Ve sana ölüm (yakîn) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.(Hicr:99)
Yakîn: “Şüphesiz, sağlam ve kat’i olarak bilmek” “ Bir şeyi gerçeğe uygun olarak (Kur’ân ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyede beyan edildiği gibi) şüphesiz bilmek.”
Meselâ, haşrin cismanî değil de sadece ruhanî olduğuna tam olarak inanan bir insan, yakîne erememiştir. Zira, bu iman yakînin birinci şartını taşımıyor.(çünki Kur’an ı Azîmüşşan’ da haşrin hem ruhen hem de cismen olacağına dair ayetler mevcuttur.) Yanlış inanca ise yakîn denilmez.
Yakîn kelimesinin üç ana mertebesi vardır: İlmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn…
Bir hakikata inanmak başka, fiil ve hâl âlemini onunla tertip ve tanzim etmek daha başkadır. İşte yakîn imana sahip olanlarda iman, kulun fiil ve hâl âleminde daima tesirini gösterir. Meselâ, melâikeye her mü’min inanır. Melekleri Kur’an-ı Hakim’in bildirdiği gibi bilen bir insanın bu imanı vakıa mutabıktır((gerçeğe uygundur) ve şüpheden de uzaktır. Ama, melekleri sözü edildiği zaman hatırlamak başka, her adım atışında, her söz sarf edişinde onları yanı başında bilmek daha başkadır. İşte bu ikincisi yakîn imandır
Kâtibin varlığına yazının varlığından çok daha kuvvetle inanan her insan, kendi varlığına inanmasının çok üstünde bir iman ile Allah’ı bilecek, O’na iman edecektir. Yâni kendi varlığından şüphe etse bile yaratanından etmeyecektir. Bu noktaya gelen mü’min yakîne ermiştir.
Hakkalyakîn, imanı hâl edinmektir. “Aklını O’nun ilmi karşısında eritmek, iradesini O’nun mutlak iradesi karşısında yok etmek, O’nun Ulûhiyeti karşısında benliğinden geçmektir” diye tarif edilen yüksek makam işte bu hakkalyakîn imandır.
Mü’min kardeşini sevmesi gerektiğine kesinlikle inanan bir insan, bu sevgide ilmelyakîne varmıştır. Mü’mini sevmenin hazzını ruhunda duymaya başladı mı aynelyakîne ulaşmıştır.
Kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de isteme noktasına geldi mi, hakkalyakîne erişmiş demektir.
Namazda omuz omuza verdiğimiz, kendisine dua ettiğimiz bir mü’minle namaz dışında kavgalı isek, duamızda zahirden hakikata geçmemişiz demektir.
Muaz b. Cebel'e (ra) bir adam geldi ve şöyle dedi: Bana şu iki adamın durumlarını anlat: Onlardan biri bütün çabasını ibadette sarfeder ve amel bakımından zengin, günah bakımından yoksul ama yakîn bakımından çok yetersizdir. Yaptığı işlerde şüpheden kurtulamaz. Muaz (ra) şöyle demiştir: Onun şüphesi, amellerini boşa çıkartacaktır.
Adam sözüne devam ederek şöyle dedi: Peki şu adamın halini de bildir ki o, amel bakımından zayıf ama yakîni bakımından çok güçlüdür. Buna rağmen günahları hayli fazladır. Muaz (ra) sükut etti. Bunun üzerine adam şunu söyledi: Allah'a yemin ederim ki birincinin şüphesi onun amellerine boşa çıkartıyorsa, ikincinin yakîni de onun günahlarını bertaraf edecektir. Bunun üzerine Muaz (ra) adamın elinden tutarak ayağa kalktı ve çevresindekilere şöyle dedi: Fıkıh bakımından bundan daha iyisini görmedim.
Biz de(Ebû talip el-Mekkî) mana bakımından müsned olarak şu hadisi rivayet ettik: Allah Rasulü'ne (sav) şöyle denildi: Ey Allah Rasulü, bir adam var ki yakîni sağlam ama günahları çok. Bir adam da var ki ameli çok, fakat yakîni zayıf. Buyurdu ki: Hiçbir Ademoğlu günahsız değildir. Ama dürtüsü akıl, seciyyesi yakîn (*)olan bir insan, günahlarından fazla zarar görmeyecektir. Çünkü o, her günahında tevbe ve istiğfar edip nedamet gösterecek, bu da günahlarına kefaret olacaktır. Neticede tek bir fazileti kalsa da cennete onunla girecektir".
Ebu Ümame'den (ra) Allah Rasulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Size verilenlerin en azı yakîn ve sabır azimetidir. Bu ikisinden nasibi verilenler, kaçırdıkları gece namazlarını ve gündüz oruçlarını umursamazlar". Lokman Hekim de oğluna yaptığı vasiyette şöyle demiştir: Ey oğul, amele ancak yakîn ile güç yetirilir. Kişi, ancak yakîni imanı mikdarmca amelde bulunur. Amel sahibi, yakîni eksilmedikçe amelinde kusur etmez. Yakîn sahibi olduğu zaman, amelinin az olması, yakîninde zaaf bulunup çok amel etmesinden daha hayırlıdır. Kişinin yakîni zaafa uğradığında, onu alçaltacak günahlar kendisine hakim olmaya başlar.
Yahya b. Muaz şöyle derdi: Tevhidin bir nuru, şirkin ise bir nârı (ateşi) vardır. Günahlarını yakma noktasında Tevhid ehlinin nuru, müşriklerin hasenatını yakma noktasında nârlarından daha yakıcıdır.
Ayrıca yazımızın başında serlevha olarak yazdığımız ayet i kerimede ölümden de “yakîn “ olarak bahsedilmektedir. Zira son nefeste Azrail (A.S.) emaneti almaya geldiğinde mü’min olsun ,münafık olsun herkes tarafından kalp gözündeki perdeler kalkıp ayan beyan cennet ve cehennem müşahede edileceğinden ve şüpheler son nefeste zail olduğundan dolayı ölüme de yakîn ismini vermiştir Cenab-ı Allah (c.c.)Son nefeste iman eden Firavunun imanı da bu mevzuya en bariz örnektir.
Allah’a emanet olunuz. Selam ve dua ile
- Ebû talip el-Mekkî ‘nin “Kût-ül Kulûb”adlı eserinden ve Alaaddin Başar (Prof.Dr.) (Yakîn başlıklı yazısından özetlenerek) istifadenize sunulmuştur.
*:Aklederek hareket eden ve yakîni kuvvetli bir imana sahip olan