Avrupa'da Türk medeniyetinin oluşturduğu etkiyi ve değişimi inceleyecek olursak Hunlar, IV–V. yüzyıllarda Avrupa’ya yönelen hareketleriyle yalnızca askerî bir tehdit değil, Avrupa tarihinin seyrini kökten değiştiren bir kırılma noktası olmuşlardır. Etkileri kısa vadeli yıkımların çok ötesine geçerek, Ortaçağ Avrupa’sının siyasi, askerî ve etnik yapısını şekillendirmiştir.
Örneğin Hunlar, Avrupa’ya atlı okçuluk, kompozit yay, hız ve manevraya dayalı savaş anlayışı gibi bozkır savaş kültürüne ait olan yenilikleri taşımıştır:
Bu anlayış, Roma’nın ağır piyade merkezli ordularını etkisiz bırakmış ve Avrupa ordularının savaş doktrinlerini yeniden şekillendirmesine, en nihayetinde bugünkü savaş doktrinlerinin temellerinin atılmasına yol açmıştır.
Hunların Avrupa'ya devlet geleneği ve diplomasi alanında da getirdiği yenilikler mevcuttur. Nitekim Hunlar; antlaşma yapabilen, vergi ve haraç sistemi uygulayan, diplomatik elçilikler gönderen bir siyasal organizasyona sahipti. Roma’nın Hunlarla ilişkisi, Avrupa’ya bozkır diplomasisinin ilk örneklerini tanıtmıştır.
Ayrıca Hunların ve nice konar-göçer Türk aktörün Avrupa medeniyetine çam süsleme adetini hediye ettiğini de kaydetmiş olalım.
Ayrıca üzengiyi ilk kez kullanan Avarların da üzengiyi kullanma bakımından Avrupalıları etkilediği su götürmez bir gerçektir. Ayrıca devlet yönetimi ve askerlik başlıklarında Balkan topluluklarını etkileyen Avarların, özellikle Slav topluluklarının kabile hayatından devlet düzenine doğru geçiş yapmalarında etkili oldukları da bilinmektedir. Bunun sonucunda Slavlar güçlenerek Balkanlara inmiş ve bu coğrafyayı Slavlaştırmışlardır.
Yine Avrupa'daki Türk topluluklarından biri olan Kıpçakların Türk tamgasını Avrupa'ya taşıyarak bugün + şeklindeki haç sembolünü Hristiyanlığa armağan ettiğinin üzerinde niyeyse tarihçilerimiz durmaz.
Yine Almanya'da ve birçok Avrupa ülkesinde bereket Tanrıçası sembolü olarak kullanılan Simurg kuşu gibi bir çok öge de konar-göçer Türklerin Avrupa'ya hediyesidir.
Türklerin Avrupa'yı etkilemesi ve pek çok yeniliği getirmesi sonraki asırlarda da devam edecektir.
Avrupa'ya Türkler tarafından getirilen yenilikleri inceledikten sonra Avrupa'nın İslam medeniyetiyle yaşadığı etkileşim vesilesiyle tanıştığı yeniliklere bakacak olursak birebir İslâm medeniyetiyle temasının arefesindeki ilk Hristiyan-Müslüman etkileşiminin kökenine bakmamız gerekir.
Bu etkileşimin kökeninin Arapların içinden kâh İslâm karşıtı müşrik paganların kâh İslâm’a geçmiş Müslümanların o tarihlerde Hristiyan Bizans'ın hakimiyetinde olan Levant bölgesinde ticaret yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri temaslara dayandığı söylenebilir.
Ancak iki taraf arasında gerçek anlamda temas, Hz. Muhammed'in (sav) Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra Bizans İmparatoru Heraklius da dahil olmak üzere birçok krala İslâm’a davetin tebliğiyle görevli elçileri göndermesiyle gerçekleşebilmiştir.
Heraklius, Peygamberimizin (sav) mesajına saygılı olmasına rağmen, İslam'ı kabul etmeyi reddetti ve elçiyi hediyelerle taltif ederek geri gönderdi.
