Sufi düşüncesi islam düşünce geleceği içinde özgür ve özgün yapısı ile yeni bir soluk getirmiştir. İlk katkısı, hiçbir şeyin yalnız görüntüsü kadar olmadığını ve her varlığın bir anlam katmanı bulunduğunu dillendirmesidir. Dolayısıyla sufi düşünce dili, esasında bir anlam arkeolojisinin kazı sonuçlarının ifadesi ve sembolüdür.
Hatta sufi dilinin en temel özelliği, sembolik olmasıdır ki bu nedenle ona kuş dili de denilmiştir.
İşte bu kuş dilinin en sembol kavramlarından biri olan hiç, yokluk anlamımda değil, varlığın gölge ve izafi olmasını anlatmaktadır.
Bir başka ifade ile sufiler şöyle bir soru sorar: Allah var ise onun varlığı ile mukayese edildiğinde başka varlıklara var demek ne kadar mümkündür?
Yahut şöyle bir soru: Güneşle birlikte batan gölge ne kadar vardır?
İşte bu zaviyeden bakıldığında hiç, “önemsiz” ve “değersiz” anlamından, Vahdet-i vücûd felsefesine kadar geniş ve yüce bir anlam boyutuna sahiptir.
Pratik olarak ise varlığı Allah’a hasretmek, insanın nefsini ve egosunu hiç görmektir.
Sufiler, insanın hiç’in hakikati öğrenebilmesi için bir çok pratik önermiş ve uygulamışlardır ki bunların başında tefekkür-i mevt yani ölüm rabıtası yapılması gelmektedir.
Onlara göre ölüm düşüncesiyle insan, varlık zannettiği şeylerin esasında elden gittiğini yani hiç olduğunu teorik olmaktan öte bir boyutta hissen öğrenme imkanına kavuşur.
İşte bu nedenle tekkeleri ve dervişlerin evlerini süsleyen “hiç” levhası, seyr u sülûk denilen tasavvufi eğitimin açısından temel bir ilke haline gelmiştir.
Hatta tasavvufi eğitimin ilk dersi olan tevbenin sembolik ifadesidir.
Tevbe; fani ve yanlışı terk etmek, hiç ise değersiz gölge olarak görmektir.
Dergahlara psikolojik tedavi için gelenler için hiç bir ilaç gibi gelirdi.
Zira psikolojik hastalıkların çoğu, insanın dünyaya karşı aşırı arzusu, hırsı, hasedi veya dünyalık olanı gözünde ve gönlünde gereğinden fazla büyütmesi yahut onu en önemli şey olarak görmesi nedeniyle ortaya çıkan stresin sonucudur.
Bu durumda insanın bilinçaltı baskı altında kaldığından, her türlü dengesi bozulmaktadır. İşte dergâha gelen psikolojik/manevî hastalık yaşayanlar, hiç dersi sayesinde hakikati görerek duygu ve düşüncelerine bir denge kazanmıştır.
Dergahta, secdenin hiçlik olduğu anlatılır.
Yani dünya ve deni olan için hiçlik, ahiret için heplik.
Şu günlerde ne kadar da muhtacız hiç dersine!
Çünkü Hiç Dersi, hep derdinin çaresidir ve ilacıdır.
İnsan, kendisinin hiçliğini kavradıkça, sinesinde sakladığı ve büyüttüğü kibir, haset, intikam ve şehvetin daha da hiç olduğunu hissetmeye başlar. Değersiz görür ve terk etmeye temayülü artar.
Tasavvuf kitapları yukarda ifade edildiği üzere herkesin anlamadığı bir kuş dilidir. Hatta çoğu zaman gerçek kuşların diliyle hakikat anlatılmaya çalışılmıştır. Hz. Mevlana da bu en iyi yapanlardan biridir. Mevlana bu hiç düşüncesini bir çok örnekle anlatmıştır. Bunların başında bir papağan hikayesi gelmektedir. Bu hikaye şu şekildedir:
Tacirin birisinin bir papağanı varmış. Onu güzel bir kafeste besliyormuş.
