A) Hakka tâbi olmak ne demektir ve Hakka tâbi olmak nasıl gerçekleşir?
A) Hakka tâbi olmak ne demektir ve Hakka tâbi olmak nasıl gerçekleşir?
1. Hakkı bilip kabul etmekle
2. Hakka uyarlı ve duyarlı olmak yani uygun olmakla
3. Hakka uymakla
a) Davası kâmil:
1. Ölçü ile
2. Denge ile
b) Şahsiyeti kâmil:
1. Doğru şahsiyetle
2. İçinde ve işinde galip olmakla
a) Doğru şahsiyet:
1. Niyette doğru olmakla
2. Niyet ve dil birlikteliğine ermekle
3. Niyet ve amel birlikteliğine ermekle
4. Dil ve amel birlikteliğine ermekle
b) İçinde ve işinde galip olmak:
İçinde galip olmak:
1. Şahsiyet yani karakter halini almış üstün ahlâk sahibi olmakla
2. Kötülük edene bile iyilik yapmakla
İşinde galip olmak:
1. Kalıcı eser bırakmakla
2. Devam eden başarılı olmakla
Hakka tabi olmak, Hakkı bilip üstün görmektir. Zira üstün gören, üstün gördüğünü üstün kabul eder, üstün kabul ettiğine de tabi olur.
Hakkı bilen kabul eder; kabul edenin de Hakka uyabilmesi için uyarlı ve duyarlı olması gerekir. Bu ise terbiye ile mümkündür. Hakka karşı böyle olan yani uyarlı ve duyarlı olan elbette Hakka uyar.
Akıllı kişi nefsini aklına, aklını da Hakka yani imanına tabi kılar.
İman, âyet ve hadis gerçeklerini tasdik etmektir.
Hakkı tasdik eden, tatbik eder yani Hakka uyar, her hususta hak olan ne ise onu öğrenir ve uyar. Zira Hakkın hakkı tabi olunmaktır.
“Nefsinin öğretmeni ol, vicdanının öğrencisi ol”
Eflatun.
Vicdan sahibi, Hakkı bilmiyorsa aldanabilir. Hakkı bilse bile Hakka uyabilecek seviyeye gelirse Hakka uyar.
En sâlim olan yol, aklı ve vicdanı yaratanın gerçeklerine tabi kılmaktır.
Hak: Gerçek, sabit, doğru, vakıaya uygun olana denir.
(Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 132.)
Hak; bâtılın zıddı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in getirdiği Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın isimlerinden biri ve İslâm’dır.
(Ebû Ceyb, Sa’dî, el-Kâmûsü’l-Fıkhî, Pakistan ts. s. 93, 94; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1414 /1994, X, 49, 50.)
Bu manaya göre Hak ehli, Kur’ân ve İslâm ehli demektir.
İslâm ehli, her hangi bir konuda hakkı ortaya koyarken, Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de belirttiği gerçeklere ve Allah Teâlâ’nın öğretip eğittiği Peygamber’inin hadîs-i şerîflerinde belirtilen ilâhî ve nebevî gerçeklere müracaat eder.
Bu kimse müctehid ise meselelerin çözümünde Kitap ve Sünnet’e müracaat eder, orada aradığını bulursa alır, bulamazsa âyet ve hadislerden yola çıkarak ictihad eder. Şayet kendisi müctehid değilse, bir müctehide müracaat eder. Eğer müctehid yoksa, müctehidlerin kitaplarına müracaat eder. Müracaat edecek kişi avamdan ise âlim denetiminde kitaplara müracaat eder.
Hak, Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Hak, İslâm’dır, doğru olandır, insan fıtratına uygun olandır, akl-ı selîmin reddetmeyip kabul ettiğidir.
