Azim, kalbin fiilidir. Azmedilen fiil işlenmese bile, niyetin sevap ve günah kazandığı önemli bir özelliğidir.
Şöyle ki;
Günah işlemeyi düşünse sonra vazgeçse bir sevap kazanır.
Günah işlemeyi düşünse ve azmetse, fakat bir mani çıktığı için yapamasa, eğer mani olmasa idi o günahı işleyecekti ise, işte bu günahı işlemeye azmettiğinden dolayı günah işlemiş gibi günah yazılır.
Sevap işlemeyi düşünse, o sevabı işlemeye gücü yetse yapacaktı ama gücü yetmediği için yapamadıysa, o sevabı işlemeye azminden dolayı yapmış gibi sevap kazanır.
Kast ve Azim Arasındaki Fark:
Bir hayra kastetme yani yönelme olduktan sonra vazgeçilse bile bir sevap hâsıl olur.
Kastettiği hayırlı işi eyleme dönüştürürse, en az bire ondan yedi yüze kadar sevap yazılır.
Şerri eyleme dönüştürmeyi kastetse sonra ondan vazgeçse bir sevap yazılır.
Şerri işlemeye azmetse, mani veya acizlik sebebiyle yapamasa bile günah yazılır.
Bunun delili şu hadîs-i şerîftir: Hz. Peygamber (s.a.s.) :
“İki müslüman kılıçlarıyla karşılaştıkları zaman öldüren de cehennemde öldürülen de cehennemdedir.” buyurdu. Bu öldürenin durumu belli, öldürülen niçin cehennemlik? diye soruldu. Hz. Peygamber, “Öldürülen de öldüreni öldürmeyi istemiş/azmetmiştir” buyurdu.
(Buhârî, Fiten, 10, Îmân, 22; Müslim, Fiten, 14; Ebû Dâvûd, Fiten, 5; Nesâî, Tahrîm, 29; İbn Mâce, Fiten, 11; Ahmed, IV, 401, 410, 418, V, 43, 48, 51.)
Bilginin Eyleme Geçmesinin Şartları:
a) Eyleme dönüştürülecek şeyin sağlam kaynaktan, ilmî olarak ve bütün detayı ile bilinmesi:
Davranışın sahih olması, anlayışın sahih olmasına bağlıdır. Anlayışın sahih olması da bilginin sahih olmasına bağlıdır.
Bilginin noksan olması, anlayışın noksan ve güdük olmasını doğurur. Eskilerin deyimiyle, “efrâdını câmi’ ağyarını mâni” olmalıdır.
İlmî olması demek, hangi saha ise o sahanın vakıaya yani realiteye uygun gerçeklere uygun olması demektir.
İnsan realitesini en iyi bilen, insanı yaratan Allah Teâlâ’dır.
İnsan ile ilgili küfür-iman, şirk-tevhid, hak-batıl, helal-haram gibi hüküm ve tespitlerde ilmî olan, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler’deki sübûtu ve delâleti kat’î olan naslardır. Sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yetiştirdiği en büyük müçtehid olan Sahabenin müçtehidlerinin icmaıdır. Daha sonra müçtehidlerin zann-ı gâlible ortaya koydukları ve bu icmaya ters olmayan hükümlerdir. Tüm bunlar, vakıaya mutabık gerçeklerdir.
Bir şey, bütün detayıyla bilinmezse noksanlık olur.
Şu da bir gerçektir ki şeytan ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntıya önem verilmezse, düşman o ayrıntıdan girer ve o işi batırır.
Bir de ayrıntıyla uğraşırken aslı kaybetme tehlikesi vardır. Detay asla, asıl da detaya engel olmamalıdır.
Bilginin Eyleme Geçmesinin Şartları:
b) Niyetin dürüst, eylemin Sünnet’e uygun olması:
Niyet, kalbin fiilidir.
Lügatte niyet, kalbin bir şeyi yapmaya veya terk etmeye kast ve azmetmesidir.
Istılahta niyetin iki tarifi vardır:
1) Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için bir şeyi yapmaya azmetmektir.
2) Fiile yakın olarak bir şeyi yapmaya kastetmek /yönelmektir, eğer kastı geçerse ona azim denir.
(Sa’dî, Ebû Ceyb, el-Kâmûsü’l-Fıkhî, s. 363-364.)
Mü’minin her işindeki niyeti, Allah’ın rızasını kazanması ve rızasına muhalif hiçbir eyleme girişmemesidir.
Hayatının her safhasında, her işinde ve herhangi bir hedefe ulaşmasında mü ‘minin yegâne hedefi, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
İşte âyet-i kerîme:
“Onlar ancak şununla emrolundular: Dinde ihlaslılar ve hanifler olarak Allah’a kulluk etsinler, doğru dürüst namaz kılsınlar ve zekâtı versinler. İşte sağlam din budur.”
(Beyyine sûresi 98/5.)
Ayetteki ihlâs, yaptığını Allah emrettiği için yapmak, terk ettiğini de Allah yasakladığı için terk etmek, kalbi Allah’ın rızası ve Allah’a yaklaşma niyetinden başka düşüncelerden kurtarmak, korumak ve temizlemektir.
