ÇÖZÜM (NE YAPABİLİRİZ NE YAPMALIYIZ)
Bismillahirrahmanirrahim.
Bu kavgayı, Küfür ve İman kavgası diye başta sınıflandırmıştık.
Peygamberimizin “O gariplere müjdeler olsun” dediği kimselerden olabilmek için, ne yapabiliriz ve ne yapmalıyız?
1: Öncelikle kendimizden ve yakınlarımızdan başlayarak, insanları ve iman ehli kimseleri, İMANİ DURUŞ sahibi olarak eğitmeliyiz.
2:Mü’minler olarak, İMAN, ŞAHSİYET VE MÜ’MİN ŞAHSİYETİ gerçekliğini hep gündemde tutabiliriz ve tutmalıyız.
3:Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay olmasına rağmen, bu bilgilerin ve farkındalığın insanlarda olmaması, bilgisizlik kaynaklı bahaneyi ortadan kaldırır. Buna rağmen genelde günümüz insanı, öğrenmek istediği bilgiye, internet yoluyla, bilenlere ihtiyaç duymadan, ulaşabiliyor. Bilgi almayı önceleyen bu insanlar hangi bilgi, ne şekilde, ne kadar, nasıl alması gerektiği hususlarını göz ardı ettikleri için yüklendikleri bilgiler sadece ve sadece faydasız yük olarak kabul edilirse, İman, Mü’min, Mü’min şahsiyeti, haliyle gelişmeyecektir. Bu durumda Bilgiye ihtiyaç hasıl olduğunda mürşid olarak interneti değil de, ehli ilmi ve hududullahı gözeten büyükleri tavsiye ederek bilenler ile bilmeyenlerin ayırdımı ısrarla ve iştiyakle yapılmalıdır.
4:Eğitim şekilleri dönemsel ve toplumsal olarak değişime uğramaktadır. Bu değişim dönemlerini ve değişen toplumların mevcut durumunu hesaba katmayan eğitim şekli dolayısıyla ihtiyaca cevap veremeyen, etkisiz ve zayıf olacaktır. Eğitimi, salt bir aktarım olarak değil de, aydınlığa vesile olacak bir süreç olarak görmek, nitelikli toplumlar yetiştirmekte, doğru bir çıkış noktası olarak kabul edilmelidir.
5:Şu ahir zaman, insan şahsiyetinin, küfrün çarklarında öğütüldüğü zamandır. Silik şahsiyet ve silik duruş bu gayretin eseridir. Dava eri, ehli ilim ve ehli tedbir, bilmelidir ki, İmani duruş yani ‘peygamberi şahsiyet inşası’ öncelikli dersler arasında kabul edilmelidir. Devletin talim terbiye kurumları bu dersleri vermelidir. Ayrıca medreseler, tarikatlar, diyanet, Kur’an kursları, İslami eğitim veren STK’lar ve tüm İslami müesseseler bu dersi hem teorik hem pratik sistem oluşturarak, kendi müfredatlarına EKLEMEK ZORUNDADIR.
6: Feraset, lügatlerde “keşfetme, anlayışlılık, çabuk seziş, ileri görüşlülük” anlamlarına gelmektedir. Ebu Abdurrahman es-Sülemî “feraset; kalbin, Hakk‟ın nuruyla görmesi demektir. Kalp o nur ile muğayyebâtı görür. Ancak iman derecelerinde ileri giden kimselerin feraseti doğrudur” der. Abdürrezzak Kâşânî de Tasavvuf Sözlüğünde “Bilinmeyen hükmü sezmek, başka bir ifadeyle, bilinmeyen şeyi idrak etmektir der.” Feraset akıl ve düşünce değil, kalp kaynaklı bilgi, hikmet ve basiretten doğar. Böylelikle sahibi, idrak edilemeyen şeyleri akıl gücü ve istidlal yoluyla değil, sırrı vasıtasıyla bedihi olarak idrak eder.” demektedir. Nitelikli insan, İlmi ferasete de sahip olursa dost düşman ayrımını yapmakta zorluk çekmez. Bu durum, düşmanını tanımada ve onun vereceği zararları öngörmede fayda sağlayacağı için düşmanın hile ve desiselerine düşmede bizim koruma kalkanımız olacaktır. Bu zaviyeden baktığımızda ilmi feraset dersleri tekrar gün yüzüne çıkartılmalı ve herkese öğretilmelidir ki donuklaşmış ilmi aktarımımızdan kurtulup feraset sahibi insanlar yetiştirelim.
