Güzel adam, ahlâkı güzel adam demektir. En güzel adam da ahlakı en güzel olan adamdır. Şüphesiz ahlâkı en güzel olan kimse ise Hz. Peygamber (s.a.s.)’dir.
Bir insanın ahlakı güzel ise o kimsenin imanı da güzel, eğer ahlâkı kötü ise o kimsenin imanı da zayıftır. Ahlak göstergesi, iman göstergesidir.
İman, kalptedir ama dilde ve bedende ahlâk suretinde kendisini gösterir. İman kemalde ise ahlak da kemalde yani ahlak da fâdıldır.
Kitaplardaki gerçekler ölü gerçeklerdir, yaşanınca dirilir.
İslâm, kendisini en güzel ahlâk güzelliği ile gösterir.
Güzel ahlâklı müslüman, İslam’ı en güzel yansıtan kişi demektir. Bu müslümanın her hali İslam’ın lehinde tebliğ olur.
Eğer müslümanın ahlakı çirkin ise o kimsenin her hali İslam’ın aleyhine bir belge olur.
Ahlâk, huy manasına olan hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk: Nefiste yerleşen, düşünmeye ihtiyaç olmadan fiillerin kendisinden ortaya çıkan bir haldir.
(el-Mu’cemü’l-Vesît, s. 252.)
“Hulk”un hakikati, insanın iç yüzüdür; esas, insanın kendisidir. İnsanın görünen dış tarafının özellikleri ve manaları olduğu gibi iç tarafının da kendine özgü özellikleri ve manaları vardır. İnsanın içinin ve dışının güzel ve çirkin özellikleri vardır. Sevap ve ceza, insanın dış özellikleriyle olan alakadan çok iç tarafıyla alakalıdır. Bundan dolayıdır ki hadîslerde, insanın iç tarafı için güzel ahlâk ifadesi kullanılmıştır.
(İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, X, 86.)
Hulk/huy, bir melekedir ki onun sebebiyle fiiller, nefisten fikir ve düşünceye muhtaç olmaksızın kolaylıkla meydana gelir.
Meleke, sâbit ve nefsânî hayata denir. Zira nefsin keyfiyeti hal ve meleke olmak üzere iki kısıma ayrılır.
Utanmak ve gülmek gibi hemen geçen ve yerleşmemiş olana hal denir. Eğer yavaş yavaş kaybolan ve yerleşmiş, kökleşmiş olursa cömertlik ve cesurluk gibi buna meleke denir.
(Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî, s. 91-92.)
Güzel Ahlâkın Hakikati
İnsan, iki şeyden ibarettir: Vücud ve ruh.
Bu ikisinin de bir iyilik bir de kötülük tarafları vardır. Vücudun güzelliğine güzel yaratılış, ruhun da güzelliğine güzel ahlâk çirkinliğine de kötü ahlâk denir.
Kalp işte bu ruhu temsil eder. Türkçede gönül tabir edilir. Ama kalp ile gönül iç içedir. İşte bundan dolayı gerçek hikmet sahibi ve en büyük hikmet sahibi Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ .
“Dikkat ediniz! Vücutta bir et parçası vardır ki o bozulursa bütün vücud bozulur, eğer düzelirse bütün vücut düzelir. Dikkat edin o et parçası kalptir.”
(Müslim, Müsâkât, 107; Buhârî, Îmân, 39; İbn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyû’, 1.)
İyi-kötü bütün huyların esas yeri kalptir. Kalpte iyi huylar hâkim, kötü huylar mahkûm olursa işte o zaman iyi huylu insan yani güzel ahlâklı insan olur.
Bütün huyların kaynağı dörttür:
1) İlim kuvveti, 2) Öfke kuvveti, 3) Şehvet kuvveti, 4) Adâlet kuvveti.
1) İlim kuvvetinin güzelliği:
Hakkı-bâtılı, hayrı-şerri, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yalanından ayırmaktır. İnsanda bu kemâl olunca hikmet nûru meydana gelir. İşte bu yani hikmet nûru bütün kemallerin başıdır. Zira Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“Hikmeti dilediğine (dileyene de) verir. Kime de hikmet verilmişse muhakkak ona çok hayır verilmiştir. Bu durumu ancak temiz akıllılar anlar.”
