kış, doğanın üzerine serdiği görkemli beyaz gelinliğini toplayarak yavaş yavaş veda ederken, yerini bir kez daha bahara devrediyor.
“Gizli bir el” yine kâinat sahnesini süslüyor; papatyaların, erguvanların, eriklerin tomurcuklarını patlatıyor. Hava, su ve toprak kora bürünmüş cemre kokuyor. Nisan yağmurları, ölüm uykusundan henüz uyanmışların üzerine çiseliyor.
Karanlık bulutların yerini masmavi gök, nebatatın üzerine kırağı bırakan ayazların sertliğini yağmurlar alıyor. Mutluluk ve hüzün durmaksızın yer değiştiriyor. Mâtem tutan ruhlara bir neşe üfleniyor. Lâlı dildar, dildarı teslimiyete mihmandar kılıyor.
Festival başlıyor; tezgâhlar şenleniyor… Soğuklar kırılıyor, fırtınalar duruluyor, sular vadilere akıyor, kırlangıç ve telli turnalar kanat çırpıyor, güneş tepeden bakıyor, nevruz ateşleri yanıyor, böcekler emekliyor, ağaçlar dal sürüyor, çiçekler açıyor derken 7 Nisan’daki Kırlangıç Fırtınası da geride kalıyor.
Anadan üryan nebâtat, “kün” emrini duyunca, yavaş yavaş davetkâr elbisesini giyiniyor. Sarkıtıyor dallarını adem nesli koklasın, doysun ve olsun diye. Tabiat canlanıyor, insanlık hoyratlık ikliminde ölüyor. Kaprisler, sürprizler, kaoslar ve çelişkiler mucizeleri perdeliyor. Teslimiyet ruhunu giyinenler ise şükür için secdeye kapanıyor.
Bunlar kâinatın sahibinin düzeni. O, öyle arzulamış; düzeni ve düzensizliği bir arada yaratmış. Aya, güneşe, semaya ve nebâtata değişmez emirleriyle hükmederken, insanı üstün kılmak için bir fırsat vermiş. Ruhuna bir cüzi irade, önüne doğru ve eğrilerle dolu bir sermaye koymuş. “Size bağışladıklarımla beni şaşırtın, kudretimi kanıtlayın…” demiş.
Adem’in çocukları, “kâlû belâ”dan beri iyilikleriyle de, kötülükleriyle de “yoktan var eden”i şaşırtıyor!.. Yaradanın, en büyük hediyesi “eksiklik fıtratı”nı musibetten nimete çevirenlerle, ihtiraslarının kölesi olup “Rablerine ortak koşanlar”ın yarışı devam ediyor.
365 gün insanlar borçlanıyor kâinata, fakat kâinat alacaklı değil. Çünkü siliniyor bütün borçlar, her bahar yeniden geldiğinde. Cömertlik toprağın altını-üstüne getiriyor, suya, havaya ve her zerreye siniyor. Mükemmele koşanlar arınsın, bahar gibi ölümden uyansın diye.
Her sabah önce baharı müjdeleyen tan yeri ağarıyor ve arkasından binbir çeşit tondaki yemyeşil mucizeler denizi yarılıyor. Gelinliğini giymiş tomurcuklar, sevgilinin üzerine çiselediği gözyaşlarını duvağını açarken farkediyor. Ve sessizce; “kavuştuk” diyor. Sonra; çocuk kokulu rayihalarını esen bâd-ı sâbâ rüzgârlarına bırakıyor. Kâinat şenleniyor.
Papatyalar uçsuz bucaksız meralarda boy veriyor. Karların beyazlatamadığı kirli şehirlerde, asmalar duvarlara tırmanıyor. Eflatunlu erguvanlar, kan kırmızısı yediverenler, pencere önlerini süsleyen mor yapraklı fesleğenler mutluluk iksiri saçıyor. Toprağın betondan kaçabilen yerleri çimen kokuyor. Bûselerle semaya salıverilen uçurtmalar, buraklar gibi şaha kalkıyor.
Kırlangıçlar, telli turnalar ağızlarındaki “gül senfonisi”ni sonsuzluğa esen poyraza bırakıyor. Okyanuslara düşüyor dürdane, kıtalara düşüyor “gül” oluyor. Kâinat bir kez daha yeniden doğuyor. Yüreğimiz, yüzümüz, gözümüz bahar oluyor.
