TEVAZU VE SADELİK

Tevâzu; boyun eğmek, teslim olmak, büyüklenmemek, gösterişsizlik ve alçak gönüllülüktür.

(Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İst., 1996, s. 1072; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VIII, 397. )

Tevâzu, Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğünü ve kendi küçüklüğünü anlamak ve idrak etmek esası üzerinde gelişen, fikre ve vicdana dayalı bir histir. Büyüklenmenin zıddı olup şeref ve yükselmenin merdivenidir.

(Rıfat, Ahmed, Tasvîr-i Ahlâk, s. 340.)

Allah Teâlâ mütevâzı olmayı emretmiş, kibirli olmayı yasaklamıştır.

Allah bir şeyi emretmişse, bu emrin elbette çok faydası vardır. Bir şeyi de yasaklamışsa onun da nice hikmetleri vardır. Zaten insana yakışan tevâzudur, kibir değildir. Çünkü tevâzu, kişiyi dünyada ve âhirette yükseltir, kibir ise dünyada ve âhirette insanı rezil eder.

Tevazu, manen yükseklik alâmetidir.

Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

" وَمَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ لِلَّهِ إِلَّا رَفَعَهُ اللهُ."

“Bir kimse Allah için tevâzu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.”

(Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82; Dârimî, Zekât, 34; Muvatta, Sadaka, 12.)

Başka maksatla değil sırf Allah Teâlâ’ya yaklaşmak ve rızasını kazanmak düşüncesiyle kendisini müstahak olduğu mertebeden indirmek sûretiyle mütevâzılık yaparsa hem dünyada hem de âhirette Allah Teâlâ, o kimseye yükseklik ihsan eder.

Yine bu manada Hz. Peygamber (s.a.s.):

“Kim Allah için bir derece mütevâzı olursa, Allah onu tevazusuna karşılık bir derece yükseltir. Kim de Allah (rızası) hilafına kibirlenirse, Allah onu kibirlenmesine karşılık bir derece alçaltır, ta onu aşağıların en aşağısına kılar.” buyurmuştur.

(İbn Mâce, Zühd, 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 76. )

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ الله أَتْقَاكُمْ إِنَّ الله عَلِيمٌ خَبِيرٌ.

“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere ve soylara ayırdık. Şüphesiz Allah yanında en değerliniz, en takvalı olanınızdır.”

(Hucurât sûresi (49), 13.)

" إِنَّ اللهَ أَوْحَى إِلَىَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لَا يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلَا يَبْغِىَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ."

“Allah Teâlâ bana: O kadar mütevâzı olun ki, kimse kimseye böbürlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin, diye vahyetti/bildirdi.”

(Müslim, Cennet, 64; Ebû Dâvûd, Edeb, 40; İbni Mâce, Zühd, 16, 23.)

Hasan-ı Basrî (ö. 110/728) hazretlerine göre tevâzu, evinden çıkıp giderken yolda rastladığın her müslümanın senden üstün olduğunu kabul etmektir.

Aynı anlayışa sahip olan büyük sûfi Fudayl b. Iyâz (ö. 187/803) Kâbe’yi tavaf ederken, kendisi gibi zâhid ve muhaddis olan Şuayb b. Harb’e şöyle demişti:

“Şuayb! Eğer bu yılki hacca seninle benden daha kötü bir kimse katılmıştır diye düşünüyorsan, bil ki, bu çok fena bir zandır.”

Demek oluyor ki, mütevâzı olmayan insan, kendini beğenmiş zavallı bir zâlim olmaktan öteye geçemez. Diğer bir deyişle, kibirli bir kimse kendini herkesten üstün gördüğü ve hakka boyun eğmediği için başkalarına mutlaka zulmeder.

İblis de o kibrinden dolayı insanlara iğva vererek, saptırarak ve hakkı bâtıl, bâtılı hak göstererek zulmediyor.

Hz. Ömer’in adaleti, hakka kayıtsız şartsız teslim olmaktan kaynaklanır.

