Gelişmiş ülkelerde sadece ekonomik açıdan gelişmişlikten söz edilemez. Bu ülkelerin fertlerinin kendi aralarındaki iletişiminden tutun da; eğitim, medeniyet, kültür, sanat, bilim ve teknoloji v.b. alanlarda da gelişmiş olduklarından söz edebiliriz.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise yukarıda saymış olduğumuz kavramlarda yavaş yavaş belli mesafelere ulaşılmıştır. Ama her alanda toplumun hücrelerine sirayet etmiş kişilik problemleri ve bu problemlerin toplum üzerindeki etkileri belirgin bir şekilde gözlemlenebilmektedir.
Bu girişten sonra insan kişiliğini ele alırsak, kişilik çocuk yaşlardan itibaren şekillenmeye başlayan ve 20’li yaşlara kadar oturan, bundan sonra da yaşamı boyunca gelişimini devam ettiren bir insani süreçtir. Bu sürecin şekillenmesi aile, okul, toplum ve çevrenin etkisiyle oluşur.
Sorumluluk; yapılacak ve yapılmakta olan bir işte bir çalışmada görevlendirilen kişinin vazifesini olması gerektiği şekilde yapması ve o görevle ilgili oluşabilecek kasıtlı veya kasıtsız aksamalar, verilen zararlara karşı kendisine yaptırım uygulanmasını kabul etmektir. Bir iş yerinde işlerin düzgün ve aksamadan yürütülebilmesi için kurallar ve kaideler getirilir. Bu şekilde olası aksamalar ve zararlar, oluşmadan önce önlenmeye çalışılmış olur.
Burada ferdin herhangi bir kurum ve kuruluştan iş gören, işveren, amir ve memur ilişkisindeki kurallara uyması, gerektiğinde yaptırımı gerektirecek mecburi kurallardan bahsediyoruz. Bu kısımda insanın iradesi birebir serbest değildir. Kurallar bu iradeyi sorumluluk almaya mecbur eder. Özellikle üzerinde durmak istediğimiz sorumluluk insanın kişiliğinin şekillenmesiyle doğru orantılıdır.
Yalan söylemeyi ayıplamayan, yalanla iş gören bir anlayışta, böyle bir çevrede, böyle bir toplumda kişiliği şekillenmiş olan bir bireyin yalan söylemeyi kötü bir şey olarak algılaması herhalde düşünülemez. Günümüz gençliği oturmamış bir kişilik bunalımı içersine düşmüştür. Yalan söyleyip, kendisine neden yalan söylüyorsun denildiğinde “ben şaka yapıyorum” diyebilecek kadar, maalesef kendi yaptığının farkında olmayan insanlar yetişmekte.
Güven insanların ellerinden ve dillerinden diğer insanların emin olduğu duruma denir. Yalan söylemek bunu zedeler, yaparım deyip yapmamak bunu zedeler, emanete hıyanet bunu zedeler, fertlerin birbirleri ile alay etmesi bunu zedeler. Bunun gibi davranış bozuklukları insanın insana güvenini zedeler.
Gelelim HAYIR diyebilmeye…
İnsanlar birbirleri ile iletişim kurarak anlaşırlar. İletişim için kelimeler ve kavramlar önemlidir ve kavramlar insan ilişkilerine yön verir.
Evet! Kabul ediyorum demek, her türlü bedeli, yaptırımı, cezayı ve mükâfatı kabul ediyorum demektir. Hayır! Kabul etmiyorum demek, hiçbir bedel ödemeyi, hiçbir cezayı, yaptırımı mükâfatı kabul etmiyorum demektir.
Bir insan düşünün ki bu kavramlar o insanda hiçbir çağrışım yapmasın, bu insanın söylemiş olduğu evet veya hayır ın bir değeri olur mu? Kavramların kişide yerli yerinde olması o kişinin ağzından çıkan kelimelerin gerçek anlamda bir değeri olmasını sağlar.
Günümüz insanı hayır diyemiyor. Neden?
Çünkü hayır derse, karşısındakinin kalbini kıracağını zanneder.
Çünkü hayır derse, muhatabının kendisinin işine taş koyacağını zanneder.
Çünkü hayır derse, muhatabından faydalanamayacağını zanneder.
Çünkü hayır derse, muhatabının da kendisine hayır diyeceğini zanneder. Çünkü… Çünkü… Çünkü… Bu çünküler bu kişinin hayır demesine engel olur. Üzerinde biraz düşünürsek bu zanların dayandığı nokta istemediği, benimsemediği, kabul etmediği halde kabul ediyormuş gibi görünmek. Belki kısa vadede o kişi günü kurtarır ama uzun vadede bu durumdaki kişi bütün kredilerini tüketmiş olur. Bir tüccar gibi oturup kar-zarar hesabı yaparsa, acaba hangisinden zarar hangisinden kar etmiştir? Bu işin kar ve zarar kısmıdır. Birde yara alan kişilik kısmı var ki esas sorun tam da burada başlıyor.
Olura da olmaza da evet diyen bir insanın evet inin bir değeri yoktur. Bu durumda kişinin hem kendisine hem de başkasına güven vermesi beklenemez. İnsanların güvenemediği bir insanın yaşamının her alanında ilerlemesi insanlar tarafından kabul görmesi sekteye uğrar. Büyük hayalleri olan o insanlar bu şekilde kendilerini ve hayallerini küçültmüş olurlar. Neticede toplumsal yapı bu şekilde zarar görür.
Kişiliği oturmuş insanlar yaptıklarının sorumluluğunu alırlar. Evet denilmesi gereken yerde evet, hayır denilmesi gereken yerde hayır diyebilme cesaretini gösterirler. Hayır diyebilmek bir cesaret işidir. Olası birçok bedeli göze almayı gerektirir.
Son söz olarak toplumumuzda evet denilmesi gereken yerde evet diyebilen, hayır denilmesi gereken yerde hayır diyebilen insanların artması gerekmektedir. Kişisel bütünlükle beraber birde bunun etkisiyle ortaya çıkan güven ortamını sağlamak adına HAYIR DİYEBİLMEK… CESARETTİR!
Selam ve dua ile...