7: Tevazu Müslümanın yitiklerinden biridir. Öyle ki en mütevazı görünen insanlarımız bile gizli bir riya hastalığına duçar olmaktan kendini alıkoyamamaktadır. Bunun sebebi gerçek anlamda tevazuu ve tevazuun sınırlarını bilmememizdir. Tevazu sahibi insan; kibri, riyayı, edepsizliği, insanlara hor bakmayı, malayaniyi, hiddeti, gıybeti yenmiştir. Allah’ın hududu (Hududullah) ile kulun hududunun ayırdını idrak etmiş ve teslim olmuştur. Dolayısıyla tevazu şahsiyet inşasında ilim ve tedbir ehlinin öncelikleri arasında olmalıdır.
8:Ehli ilim ve ehli tedbirin lisan ı hal ve lisan ı kal’i dengede götürmesi önem arz etmektedir. Aslında tüm insanların bu ayırdımda olması gerekmektedir. Buna rağmen insanlara, Allah’ın hududunu öğreten ve göz önünde olup örnek alınan insanlar, özellikle dikkat etmek zorundadır. Bu durum kendisi ile hesaplaşmaya başlayan bir takipçi için özellikle hayatidir. Lisan ı hal ve lisan ı kal’de gevşeklik ve tutarsızlık gösteren öncüler örnek alındıkları için çok büyük tahribatlara sebebiyet verecek durumlar oluşturabilirler.
9: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Ali İmran-159)
Ehli ilim sınırları bilendir. Peygamberi örnek alandır. Yukarıdaki ayette “kaba ve katı kalpli olsaydın” hitabı, kendisine ilimlere vukufiyeti sebebiyle, göklerde paye biçenlerin, zahmet edip gökyüzünden yeryüzüne inip, insanları sevmek ve onları önemsemek gibi sorumluluğu olduğunu haber vermekte. Ben ilminden dolayı, gerçek olmayan tevazu gösteren veya kibirlenip gökyüzüne çıkan insanlardan haz etmem! Emin olun diğer insanlarda haz etmez. Peygamberimiz bize en güzel örnektir. İnsanları önemseyip işler hakkında onlarla istişare etmek, onları sevmek kaba ve katı olmamak gerekmektedir. Bu hususlar şahsiyet inşasının yani Mü’min duruşun yapı taşlarıdır.
10:İlim; Şer i ve fenni ilimler olarak iki ana kategoride tasnif edilir. Eskiden bu ayırım olmakla beraber hiçbir ayırım yokmuş gibi pratize edilirdi. Rönesans ve özellikle Sanayi devriminden sonra pozitivist ilim anlayışı ‘aksiyom’ olarak kendilerine, akıl, mantık, deney ve gözlemi, esas çıkış noktası olarak kabul etti. Dini reddederek dine savaş açtı. Yok saydı. Dini referans alanlar ise bunların aklı ilahlaştırmasına ve metafiziği reddetmelerine karşı çıkarak, yapay bir çatışma içerisine girdiler. İki yaklaşım da ilmi birbirinden ayırdı. Bu hatanın sonucunda taraflar ve inkârlar çıktı. Hâlbuki hem metafizik âlem, hem de fizik âlem ortada iken suni bir kavganın içerisine sürüldüler. Biz Müslümanlar olarak şer’i ilimler ve Fenni ilimlere tasnif olarak bakıyoruz. Yoksa ikisini birbirinden ayırmak gibi bir hal içerisinde değiliz. Bu nedenle fenni ilimleri de öğrenmiş, teknolojiyi takip eden, beraberinde de hududullahı, dinde asli ve füruu ilimleri öğrenmiş bir Müslümanın olması gerekmektedir. Sistem bu yaklaşım üzerine kurulmalıdır. Bu iki ilme vakıf olan kişiler asla aşağılık kompleksine düşmezler. Büyükmüş gibi ortada çığırtkanlık yapan insanların aslında ne kadar zayıf ve aciz olduğunu müşahede ederler.
Sonuç olarak İmanın korkusuzluğuna bürünen kişi mü’min olur. Allah u azimuşşanın peygamberi vasıtasıyla bizlere teklif ettiği emir ve yasaklar bizleri beşeriyetten, insaniyet ve ademiyet makamlarına çıkarmak içindir. İŞTE BU DURUŞ MÜ’MİN DURUŞTUR.
Selam ve dua ile