Din; imanı, İslam’ı/uygulamayı ve ahkâmı içine alan sisteme denir. Yani İnsanın iman, İslam/amel ve insanlarla olan ilişkilerinin bütününde sadece Allah ve Rasûlünün tarifine göre iman etmesidir; Allah’ın denetimi altında olan, izleyip örnek almamızı emrettiği Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ortaya koyduğu ahkâma ve uygulamalara uymasıdır.
Hanif, bütün yanlış anlayış ve davranışları bırakıp hakka yönelen kimse demektir. Yani sadece Allah’ı Rab kabul edip Allah’a kulluk edecek, sadece İslam’ı din kabul edip hayatını İslâm’a göre düzenleyecek ve sadece son peygamber ve mutlak lider Hz. Muhammed’i kabul edip her konuda O’nu izleyecek, diğer liderleri de O’na uyduğu müddetçe izleyecektir.
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.”
(Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Zühd, 9.)
Allah Teâlâ, kişinin kalbindeki niyetine bakar, kalbindeki hedef dünya mı yoksa Allah rızası mı diye. Çünkü mü’minin gayesi Allah’ın rızası, münafığın gayesi dünyadır.
Allah niçin amele de bakıyor?
Amelin kabul edilmesinin yegâne şartı; ölçüye uygun tarzda yapılmasıdır.
Ölçüye uygun tarz nasıl bilinir?
Ölçü; yegâne önder, rehber ve her konuda örnek kılıp gönderdiği Peygamberinin kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetidir. Yani Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sözleri, uygulamaları ve sahabenin yapıp da Hz. Peygamber’in de tasvip ettikleridir. Zira Allah’ın rızası, razı olduğu tarzda hareket etmeye bağlıdır. Razı olduğu tarz da razı olduğu zatta bulunur. Razı olduğu zat da Hz. Peygamber’dir.
Bu konuda da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“De ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr ve Rahîmdir.”
(Âl-i İmrân sûresi, 3/31.)
Bilginin Eyleme Geçmesinin Şartları
b) Niyetin dürüst, eylemin Sünnet’e uygun olması
Tâbiînin ileri gelenlerinden Saîd b. Cübeyr (rh.a.) bu konuda şöyle demiştir:
لا يقبل قول إلا بعمل، ولا يقبل عمل إلا بقول، ولا يقبل قول وعمل إلا بنية، ولا يقبل قول وعمل ونية إلا بنية موافقة للسنة
“Amel olmadıkça söz kabul görmez; amel de ancak sözle kabul edilir; niyet olmadıkça söz ve amel makbul olmaz; söz, amel ve niyet ise ancak Sünnet’e uygun olan bir niyetle makbul olur.”
(el-Lâlekâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehl-i Sünne ve’l-Cemâa, I, 63.)
Kelime-i tevhîd sözünü, kelime-i tevhide uygun amel ispat eder; amel de ancak kelime-i tevhide uygunlukla kabul görür; söz ve amel de ancak kalpteki ihlas niyetiyle makbul olur; söz, amel ve niyet de ancak Sünnet’e uygun olan bir niyetle makbul olur.
Mü’mini münafıktan ayıran, niyettir. Münafığın niyeti ve hedefi sadece dünya ve dünyalık şeylerdir. Mü’minin niyeti ve nihâî hedefi de Allah’ın rızasıdır ve Allah’a manen yaklaşmaktır.
Mü’mini bidatçıdan ayıran, Sünnet’tir. Eğer Sünnet’i kökten reddederse zaten iman dairesinden çıkar. Çünkü Sünnet’i tayin eden, görevlendiren Allah Teâlâ’dır.
Sünnet’i kabul eder de uygulamazsa fâsık dairesine girmiş olur. Mesela akşam namazının farzını dört rekât olarak kılsa, benim niyetim Allah’ın rızasıdır dese bile onun ameli merduttur/kabul edilmez. Çünkü Allah’ın rızası, razı olduğu zat olan Hz. Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) uymaya bağlıdır. Eğer üç rekât kılarsa makbul olur.
Bu şekilde yapmakla Hz. Peygamber’e uymuş olur. Hz. Peygamber’e uymakla Allah’a uymuş olur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Kim Rasûl’e itaat ederse, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur...”
(Nisâ sûresi, 4/80.)
Bizim burada ibadetten/kulluktan maksadımız, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na manen yaklaşmak niyetiyle yapılan kulluktur.
Demek ki niyet; işin başı, direği ve temelidir. Niyet amelin ruhudur, amelin yönlendiricisidir. Amel yani eylem niyete bağlıdır. Amelin sıhhati niyetin sıhhatine fesadı da niyetin fesadına bağlıdır. Hayırlı eylemin başarısı da niyetle, hayırdan mahrumiyet de niyetledir. Dünya ve ahiret derecelerin farklılığı da yine niyetin farklılığına göredir.
(İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l-Muvakkıîn, IV, 199.)
İşte bütün bu söylenenlerin doğruluğuna delil şu hadîs-i şerîftir:
“Ameller, ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin amelinin karşılığı ancak niyetine göredir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Îmân, 41, Nikâh, 5, Eymân, 23; Müslim, İmâret, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 16; Nesâî, Tahâret, 60, Talâk, 24, Eymân, 19; İbn Mâce, Zühd, 26.)