(Bakara sûresi 2/269.)
2) Gazap kuvvetinin güzelliği:
İslâm Dini’ne göre itaat edip İslâm Dini’nin emriyle hareket etmesidir.
3) Şehvet kuvvetinin güzelliği:
Dinin ve aklın hükmü altına girmesidir.
4) Adâlet kuvvetinin güzelliği:
Gazap ve şehvet kuvvetini, dinin ve aklın emri altında zabdetip hâkim olmaktır.
Bu dört kuvvet anlatılan özelliklerde olursa, tam bir güzel ahlâk hâsıl olur.
Bu kuvvetlerden her biri çirkin olunca, netice de yani meyveleri de çirkin olur.
Bu kuvvetlerin çirkinliği iki yönden olur:
a) Haddi aşmakla, b) Noksan olmakla.
İlim, haddi aşınca yanlış şeylerle uğraşır ve faydasız şeyleri karıştırır durur ki buna cerbeze-kurnazlık, hilebazlık denir.
İlim, haddinden az olursa ondan ahmaklık ve aptallık meydana gelir. Eğer itidal derecesinde olursa ondan doğru görüşler, sağlam fikirler, güzel tedbirler ve hayırlı düşünceler meydana gelir.
Gazap kuvveti de haddinden fazla olursa, ona tehevvür-köpürme denir. Eğer noksan olursa ona cesaretsizlik denir. Eğer orta halde olursa, ona cesaret denir.
Cesaretten, lütuf, kerem, yüksek himmet, hilim, tahammül, temkin, havsala genişliği ve benzeri sıfatlar doğar.
Tehevvürde, gurur, kibir, tahammülsüzlük, tehakküm ve tehlikeli işlere girmek ve benzeri şeyler meydana gelir.
Cesaretsizlikten, kendini aşağı görme, çaresizlik gösterme, çırpınma, feryad etme, yağcılık etme meydana gelir.
Şehvet kuvveti ifrat derecesinde olursa, ona hırs denir ve ondan hayâsızlık, pislik, kötülük, zenginler karşısında aşağılık duymak, fakirleri hor görmek ve buna benzer şeyler meydana gelir. Eğer noksan olursa ondan gevşeklik, nâmertlik yani mertsizlik meydana gelir. Eğer itidalde olursa ona iffet denir ve ondan hayâ, kanaat, cömertlik, sabır, zarâfet ve uygunluk meydana gelir.
Bu sıfatların da iki yönü vardır.
Her ikisi de çirkin ve kötüdür. Onların ortası makbul ve güzeldir. Bu da kıldan incedir.
İşte sırât-ı mustakîm de budur.
Bunun inceliği Âhiret Sırat’ı gibidir. Dünyada bu sırat üzerinde doğru durup ayağı kaymayan, Kıyâmet Gününde o sırat üzerinde emin olur.
İşte bundan dolayı Allah Teâlâ şu iki âyet-i kerîmede bütün sıfatlarda, sıfatların ortasını emretmektedir:
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
“Onlar infak ettiklerinde, israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, bunun arasında orta bir yol tutarlar.”
(Furkân sûresi 25/67.)
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَللُومًا مَحْسُورًا
“Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma), büsbütün de yayma (isrâf etme) yoksa kınanmış ve pişman vaziyette oturakalırsın.”
(İsrâ sûresi 17/29.)
Güzel Ahlâk Nazıl Kazanılır?
Şehvetin ve gazabın asıllarını insanın iradesiyle var ve yok etmek mümkün değildir. Ancak te’dîb ve terbiye etmekle ve riyâzat yolu ile mutedil/itidalli hale getirmek mümkündür.