Hak, kimde tecelli etse o haklıdır, kim haklı ise o kimse doğrudadır ve doğru ondadır. Düşman bile haklı olsa ona “sen haklısın” denir. Onun hakkında adaletsizlik yapıp da sen düşmansın öyle ise haksızsın denmez. Çünkü Allah Teâlâ: “Bir (kişi veya) topluluğa olan kininiz, (onlarla ilgili vereceğiniz kararlarda) sizi adaletsizliğe sevketmesin! Siz (her zaman, herkese karşı) âdil davranın! Çünkü takvaya en uygun olan (davranış, düşmanlarınıza bile olsa) adâletten ayrılmamaktır” buyurmaktadır.
(Maide sûresi 5/8.)
Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ isimli kitabında (IX/9), Ubeydullah b. el-Haseni’l-Anberî’nin talebesi Abdurrahman b. Mehdî’nin şöyle dediğinden bahsediyor:
“Bir cenazade idik, üstadıma bir mesele hakkında sordum. Üstadım o soruya cevabında hata etti. Ben o zamanlar gençtim ve Allah seni ıslah etsin, verdiğin cevap doğru değil! Bu konuda doğru olan söz şöyle şöyle dedim. O biraz durdu ve sonra başını kaldırıp: “Doğru söylüyorsun evladım. Bu durumda ben hakka boyun eğerek senin görüşüne dönüyorum. Bâtılda baş olmaktansa hakta kuyruk olmayı tercih ederim.”
(Risâletü’l-Müsterşidîn, Muhâsibî, thk. Abdülfettâh Ebû Ğudde, Kâhire, 1421, s. 109.)
İnsaf ehli, hakkı düşmanında da görse kabul eder; batılı, dostunda da görse reddeder. Çünkü insaf ehlinin hak ile arasında düşmanlık olmaz. Hak, kimde ise hakkı kabul edip hakka tâbi olur.
Bu ârifâne cevaptan şunları anlamamız mümkündür:
a) Büyük âlim de hatta veli de olsa yanılabilir, hata edebilir.
b) Büyük âlim veya veli olan zat, hatasını kabul eder ve hatadan vazgeçer. Eğer hata ispat edilmesine rağmen hâlâ hatada inat ediyorsa, o kimseye kendisini büyük zanneden küçük denebilir.
c) Avamdan bile olsa, bilinmesi dînî zarûrî olan bir şeyi bilmesi gerekir ki edebe uygun uyarıda bulunabilsin.
d) Avamın uyarısını kabul eden zat seviyeli ve insaflı zat demektir.
Kur'ân-ı Kerîm’de hak kelimesi ikiyüz elli kadar yerde geçer.
Allah Teâlâ, insanlığın kurtuluş reçetesini Asr sûresinde özetlerken kurtuluşa erenlerden bahsederken “iman edenler, sâlih amel/imana uygun ve ihlâslı amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler” (Asr sûresi 103/3) diye buyurmuştur.
"Hakk" kelimesi "batıl"ın zıttıdır.
Hak kelimesi genellikle, iki manada kullanılır. Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek sözdür. İster akideye ait iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. O, Allah'ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir.
Hak kelimeyi tavsiye etmenin anlamı, ehl-i imandan müteşekkil toplumun, hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede batıl başkaldırsa, hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltmelidirler.
Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bir cemiyeti/toplumu ahlâkî düşüş ve inhitattan korumak ancak bu şekilde mümkün olur. Eğer cemiyette bu ruh yoksa toplum hüsrandan kurtulamaz.
Şahsî olarak hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu hak üzerine de kaim kalamazlar. Hüsrandan kurtulamazlar. Bu nedenle Maide sûresinde Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle Beni İsrail'e lanet edilmiştir. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulüm irtikâbını birbirlerinden menetmemeleriydi.
(Maide sûresi 5/78-79.)
Ayrıca A'raf sûresinde, Beni İsrail'in Cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmaya başladıkları, bu nedenle de onlara azab indirildiği, bu azabtan ancak günahı önlemek için çaba sarfedenlerin kurtulduğu açıklanmıştır.
(A'râf sûresi 7/163-166.)
Aynı şey Enfal sûresinde de açıklanmıştır: "Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının."
(Enfâl sûresi 8/25.)
Onun için emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker ümmete farz kılınmıştır.
(Âl-i Imrân sûresi 3/104.)