Gassanilerin Peygamberimizin (sav) elçilerini öldürmesinden sonra Müslüman-Bizans ilişkileri kötüleşti ve bu durum, 629 yılında Mu'te'de Müslümanlar ile Bizanslılar arasında ilk çatışmaya yol açtı.
Mu'te sonrasında da Müslüman-Hristiyan çatışmaları aralıksız olarak devam etti.
Hz. Muhammed sonrası süreçte Müslümanlarca fethedilecek olan Irak, Suriye, Mısır gibi uzak diyarların halkı savaşlardan ve Doğu Romalı yöneticilerden bıkmıştı çünkü bu savaşlar çok fazla hasara, ölüme ve yıkıma yol açmıştı.
Bizanslılar, özellikle önceki savaş sırasında ve sonrasında uyguladıkları sert vergi sistemiyle biliniyorlardı, bu yüzden halk onları pek sevmiyordu.
Bizanslılar, Mısır ve Levant'ın diğer halkları Hristiyan olsalar bile, aralarında bazı dini farklılıklar vardı ve bu nedenle Romalılar onlara kötü davrandılar.
Suriye'deki Monofizitlerin ve Yahudilerin, Bizans yönetiminden memnun olmadıkları için Müslüman Arapları kurtarıcı olarak karşıladıklarına inanılıyor.
Mısır'da Kıpti halkı başlangıçta onlara pek direnmedi, hatta bazıları Suriye'dekilerle aynı şeyi yaptıklarını bile öne sürdü, ancak bundan şüphe duyuyorum; daha çok ne yapacaklarını görmek için beklediler.
Müslüman Araplar başlangıçta fethedilen topraklardaki Hristiyanlara kötü davranmadılar ve hatta bu toprakların sosyal ve ekonomik durumunu değiştirmeye çalışmadılar; daha çok vergi (cizye) toplamakla ilgileniyorlardı ve Hristiyanlar için Romalılara vergi ödemek yerine Müslüman Araplara vergi ödemek daha olasıydı.
Bu da Levant bölgesinin ve Kuzey Afrika'nın İslamlaşmasını kolaylaştırdı.
Bütün bunlar olurken ticaretle başlayan etkileşim süreci, askeri mücadeleler safhasına geçilmesiyle baş döndürücü bir hıza kavuştu. Arap ve İslam coğrafyasının kültür havzasından Bizans'a geçen çok şeyler oldu. Bizans, Arap/İslam/Doğu havzası ve Hristiyan Batı dünyası arasında bir köprü haline gelecekti.
Ancak Doğulu Müslüman Araplar ve Batılı Hristiyan Avrupalılar arasında tek etkileşim köprüsü Bizans olmayacaktı, zira Hz. Ömer devrinde başlayıp Emevîlerle birlikte Kuzey Afrika'nın fethinin tamamlanması ve yine Hz. Osman devrinde kurulan ve Emevîlerle birlikte devrinin en ileri teknolojisine sahip bir hale gelen İslâm donanmasının gerçekleştirdiği fetih amaçlı deniz seferleri sonucu Müslüman Araplar, Endülüs'ten Sicilya'ya ve İtalya'nın güney kıyılarına ulaştı.
Özellikle de İspanya'nın fethiyle ortaya çıkan Endülüs realitesi Avrupa'da inanılmaz değişimlere vesile olmuştur.
Zira Endülüs, Ortaçağ Avrupa’sının içine düştüğü entelektüel, kültürel ve bilimsel durgunluğu sarsan medeniyet kurucu bir kırılma noktası olmuştur. Avrupa tarih yazımında sıklıkla “Karanlık Çağ” olarak adlandırılan dönemin karanlığını delip geçen ışığın önemli bir kaynağı, hiç şüphesiz Endülüs tecrübesidir.