Onun bu yönünü, dikkate değer bir misalle belirtelim:

Hz. Ömer halife olduğu yıllarda bir gün ashâb-ı kirâmdan Cârûd İbni Muallâ ile yolda giderken karşılarına Havle Binti Sa’lebe çıktı. Artık yaşlanmış olan Havle, Hz. Peygamber zamanında genç bir hanımdı. Yaşlı kocasıyla arasında geçen bir olayı Rasûlullah’a (s.a.s.) şikâyet etmiş, meselesini halletmek üzere Mücâdele sûresinin ilk âyetleri nâzil olmuştu. İşte bu hanım sahâbî:

- Ömer! diye seslendi.

Hz. Ömer durunca Havle ona şunları söyledi:

Biz seni bir hayli zaman “Ömercik” diye bilirdik. Sonra büyüdün “delikanlı Ömer” oldun. Daha sonra da sana “Mü’minlerin Emîri Ömer” dedik. Allah’tan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allah’ın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar.

Bu sözler üzerine Hz. Ömer duygulandı ve ağlamaya başladı. Onun bu haline üzülen Cârûd, Havle’ye dönerek:

- Yeter be kadın! Mü’minlerin Emîri’ni rahatsız ettin, dedi. Hz. Ömer arkadaşına şunları söyledi:

- Bırak onu istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun? Bu, şikâyetini Allah Teâlâ’nın arş-ı a’lâdan duyup değer verdiği Havle’dir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim.

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız tevâzu işte budur. Hak karşısında böylesine boyun bükenler, Cenâb-ı Hak katında aziz olurlar.

(Riyazu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, III, 507, Erkam Yay.)

Sadelik tevazu alametidir, dünyaya meyletmemek, dünyanın süsüne ve alâyişine aldanmamak demektir.

Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe el-Ensârî el-Hârisî (r.a.) şöyle dedi:

Bir gün, Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashâbı onun yanında dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

ألَا تَسْمَعُونَ ألَا تَسْمَعُونَ أَنَّ الْبذَاذَةَ مِنَ الْاِيمانِ أَنَّ الْبذَاذَةَ مِنَ الْاِييمانِ

“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sade hayat sürmek imandandır.”

(Ebû Dâvûd, Tereccül, 1; İbn Mâce, Zühd, 4.)

Lüksü ve bol nimet içinde yaşamayı terk etmek kâmil imandandır.

İslâm ne herkesin kıskanmasına ve buğzetmesine sebep olacak derecede lüks yaşamayı ne de bunun aksine, son derece pejmürde bir görünüm sergilemeyi tasvip eder.

İslâm, mütevazı bir hayatı ve sade bir görünümü mükemmel bir imanın belirtisi sayar.

Sahâbe, sadece fakir ve yoksul oldukları dönemlerde değil, yönetimde bulundukları ve maddî imkânlar sahibi oldukları dönemlerde de örnek sayılacak mütevâzı bir hayat sürmeye özen göstermişlerdir. Tâbiîn âlimlerinden Zeyd b. Vehb: “Ömer İbnü’l-Hattâb’ı elinde kamçı, üzerinde yamalı bir elbise ile çarşıda gördüm. Elbisesinde on dört yama vardı; bu yamalardan bazısı da deriden idi” der. Sahabe ve daha sonraki nesillerin seçkin kişileriyle ilgili benzer rivayetler, muteber eserlerde yer alır. Onlar bu şekildeki davranışlarıyla, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesini yerine getirmiş ve hayatlarına uygulamışlardır.

(Riyazu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, III, 294, Erkam Yay.)

“Yüksekliği istedim; onu, alçakgönüllülükte buldum.”

Hz. Ali (r.a.)

“İnsan ne kadar yükselirse, gönlü o kadar alçalmalıdır.”

Denis Diderot

“Tevazu yokluğu, idrak yokluğudur.”

Benjamin Franklin