Bu farizayı yerine getiren bu ümmete, en hayırlı ümmet denmiştir.
(Âl-i Imrân sûresi 3/110.)
Hak kelimeyi tavsiyenin yanısıra, ehl-i iman ve onların toplumunun hüsrandan kurtulabilmesi için toplum üyelerinin birbirine sabrı telkin etmesi de şart koşulmuştur. Yani hakkın ve onu himaye etmenin uğrunda karşılaştıkları bütün zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine, sebat göstermeyi telkin etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat göstermesi için diğerine cesaret vermelidir.
(Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, Asr sûresi tefsiri)
A) Halka metbû olmak ne demektir ve nasıl gerçekleşir?
Halka metbu olmak, halkın tabi olduğu kimse olmak demektir. Zira Hakka tabi olan yani uyan halka metbu olabilir.
Halka gereken, âlimlere hak ile konuştukları müddetçe ve âmirlere hak yolda devam ettikleri müddetçe uymak, âlimlere ve âmirlere gereken de Hakka uymaktır. Yani Hakka uyana uyulur.
Halka metbu olmak ancak iki şeyle mümkün olur:
a) Davası kâmil
b) Şahsiyeti kâmil
a) Davası kâmil: Ölçü ve denge iledir.
Ölçüyü kavrayan ve ölçüye uyan daima gelişir, ölçüyü kavramayan ve ölçüye uymayan daima değişir.
Yanılanın ölçüsü yanılır, yanılmayanın ölçüsü yanılmaz.
Yanılmayan ancak Allah Teâlâ’dır, yanılgıdan korunan ve isabet edemeyince o halde bırakılmayan da Allah’ın yetiştirdiği ve öğretip eğittiği Peygamber’dir.
Yegâne ölçümüz; Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler, Sahâbe-i Kirâm’ın âyet ve hadislerden çıkardığı icmadır.
Ölçü dörttür:
1. Ölçü bilgi: İslâm=Kitap+Sünnet: Vahiy.
Kitap ve Sünnet’ten çıkarılan iki ölçü/usûl:
a) Usûliddîn,
b) Usûl-i Fıkıh.
İtikâdî konuları anlamanın ölçüsü, usûlidddîn yani Ehl-i Sünnet akidesi, ameli konuları anlamanın ölçüsü, Usûl-i Fıkıhtır.
2. Ölçü insan: Hatadan korunmuş ve Allah tarafından özel yetiştirilmiş ve bütün peygamberlerin özellikleriyle donatılmış olan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’dir.
İnsan yetiştirmek istiyorsak ölçü insan Hz. Peygamer’i ölçü alacağız, çevremize örnek olacağız.
3. Ölçü hareket: Kur’ân ve Hadîslerde belirtilen Peygamberlerin Tevhid Hareketi.
Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde ve Hz. Peygamber Hadîs-i Şerîflerinde bildirmişse, bizden öndekilerin şerîati, bizim şerîatimiz gibidir.
4. Ölçü toplum: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yetiştirdiği Sahâbe-i Kirâm’dır.
Denge: Dış-iç, madde-mana, dünya-âhiret, cesed-ruh...
Mü’min insanın dışı, içi için; maddesi, manası için; dünyası, ahireti için; cesedi, ruhu içindir.
Mü’min dengelidir, denge adamıdır, bulunduğu ortamda daima denge unsurudur.
Halka metbu olmak ancak iki şeyle mümkün olur:
(devamı)
b) Şahsiyeti kâmil:
1. Doğru şahsiyetle
2. İçinde ve işinde galip olmakla
1. Doğru şahsiyetle:
Halkın tabi olduğu âlim ve âmir yani lider insan, doğru şahsiyet sahibidir.
Doğru şahsiyet sahibi olmak ancak şu dört şeyle mümkün olur:
1) Doğru niyet
2) Niyet ve dil birlikteliği
3) Niyet ve amel birlikteliği
4) Dil ve amel birlikteliği
Niyetin yeri kalptir. Kalp doğru olursa dil ve beden de doğru olur. Çünkü dil ve beden, kalbin tercümanıdır.