711 yılında Tarık b. Ziyad’ın öncülüğünde başlayan Endülüs fethi, İslam dünyasının yalnızca askerî gücünü değil, ilim, şehircilik, hukuk ve estetik birikimini de Avrupa topraklarına taşıdı. Bu fetih, klasik Roma mirasının büyük ölçüde unutulduğu Batı Avrupa için adeta yeni bir entelektüel damar açtı.
Endülüs’te kurulan idare, fethedilen coğrafyayı bir “sömürü alanı”na dönüştürmekten ziyade, şehirler inşa eden, ilmi teşvik eden ve farklı inançlara alan açan bir düzen kurdu. Kurtuba, İşbiliye ve Tuleytula gibi şehirler kısa sürede Ortaçağ Avrupa’sının en canlı merkezleri hâline geldi.
Avrupa’nın karanlık olarak nitelendirilen döneminde Antik Yunan ve Roma ilmi büyük ölçüde unutulmuşken, Endülüs’te bu miras Arapça üzerinden korunmuş, yorumlanmış ve geliştirilmiştir. Aristoteles, Platon, Galen ve Batlamyus gibi isimlerin eserleri Endülüs’te yalnızca muhafaza edilmekle kalmamış, yeni ilmî yöntemlerle yeniden ele alınmıştır.
Bu birikim, özellikle Tuleytula Tercüme Okulu aracılığıyla Latinceye çevrilmiş ve Paris, Bologna, Oxford gibi Avrupa üniversitelerinin temel kaynaklarını oluşturmuştur. Böylece Endülüs, Avrupa’nın kendi geçmişiyle yeniden buluştuğu bir bilgi köprüsü vazifesi görmüştür.
Ayrıca Endülüs, Avrupa’nın bilimsel uyanışında belirleyici bir rol oynamıştır:
Zira tıp alanında İbn Rüşd, Zehrâvî ve İbn Zuhr’un eserleri asırlarca Avrupa tıp fakültelerinde okutulurken matematikte de cebir, sıfır kavramı ve ondalık sistem Endülüs üzerinden Batı’ya ulaşmıştır.
İlaveten astronomi ve coğrafyada geliştirilen gözlem yöntemlerinin Avrupa’nın kozmoloji anlayışını derinden etkilediğini belirtmek lazımdır.
Bu gelişmeler, skolastik düşüncenin katı kalıplarını zorlamış ve aklî düşüncenin meşruiyet kazanmasına zemin hazırlamıştır.
Ama Endülüs'ün Avrupa karanlığına en çarpıcı etkilerinden biri, dinî ve kültürel birlikte yaşama modelidir. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler, Endülüs şehirlerinde göreli bir barış ortamında yaşamış; ilim ve ticarette ortak bir zemin oluşturmuştur.
Bu durum, Ortaçağ Avrupa’sında yaygın olan dışlayıcı ve tekçi din anlayışına karşı fiilî bir alternatif sunmuş; farklı inançların bir arada yaşayabileceğini gösteren tarihî bir tecrübe üretmiştir.
Bütün bunların yanı sıra Endülüs şehirleri, altyapı, temizlik, aydınlatma ve mimari açısından çağdaş Avrupa şehirlerinin çok ilerisindeydi. Kurtuba’da sokak aydınlatması, hamam kültürü, kütüphaneler ve kamusal mekânlar, Avrupa seyyahları için hayranlık uyandırıcı unsurlardı.
Bu şehircilik anlayışı, Avrupa’da Rönesans şehirlerinin doğuşuna ilham veren unsurlar arasında yer almıştır.
Yani Endülüs, Avrupa’ya ilmin, aklın ve estetiğin yeniden mümkün olduğunu hatırlatmış; Rönesans’ın ve modern Batı düşüncesinin zeminini hazırlayan en önemli tarihî tecrübelerden biri olmuş ve bugünkü öncü Avrupa medeniyetinin ortaya çıkmasında başat aktör olmuştur.