Te’dîb ve terbiye olmak hususunda insanlar 4 derece üzeredirler:
1) Saf kalpli olup hiçbir şekilde kötü ahlâkı âdet edinmemiş olanlar: Islahları çabuk olur. Bunların ıslâhı, ta’lîm ve terbiye edecek, onları kötü ahlâkın âfetlerini anlatacak ve doğru anlayış ve doğru davranışa irşâd edecek kimse ve ortama ihtiyaçları vardır.
2) Batıl bir inancı yoktur. Fakat kötü huya uymaktadır. Bir müddet şehvet ve gazap peşinde gitmiştir. Ama onlara uymanın kötü olduğunu bilmektedir. Bunların ıslâhı birincisinden daha zordur. Çaresi kötülük tohumunu çıkarıp yerine iyilik tohumunu ekmektir. Yeter ki istek ve çaba olsun.
3) Uyduğu huyun kötü olduğunu bilmez. Âdet edindiği çirkin hareket onun gözünde iyi görünür. Bunların ıslah olanı enderdir.
4) Kötü ahlâkıyla övünür hatta sevinir. Onu iyi bir iş olarak düşünür. Yaptığı günahları sayıp döküp övünür. Bunlara özel bir ilâhî lütuf ve hidâyet olmazsa ilaç yoktur.
Kötü Ahlâkın Tedâvisi
Kötü ahlâktan kurtulmak isteyen, nefsi neyi emrederse onun aksini yapacaktır. Şehvetin kırılması ancak nefse muhalefetledir.
Gazap yani öfkeden meydana gelen kötü ahlâkın ilacı sabırdır. Kibirin ilacı tevazu göstermektir. Cimriliğin ilacı cömertliktir. Hepsi böyledir.
Kötü ahlâktan kurtulup iyi ahlâkla ahlâklanmanın hükmü, farz-ı ayndır. Çünkü nehiyleri çiğnemek kötü ahlâkla, emirleri yerine getirmek ancak iyi ahlâkladır. Demek ki nehiylerden uzak durabilmek için kötü ahlâktan kurtulmak, emirleri yerine getirebilmek için de iyi ahlâk sahibi olmak gerekir.
Güzel Ahlâkın Alâmeti
“Güzel ahlâk sahibi; hal ehli, doğru sözlü, az konuşan, çok taat eden, ıslahçı, lüzumsuz işi ve hatası az olan, işi güzel, şefkatli, vakarlı, sebatlı ve sabırlı, kanaatkâr, şükür edici, ince kalpli, tamaı az, kimseye sövmeyen, kötü konuşmayan, nemmamlık etmeyen, aceleci, kindar ve kıskanç olmayan, işi güzel, güleryüzlü, şirin sözlü, sevgisi, kızgınlığı, öfkesi ve rızası Allah için olan kimsedir.”
(Gazâlî, Kimya-yı Saâdet, II, 479. Trc: Ali Arslan)
Güzel ahlâk sahibi ve seviyeli er kişi, imtihan edilince sabreder, nimet verilince şükreder, günah işleyince istiğfâr eder.
Güzel ahlâklı olmak, edepli olmak demektir. Edep, edeplinin edebiyle edeplenmektir. En üstün edepli Hz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.)’dir. Demek ki güzel ahlâk, en üstün edepli olan Peygamber’in ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Güzel Ahlâkın Önemi:
1. Peygamberlerin toplumların ahlakını tedip için gelmiş olmaları
Bütün peygamberler güzel ahlâk ile geldiler. Fertleri ve toplumları güzel ahlâka, terbiyeye ve tedîbe/edep kazandırmaya gayret ettiler.
İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
" بُعِثْتُ ِلأُتَمِّمَ حُسْنَ اْلأَخْلاَقِ."
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
(Muvatta, Husnü’l-Huluk, 8; Ahmed, II, 381. )
Getirdikleri ahlâk sisteminde tamamlanma olmamış, geride bir noksanlık kalmıştı. Bizim Peygamberimiz onların getirdiklerini getirdiği gibi, noksan kalanı da tamamlamak için gönderildi. Çünkü ahlâk dünyanın, dinin ve âhiretin salâhı, huzuru ve kurtuluşu demektir.
(Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiı’s-Sağîr, II, 572.)
2. İnsanın kemâlinin ahlakın kemali ile olması
İslâm her hususta ve her yönde kâmil kılındığı gibi ahlâk konusunda da tam ve kâmil kılındı.
Şu âyette belirtildiği gibi:
اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا
“... Bugün artık inkâr edenler, sizin dininiz(i yok etmek)ten umudu kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun! İşte bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamama erdirdim ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum...”
(Mâide sûresi 5/3.)
İslâm, kâmil bir sistemdir. Müslümanlar İslâm’ın her konuda olduğu gibi ahlâk prensiplerini de bütünüyle alır ve uygularlarsa kendileri de kemâle ererler. Ne zaman İslâm ile müslüman birbirine tamamen benzer ise işte o zaman gerçek huzur meydana gelir, neticede ilâhi rahmet, sekîne, huzur ve rıza hâsıl olur.
3. Toplumların huzurunu güzel ahlakın sağlaması
Toplumlara ahlâklı yani hayırlı insanlar yön verir de toplumlar da o hayırlı insanlara uyarlarsa huzurlu bir toplum olmuş olur.
İşte bu manada Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
" إِنَّ مِنْ خِيَارِكُمْ أَحَاسِنَكُمْ أَخْلاَقًا."
“Şüphesiz sizin ahlâkı en güzel olanlarınız, en hayırlılarınızdandır”
(Müslim, Fedâil, 68; Buhârî, Edeb, 39, Menâkıb, 23; Tirmizî, Birr, 47, 69.)
Nevevî şöyle demiştir:
Bu hadîs-i şerîfte güzel ahlâka teşvik ve güzel ahlâk sahibinin faziletini açıklama söz konusudur. Güzel ahlâk, Allah’ın nebilerinin ve velilerinin sıfatıdır.
Hasan-ı Basrî (rh.a.) şöyle demiştir:
“Güzel ahlâkın hakîkati, daima iyilik yapmak, eziyet etmemek ve güler yüzlü olmaktır.„ Kadı İyaz ise, “Güzel ahlâk, insanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabretmek, kibiri terk etmek, şiddet, öfke ve niye yaptın, neden söyledin gibi şeylerle hesap sormaktan uzaklaşmaktır” demiştir.
Taberî’nin anlattığına göre, güzel ahlâk doğuştan mıdır yoksa sonradan mı kazanılmıştır? diye selef ihtilaf etmiştir.
Bu konuda Kadı İyaz’ın görüşü şöyledir:
"Sahîh olan şudur ki, güzel ahlâkın bir kısmı doğuştandır, bir kısmı da başkasından etkilenerek ve başkasına uymak sûretiyle sonradan kazanılmıştır.”
(Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, XV, 85, 86.)
4. Peygamberlerin en sevdiği kişilerin ahlâkı güzel olanlar olması
Ahlâkı güzel olan, güzel insan demektir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَىَّ أَحْسَنَكُمْ أَخْلاَقًا." "
“Sizin bana en sevimli olanınız, ahlâk yönünden en güzel olanınızdır.”
(Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 29, Menâkıb, 23; Tirmizî, Birr, 71.)
Demek ki Hz. Peygamber (s.a.s.)’in en sevdiği kimseler ahlâkı güzel olanlardır.
Hz. Peygamber’in sevdiğini her halde Allah da sever, kullarına da sevdirir, meleklerine de sevdirir.
Bize gereken, bu güzel ahlâka sahip olmaya gayret etmektir.
5. Mü’mine derece kazandırması
Güzel ahlak, mü’mine çok dereceler kazandırır. Bunun delili de şu hadîs-i şerîftir:
" إِنَّ الْمُؤْمِنَ لَيُدْرِكُ بِحُسْنِ خُلُقِهِ دَرَجَةَ الصَّائِمِ الْقَائِمِ."
“Şüphesiz mü’min, güzel ahlâkı ile (çokça nafile) namaz kılanın, oruç tutanın derecesine ulaşabilir.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 8; Tirmizî, Birr, 62. Hadîs sahihtir.)