Kalbin doğruluğu ihlâsla yani Allah için olmakladır. İhlâs sadece Allah’a kul olmaktır, kalpteki hedefin ne dünya ne cennet olmasıdır. Çünkü cennet de dünya da insanın hizmetçisidir. Mü’min insanın hedefi, dünyayı ve âhirette cenneti mü’mine hizmet ettiren Allah’ın rızası olabilir.
Allah Teâlâ’nın emri gereği cennete yöneleceğiz, cennete koşacağız, cennetlik ameller yapacağız.
Gerçek mü’min insan, niyet ve dil birlikteliğine, niyet ve amel birlikteliğine, dil ve amel birlikteliğine eren kimsedir. Münafık ise kalbi başka dili başka, kalbi başka kalıbı başkadır. Mü’min-i kâmil ise, münafığa itikaden de amelen de benzemeyendir.
Doğruluğun gerçekleşmesi, kalbin doğru olması ile başlar. Kalp doğru olunca dil doğru olur. Dil de doğru olunca bütün vücut doğru olur. İşte bunu şu âyetten çıkarabiliriz:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun ve doğru söz söyleyin ki işlerinizi sizin lehinize düzeltsin ve günahlarınızı da bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse muhakkak büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”
(Ahzâb sûresi 33/70-71.)
Takva yani kalbe Allah saygısı, korkusu, Allah’ın gördüğü, bildiği ve daima denetlediği gerçeğine iman yerleşirse, dilde doğru olan bulunur. Böyle olunca, işler lehimize gerçekleşir. Üstelik bir de günahların bağışlanacağı müjdesi var!
Hz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) bir defasında kalbini göstererek “İşte takva burada, işte takva burada, işte takva buradadır” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 32; Tirmizî, Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 277, 360, III, 135, 491, IV, 66, 69.)
b) Şahsiyeti kâmil:
1. Doğru şahsiyetle,
(Devamı)
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah sizin yüzlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.”
(Müslim, Birr, 34.)
Allah, kalpteki niyete, takva anlayışına, ihlâsa bakıyor, amelin de Sünnet'e uyup uymadığına bakıyor. Çünkü kalpteki niyetin ihlâs yani sırf Allah için olması, amellerin yani ibadet, ahlâk ve muamelelerin Hz. Peygamber’in sünnetine e uygun olması esastır. İşte bu manada olsa gerektir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198.)
“İnsanlığın şerefi, aklıyla; asâleti, diniyle; şahsiyeti, ahlâkıyladır.”
Hz. Ömer (r.a.)
“Şahsiyetini kazan ve faziletini kemale eriştir; zira sen cisminle değil, ruhunla insansın.”
İmam-ı Gazâlî (rh.a.)
“Şahsiyetinize bir şey katmayan her hareket, mutlaka şahsiyetinizden bir şey eksiltir.”
Dale Carnegie
“Eğri ok doğru yol almaz.”
Mevlana
Niyet eğri, yol eğri, lider eğri, ölçü eğri ve amel eğri olursa mü’min hedefine ulaşabilir mi?
“Doğru yoldan giden kaplumbağa, eğri yoldan giden yarış atını geçer.”
S. Similes
“Ben, doğru yolda kaybolmuş insan görmedim.”
Şeyh Sadi-i Şirâzî
“Doğru bilinmeyince eğri bilinmez.”
Türk Atasözü
“Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.”
Hz. Ali (r.a.)
“Doğruluk, her türlü şartlar altında meyve verir.”
Schiller
2. İçinde ve işinde galip olmak
İçinde galip olmak:
1. Şahsiyet yani karakter halini almış üstün ahlâk sahibi olmak
2. Kötülük edene bile iyilik etmekledir.
İşinde galip olmak:
1. Kalıcı eser bırakmak
2. Devamlı başarılı olmakladır.
Galipler mağluplara tesir eder. Ahlâkımızla ruhlara, iyiliğimizle gönüllere, başarımızla nefislere, eserlerimizle de akıllara tesir ederiz.