Endülüs'ün Avrupa semalarına bir sigara dumanı gibi çöken Ortaçağ karanlığında adeta surda bir gedik açar gibi var ettiği gedikleri Müslüman Araplar tarafından Güney İtalya’da ve Akdeniz'de gerçekleştirilen fetihler daha da büyütmüştür.
Öte yandan Müslümanların günde 5 vakit abdest almaları temizlik bakımından Avrupalılarca takdirle karşılanmıştır ki bunlardan birisi de Alman yazar Sigrid Hunke'dir.
"Doğu'nun Güneş’i Batı'yı Aydınlatıyor." isimli kitabından Müslümanların günde 5 vakit abdest almalarını hayretle anlatırken, Avrupalı insanların o dönemlerde yılda ancak bir iki defa soğuk su ile yıkandıklarını, elbiselerini ise yırtılmasın diye hiç yıkamadıklarını belirtiyor. Malum yazar, kitabında İngilizlerin ise "duş almanın" ölümcül hastalıklara yol açtığına inandıklarına da değinmiştir.
ABD'deki Beyaz Saray'da tartışmalı bir şekilde ilk tuvaletin 1851 yılında zorla yapıldığını, Fransa'daki Versay Sarayı'nda ise "tuvaletin" bulunmadığını ifade ederek Avrupalıların temiz olmayı Müslümanlardan öğrendiğini dile getiriyor.
Ama elbette ki Müslüman Araplar vesilesiyle İslam medeniyetinin Bizans’ta ve Avrupa'da meydana getirdiği etkileşimden kaynaklı değişimler, Müslüman Türkler itibariyle daha da hız kazanmıştır.
Bu bağlamda her ne kadar resmî tarih görmese de Selçukluların sahip olduğu yeri hatırlamak gerekir.
Zira XI–XIII. yüzyıllar arasında İslam dünyasının siyasî ve kültürel liderliğini üstlenen Selçuklular, yalnızca askerî başarılarıyla değil; kurumsallaşmış devlet anlayışı, ilim geleneği ve şehir medeniyeti ile de Ortaçağ Avrupa’sı üzerinde derin izler bırakmıştır. Avrupa’nın “karanlık çağ” olarak nitelediği bu dönemde Selçuklu coğrafyası, bilgi üretiminin ve aktarımının merkezi hâline gelmiştir.
Mesela Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizamiye Medreseleri devlet destekli ilk yükseköğretim kurumları olup, belli bir müfredata ve sisteme sahipti. Ayrıca bu kurumların öğrenci bursu ve lojmanı da mevcuttu.
Hiç şüphe yok ki bu model; Bologna, Paris, Oxford gibi Avrupa üniversitelerinin kurumsal yapısına örnek teşkil etmiştir. Bilhassa da fakülte sistemi, ders halkaları ve diploma anlayışı İslam dünyasındaki medrese geleneğinden esinlenmiştir.
Yine tıp ve hastane kültüründe Avrupa halkları, Selçuklu medeniyetinden çok etkilenmişlerdir.
Çünkü Selçuklular; ücretsiz sağlık hizmeti, ruh sağlığı tedavisi ve müzikle terapi gibi ileri tıp uygulamalarını kurumsallaştırmıştır.
Nitekim Kudüs, Sicilya ve Güney İtalya başta olmak üzere pek çok muhitte Avrupalıların bugünkü anlamda ilk modern Avrupai hastanelerini Selçuklu ve İslam hastane modelinin etkisiyle şekillendirdiğini görürüz.
Ayrıca Selçukluların Avrupa insanını anıtsal mimari ve kamusal alan konularında da etkilediğini görmek lazım gelir.
Çünkü Selçuklular; kervansaray, medrese, köprü ve hamam gibi yapılarla kamusal hizmet mimarisini geliştirirken bunun Avrupa’ya etkisi kubbe geçişleri, geometrik süsleme, sivri kemer gibi gotik mimaride görülen unsurların İslam mimarisinden özellikle Selçuklu estetiğinden etkiler taşıdığını belirtmek zorundayız.