Bahar, ateşe odun taşıyanların tafrasına inat, bizlere “aşk makamı”nda dirilişi anlatıyor. Cümleler, daha önce hiç yanyana gelmemiş mucizeleri resmediyor. Sonsuzluğa dair haberler veriyor.
***
Lale Devri başladı
BUGÜN 9 Nisan; İstanbul soğuk günlerin ardından bahara merhaba demenin coşkusunu yaşıyor. İnsanlar karınca misali, sel olup sokak ve caddelere akıyor. Fatih Fevzipaşa Caddesi her hafta sonu olduğu gibi akan insan kalabalığında boğuluyor, araçlar gıdım gıdım Vezneciler, Taksim'e ve Eminönü'ne doğru ilerliyor. Daha işin başında varılacak menzile kolay ulaşmak için havayı iyi koklamak gerekiyor.
“Büyükşehir Çalışıyor”
Emirgan Korusu’na ulaşmanın en cefasız yolu Yenikapı-Hacıosman Metro Hattı’nı kullanmak. Vezneciler İstasyonu’ndan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) yaklaşık 25 dakika sürüyor. Bir 25 dakikada İETT ile yolculuk yaptıktan sonra 50 dakikada Emirgan Korusu’ndayız. Bu yolculuğu 15 yıl önce Boğaz’ın sahil güzergâhından yapmış olsaydık zannediyorum 3-4 saatimizi yollarda harcamamız gerekirdi. Bu anlamda hakkını teslim etmek lâzım; “Büyükşehir Çalışıyor” artık slogan almaktan çıkmış, icraata dönüşmüş.
Öğlen vakti ulaştığımız koruda büyük bir hareketlilik yaşanıyor. Beşikteki bebekten, bastona düşmüş ihtiyarlara kadar kim varsa havanın güzelliğini fırsata çevirmek için buraya koşmuş. Her taraf cıvıl cıvıl. İstanbullular, asfalt ve ucube beton yığınları arasında unuttuğu toprak kokusunu ciğerlerinde hissediyor. Boğaz’ın esintisi eşliğinde mekâna dalga dalga ağaç ve lalelerin rayihası yayılıyor. Bir taraftan gelinler, damatların kollarında kartpostallık pozlarını verirken, öte taraftan bir koşuşturmaca ki sormayın; Emirgan Korusu bayram yeri. İnsan, memleketin üzerinde aylardır dolaşan karabulutların bir anlığına da olsa burada unutuyor.
Çocuklar enva-i çeşit lalenin arasında koklaya koklaya, dokuna dokuna kelebekler gibi dolaşıyor. Ağaçların dallarında koşuşturan sincaplar da onlara eşlik ediyor. Beyaz Köşk’ün yanındaki havuzlu meydana geldiğimizde hareketlilik iyiden iyiye festivale dönüşüyor.
Başkan dert dinledi
Alanı dolduran kalabalık, teveccühleri sayesinde 28 Mart 2004’ten bu yana İstanbul şehreminiliği yaparak güzelliklere imza atan Kadir Topbaş beyefendiyi can kulağıyla dinliyor.
Topbaş açılış konuşmasında, 11.’sini düzenledikleri Lale Festivali’nin ilkine değinerek, “2005’te ‘Lale Evine Dönüyor’ projesine başlattığımızda bizi ‘Ne gerek var, Lale Devri mi yaşayacağız?’ diye eleştirdiler. Fakat şimdi görüyorum ki, hiç ara vermeden yaptığımız bu festivalleri başlatmakla ne güzel iş yapmışız. Lale bizim çiçeğimizdi. Ama yabancı gezginler lale soğanını yanlarında götürdüler ve laleler orada açmaya başladı. Sonrasında bu topraklarda lale unutulmaya başlanınca sanki lale yabancı bir çiçekmiş gibi algılandı. İşte biz o algıyı kırdık ve laleyi öz vatanına kavuşturduk. Bizim için GÜL çiçeği nasıl Peygamber efendimizi temsil ediyorsa, LALE de Allah’ı temsil eder. Ecdadımız lale çeşidini 1500’e kadar çıkartmış. Fakat biz ancak 200’e kadar ulaşabildik. Bugün 20 milyon yerli lale soğanı hem ekolojik dengeyi sağlıyor, hem de İstanbul’u süslüyor” ifadeleriyle hizmetlerinin yol hikâyesini özetliyor.