Tacir bir gün ticaret için Hindistan’a gitmeye niyetlenmiş ve ev halkına veda etmeden onlara :
“Hindistan’dan sizlere ne getireyim” diye sormuş.
Sıra papağana gelmiş. Tacir kuşuna da aynı soruyu sormuş.
Papağan efendisine demiş ki:
“Benim vatanıma gidiyorsun. Orada nice papağanlar vardır. Ancak onlar benim gibi bir kafeste mahpus değillerdir. Kimi yeşillikler içerisinde bahçede, kimi dallardadır. Onlara benden selam söyle. Onlara de ki: Benim papağanım sizlere hasret çekiyor. O bir kafeste esirdir. Sizler ise özgürsünüz. Ona bu sıkıntıdan kurtulması için bir öğüt veriniz.”
Tacir ev halkıyla vedalaşmış ve Hindistan’a varmış. Sahralarda pek çok papağan görmüş. Onlara selam verip kendi papağanından bahsetmiş.
Ansızın bu papağanlardan birisi titremeye başlamış ve kendisinden geçmiş. Yere serilmiş. Tacir papağanı öldü sanmış.
Verdiği bu haberden dolayı pişman olmuş. Üzülmüş...
Kendi papağanın bununla akraba olduğunu, bunun için kederinden dolayı öldüğünü düşünmüş.
Tacir ticaretini bitirerek evine dönmüş ve Herkese hediyelerini dağıtmış.
Papağan da kendi hediyesini isteyip oradaki ahvalden sormuş.
Tacir papağana üzüntü ve pişmanlığını belirttikten sonra Hindistan’da bir papağanın kendi papağanının durumundan haberdar olunca titreyip yere düştüğünü ve öldüğünü söylemiş.
Papağan bu hikâyeyi işitince o da tıpkı Hindistan’daki papağan gibi titremiş ve yere düşüp ölmüş.
Tacir papağanı kafesten alıp dışarı atmış. Ancak yere düşen papağan uçup yüksek bir ağacın dalına konmuş.
Tacir bu duruma şaşıp kalmış.
Biraz da üzülmüş.
Neden böyle yaptığını papağandan sormuş.
Papağan şöyle demiş.
Hindistan’daki papağan fiil ve hareketleriyle bana ders verdi, nasihat etti. Hal dili ile bana dedi ki, seni sesin esarete düşürdü.
Kendini ölü gibi gösterirsen kurtulacaksın...
Sözlerini tamamlayan papağan Hindistan’ın yolunu tutmuş...‘’
...
İşte insan, bedenine bel bağlayıp varlığını ona ait sandığındaki ten kafesinizde can’ını mahkum etmektedir.
İnsanın özgürlüğü öğrenmesi için hiç dersini okuması gerekir.
Ancak bu dersi öğretecek bir ustaya, bir mürşidi kamile muhtaçtır insan.
“Mûtû kable en temûtu” yani ölmeden önce ölünüz emrini bildirecek değil haliyle anlatacak bir ârif mürşide.
İnsan hiç olduğunda hür olur...
Kenz açılmaz şol gönülde, ta kî pür nur olmadan
Sür çıkar ağyar-ı dilden, ta tecellî ide hakk
Padişah konmaz saraya, hâne ma'mur olmadan
Hakk cemâlin kâbesini, kıldı aşıklar tavaf
Yerde kâbe, gökyüzünde, beyti ma'mur olmadan
Bir aceb sevdaya düşmüş, tutuşur Şemsi müdâm
Hakk'a makbul olmak ister, halka menfur olmadan
Şems-i Sivâsî
Güzel insanın güzel kaleminden sadra şifa ne güzel bilgiler...
Kendi Yemende gönlü Kâbede..derdi Hocamız.
Hiçlik bir makamdır, gönülle kazanılır.Gönlün içine de sahibinden başka birşey koymamaktır.Ehli Sünnet Alimleri de "bu ahlâka,anlayışa hiçlik makama ermenin başı haram lokma yememekten başlar "der.Kolay değil,insan önce kendiyle savaşmalı..