Yine Selçukluların geliştirdiği kervansaray ağları, yol güvenliği ve tüccar sigortası (zarar telafisi) gibi uygulamaların Avrupa’daki İtalyan şehir devletlerinin ticaret hukukunu ve sigortacılık fikrini etkilediğini de söyleyebiliriz.
Ama Selçukluların Avrupa'da vesile oldukları yeniliklerin arasında dikkat edilecek en hayati olanları kurumsal devlet anlayışı alanındadır.
Çünkü Selçuklular merkezi otorite, vezirlik kurumu, divan teşkilatı, yazılı hukuk ve kayıt sistemi gibi unsurlarla modern devlet fikrinin erken örneklerini ortaya koymuştur.
Özellikle Haçlı Seferleri ve diplomatik temaslar aracılığıyla Avrupa, merkezi yönetim – feodal dağınıklık karşıtlığını fark etmiş; bu fark özellikle XII. yüzyıldan sonra Fransa ve İngiltere’de krallık otoritesinin güçlenmesine ilham vermiştir.
Bu arada Haçlı Seferleri deyip geçmemek lazım çünkü Avrupa/Batı uygarlığının seyrinin değişmesinde Haçlı Seferleri tâbir-i câizse bir kavşak hüviyetini taşır.
Zira Haçlı Seferleri (1096-1291), sadece askeri ve dini bir mücadele değil, aynı zamanda Doğu ve Batı medeniyetleri arasında büyük bir kültür alışverişine yol açmıştır. Avrupalılar, İslam dünyasının bilim, teknoloji ve kültür alanındaki birikimleriyle bu seferler sayesinde tanışmıştır.
Bu birikimlerden en mühimleri şunlardır:
🧮 Matematik ve Sayı Sistemi: Avrupalılar, Roma rakamlarının karmaşıklığından kurtularak, Hint kökenli olan ve Müslümanlar tarafından geliştirilen "0" (sıfır) rakamı ve ondalık sayı sistemini öğrendiler. Bu, modern matematiğin ve muhasebenin temelini oluşturdu.
🧭 Pusula ve Gemicilik Teknolojisi: Çin'de bulunan pusula, daha önce Talas Savaşı ile geçtiği İslam dünyasının yetiştirdiği Müslüman denizciler aracılığıyla Avrupalılara geçti. Bu buluş, Coğrafi Keşifler'in önünü açan en önemli faktörlerden biri oldu.
🧪 Kâğıt ve Matbaa: Kâğıt yapım tekniği Çin'den Talas Savaşı vesilesiyle İslam dünyasına, oradan da Haçlı Seferleri ile Avrupa'ya taşındı. Bu, bilginin ucuz ve hızlı bir şekilde çoğaltılmasını sağlayarak Rönesans ve Reform hareketlerine zemin hazırladı.
⚕️ Tıp ve Eczacılık: İbn-i Sina gibi Müslüman bilim insanlarının eserleri Avrupa'ya taşındı. Cerrahi teknikler, anestezi yöntemleri ve hastane anlayışı gelişti. Eczacılıkta yeni bitkiler ve ilaç yapım teknikleri öğrenildi.
🏰 Mimari ve Askeri Teknolojiler: Kalelerdeki mazgallı duvarlar, hisarlar ve daha gelişmiş kuşatma makineleri (mancınık gibi) Avrupa mimarisini ve savaş stratejilerini derinden etkiledi.
🍒 Tarım Ürünleri ve Mutfak Kültürü: Avrupalılar, daha önce bilmedikleri birçok tarım ürünü ile tanıştı. Şeker kamışı, ipek böcekçiliği, limon, portakal, kayısı, patlıcan ve pirinç gibi ürünler Avrupa mutfağına ve ekonomisine girdi.
🧵 Dokuma ve Tekstil: İpek, pamuk ve halı dokumacılığı gibi ileri tekstil teknikleri Avrupa'ya getirildi. Bu, özellikle İtalya'da tekstil endüstrisinin doğuşunu hızlandırdı.
