç olmadığı kadar korku içinde!..
*
Bizim inancımızda umutsuzluğa yer yok!..
Tıpkı Bedir Gazvesi’nde olduğu gibi...
Tıpkı Malazgirt Meydanı’ında olduğu gibi...
Tıpkı Çanakkale Cephesi’nde olduğu gibi...
Tıpkı Kût'ül-Amâre’de olduğu gibi...
Şimdi de Filistin’in inanmış mücahidleri ölümü öldürerek; Allah’ın yardımıyla azın azgın çoğunluğa galip geleceğini haykırıyor. Bütün acılara, soykırıma rağmen Filistinliler tıpkı Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da olduğu gibi büyük bir direniş ve uyanışa vesile oluyor.
Gazze Kasabı Binyamin Netanyahu’nun, “Eğer iktidarınızı ve çıkarlarınızı korumak istiyorsanız, yapabileceğiniz tek şey var. O da sesinizi kesmek...” diyerek tehdit ettiği devşirme Arap liderler uyarıya harfiyen uyuyor. Bu liderlere inat, dünyanın her yerinden vicdanı hürler “soykırıma dur” demek için “sivil itaatsizlik” eylemleriyle soykırımcılara meydan okuyor.
“Vekalet Savaşları” ile İslâm dünyasını târumâr eden küresel katiller beşikteki bebekleri dahi katlederken, Allah’ın tuzak kuranların en hayırlısı olduğunu hesaba katmıyor.
Firavun kendine tehdit olarak gördüğü ilk doğan tüm erkek bebeklerinin öldürülmesini emretti. Fakat sonunu hazırlayacak Musa’yı sarayında büyüttü. Bugün de Gazze’deki Filistinlileri bombalayarak soykırıma tabi tutan Siyonistler ve avâneleri kendi sonlarını hazırlıyor. 7 Ekim’den sonra kendi sonunu hazırlayacak katliamlarla insanlık suçu işlediği dünya tarafından tescillenen katil İsrail ve yandaşlarını zor günler bekliyor. 401 yıllık huzurdan sonra Filistin’de 9 Aralık 1917’de başlayan zulmün biteceği günler yaklaşıyor.
*
Kardeşi kardeşe kırdırma, vekalet savaşları, mezhep savaşları, renkli devrimler, Arap Baharı operasyonları ile “Arz-ı Mevûd” hayali kuranların maskesi Gazze Cephesi’nde düştü. “Zulm ile abad olanın sonu berbad olur” gerçeği bumerank gibi döndü. İsrail artık eski günlerini arayacağı yeni sürecine girdi.
Allah-û Zülcelal ne buyuruyor: “Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saff Sûresi, 8)