Bu hadîs-i şerîfin bize söylediği dersler:
Mü’min hem Allah ile ilgili emirlere, nehiylere hem de kullarla ilgili haklara, beşerî ilişkilerle ilgili emir ve yasaklara dikkat etmelidir.
Bir mü’min, Allah’a ait hususlara dikkat ediyor. Meselâ, gece ibadetle, gündüz de oruç tutmakta geçiriyor, fakat ahlâkı güzel değil, insanlara olan davranışında hukuka dikkat etmiyorsa, bu sebeple ahlâkı sevilmiyor.
Diğer bir mü‘minin ahlâkı güzel, farzlara vaciplere, bazen da nafilelere dikkat ediyor. Haramlardan, mekruhlardan sakınıyor. Diğer mü’min kadar gündüz sâim, gece kâim değil ama, insanlarla ilgili davranışlara dikkat ediyor da güzel ahlâkı ile diğerinin derecesine ulaşıyor.
Kâmil mü’min hem Allah Teâlâ’nın hakları konusunda hem de kul hakları ile ilgili hususlarda hassasiyeti olan kimsedir.
Bir mü’min, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ne derece uyabiliyorsa o derece Allah Teâlâ’nın rızasını kazanabilir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), ahlâkı en güzel olan idi. Bizim de ahlâkça ona benzememiz gerekmektedir.
6. Mizanda en ağır gelenin güzel ahlak olması
Mizanda en ağır gelen güzel ahlak olacaktır. İşte bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.):
" مَا مِنْ شَيْئٍ أَثْقَلُ فِي مِيزَانِ الْمُؤْمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ وَإِنَّ اللهَ يُبْغِضُ الْفَاحِشَ الْبَذِيئَ."
“(Kıyamet gününde) mîzanda güzel ahlâktan daha ağır gelecek bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, kaba ve ağzı bozuk kişiyi sevmez” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 62; Ebû Dâvûd, Edeb, 8. Hadîs hasen-sahîhtir.)
Mîzanda en ağır gelen ameller vardır. Bir kısmı fiilî, bir kısmı da kavlî/dille yapılan amellerdir. Fiilî ameller kavlî âmellerden daha üstündür. Amellerdeki sevap derecesi, sıkıntı derecesine ve nefse muhalefet derecesine göredir.
Kötü ahlâk, nefsin hoşuna gider. Güzel ahlâkı oluşturan; halka iyilik etmek, halktan gelenlere tahammül göstermek, halka eziyet etmemek, kötülük edene iyilik etmek ve hatta zulmedene bile zulümden kurtarmak niyetiyle acımak, şefkat etmek vs. gibi şeyler ise nefsin hoşuna gitmez. Ama bütün bunları Allah Teâlâ sever. Elbette Allah’ın sevdiği ameller mizanda ağır gelir.
Kavlî âmellerden olan zikir ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
كَلِمَتَانِ خَفِيفَتَانِ عَلى اللِّسانِ، ثَقِيلَتَانِ في المِيزَانِ، حَبِيبَتَانِ إلى الرَّحْمنِ: سُبْحانَ اللهِ وَبِحَمْدهِ، سُبْحَانَ اللهِ العظِيمِ.
“İki kelime vardır ki bu ikisi lisanda hafif, mizanda ağırdırlar. Bu iki kelime Rahman’a sevimlidirler: Sübhanallâhi ve bihamdihî, sübhânallâhil azîm.”
(Buhârî, Tevhîd, 58, Deavât, 66, Eymân, 19; Müslim, Zikir, 30; Tirmizî, Deavât, 59; İbn Mâce, Edeb, 56; Ahmed, II, 232)
Güzel ahlâk, Allah katında bunlardan daha sevimli olduğuna göre mîzanda daha da ağır olacak demektir.
Şüphesiz güzel amele güzel sevap verilir. Sevabın ağırlık derecesi ise niyetin ihlâs ve samimiyet derecesine ve sünnete uymasına göredir.