Yani kısacası Haçlı Seferleri, askeri açıdan başarısız olsa da, Avrupa için büyük bir kültürel ve bilimsel uyanışın kapılarını aralamıştır. Doğu'nun bilgi birikimi, Avrupa'nın Orta Çağ karanlığından çıkıp Rönesans'ı yaşamasında kritik bir rol oynamıştır. Bu etkileşim, modern Batı medeniyetinin temel taşlarından birini oluşturur.
Elbette Batı/Avrupa medeniyetinin etkileşimler sayesinde tanıştığı pek çok yeniliklerin vesile olduğu değişim rüzgarı daha da hızlanacaktı.
Burada en büyük pay şüphesiz ki Osmanlılarındır.
Garbın bugün temel ihtiyaçlarında kullandığı pek çok şey Osmanlılar vesilesiyle Avrupa/Batı medeniyetinin tanışacağı pek çok yenilikle mümkün olacaktı.
Öyle ki Avrupa medeniyeti kahve, yoğurt, temizliğin ve banyo yapmanın önemi, havlu, kanepe, ilk hayvan hastanesi ile hayvanların hakkının önemi gibi birçok kültürle Osmanlı sayesinde tanışmıştır.
Gelgelelim Ortaçağ Avrupası dinî baskı ve engizisyonlarla anılırken ve Bizans'ın ağır vergileri altında vatandaşlar ezilirken, Osmanlı coğrafyası her farklı inançtan ve sınıftan insan için güvenli bir sığınak oldu. Bu minvalde güven ve huzur arayan Bizans köylerinin de kendiliklerinden Osmanlı'ya katıldıklarını da kaydetmek zorundayız. Özellikle 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilerin Osmanlı’ya kabulü matbaaanın, tıbbın, ticaret ve finans bilgisinin Osmanlı üzerinden Avrupa’ya dolaylı katkısını artırdı.
Bu durum, Avrupa’daki entelektüel tek sesliliği kıran dolaylı bir etki yarattı.
Ayrıca Osmanlı’nın resim, mimari ve müzik gibi sanat dallarındaki yansımalarının Avrupa insanını bir hayli etkilediğini de görmek zorundayız. Öte yandan, Osmanlı’daki kıyafetler başta olmak üzere gündelik yaşamın parçası olan pek çok Osmanlı geleneği Avrupa’da büyük bir hayranlık uyandırmaya başlamıştı. Osmanlı’nın küresel bir güç konumunda bulunması, Avrupa ile gelişen ticari ilişkiler ve Osmanlı’nın “otantik ve gizemli” yaşamı Turquerie akımının Avrupa’da geniş kitlelere ulaşmasına neden oldu.
Ama bugünkü Avrupa’daki modern devlet-ordu modeline geçişi hızlandıran etken Osmanlı askerî sistemi olmuştur. Daha açık şekilde Osmanlı askerî sistemi, Avrupa için uyanışın ayak sesleri olmuştur.
Zira Avrupa’da feodal şövalyeliğin sonunu hızlandırdı ve modern devlet-ordu modeline geçişi tetikledi.
Ve tarihsel süreç bize şunu gösterir:
Avrupa, Osmanlı’yı yalnızca bir “tehdit” olarak değil, aynı zamanda öğrenilmesi gereken bir medeniyet modeli olarak da algıladı.
Yani diyebiliriz ki Avrupa-Osmanlı karşılaşması, Avrupa’nın kendi içe kapanıklığını aşmasında önemli rol oynadı ve Avrupa’nın Ortaçağ’dan çıkışını baş döndürücü bir hıza kavuşturmuştur.
Sözün özü, bugün Avrupa'da kullanılan pek çok önemli yenilik ve Avrupa'nın sembolü haline gelen pek çok değer yapısı, yukarıdaki kanıtlardan hareketle Türkler ve Müslümanlar tarafından Avrupa medeniyetine armağan edilmiştir.