Başkan Kadir Topbaş konuşmasının ardından Lale Festivali’nin açılışını temsil eden lale özlerinden elde edilen gıda boyalarıyla hazırlanmış yaş pastayı çocuklarla kesiyor. Sonrasında ise kesilen pastadan çocuklara afiyetle yedirerek, laleden oluşan el sanatları sergisini geziyor.
Mescid küçük, sıkıntı büyük
Festivalin açılış programı lale kokuları arasında devam ederken, biraz ilerdeki mescitte öğle namazı için ezan okunuyor. Namazda gözü olanlar ezan sesine doğru yöneliyor. 452.000 (dört yüz elli iki bin) metrekarelik alanın içindeki minnacık mescide ulaşanlar, büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Herkesi secdeye gidecek bir yer bulma telaşı sarıyor. Cemaat, yeşillikleri kendine seccade edip, lalelerin arasında bayıra doğru yılan eğrisi saflarla namazını eda etmeye gayret ediyor. Namazın sıhhatine halel getirecek sıkıntılar arasında selamlar verilip; lale kokusuna ermenin şükrü tazim ediliyor. Mescid konusundaki içimi sıkın bir dert varken bu da iki oluyor.
Çivi dahi çaktırmıyorlar
Neyse... Program alanına dönüp, başkan Topbaş’ın kestiği yaş pastadan hisseme düşen kısmını afiyetle yiyoruz. Sonra halkın içinde dolaşıp, onların sevinç ve dertleriyle hemhal olan başkan Topbaş’ın omuzuna bir dost samimiyetiyle ellerimi uzatıyorum. Başkan, Cumhuriyetçilerin “Başkan’ın Arka Bahçesi” yaftasına hiç aldırış etmeden, şehremini olduğu güzel şehrin güzel bahçesini süsleyen çocuklarla baharın neşesini yaşıyor. Başkana, “elit”lerin arka bahçe olarak kullandıkları bu mekânları halka açmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Arkasından biraz önce sıkıntı olan mescid konusunu açıyorum. Öncelikle böyle büyük bir alana bu kadar küçük mescidin yetersizliğini dile getiriyor, sonra da daha önce katıldığım bir galada aynı ızdırabı yaşadığım Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki mescid bahsine giriyorum. Başkan, Emirgan Korusu’ndaki mescidin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde açıldığını söylüyor. Arkasından da benim talebime benzer taleplerin kendilerine sık sık geldiğini, fakat Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bir çivi dahi çaktırmadığını, dolayısıyla çözüm üretmenin imkânsızlığını aktarıyor. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ın kendi uhdelerinde olmadığını, fakat ilgileneceğini ifade ediyor.
Başkanı bu yoğun ve güzel günde daha fazla meşgul etmemek için müsaade isteyip, Emirgan Korusu’nun terasından Sarı ve Pembe Köşk’leri derin düşünceler arasında yeniden keşfetmek üzere ilerliyoruz. İstanbul’un kalbine hançer gibi saplanan ucube gökdelenler karşısında susan Anıtlar Yüksek Kurulu, elzemliği tartışılma götürmez yapıların imarına karşı çıkıyor. Demek ki, uzun yıllardır iktidar olan AK Parti’nin bazı konularda muktedir olmama süreci hâlâ devam ediyor.
***
Emirgan Korusu ziyaretçilerini bekliyor
17. yüzyılda , 4. Murat, Revan Kalesi’ni ele geçirdikten sonra, kalenin kumandanı olan Emir Han’ı bağışlayarak, Emirgan’da ikamet etmesine izin vermiş. Bundan sonra bu bölgenin adı Emirgan olarak anılmaya başlanmış. Emirgan Korusu, Hıdiv İsmail Paşa tarafından da bir süre kullanılmış. Bu sırada Sarı Köşk, Beyaz Köşk ve Pembe Köşk yaptırılmış. 1943 yılında tamamen halkın kullanımına açılan Emirgan Korusu, İstanbul’un en sevilen yerlerinden birisi haline gelmiş. 90 tür ağaç ve birçok bitki türüne ev sahipliği yapan koru, piknik alanlarından çocuk oyun alanlarına, fitness alanlarından spor sahalarına ve doğal yürüyüş parkurlarına kadar bir çok aktivite imkânı sunuyor. Dört mevsim doğanın İstanbullulara armağan ettiği en zengin renk tonlarını barındıran koru, tüm doğal güzelliklerinin yanı sıra her yıl lale mevsiminde “Geleneksel İstanbul Lale Festivali”ne ev sahipliği yapıyor. 161 çeşit soğanlı bitki ve eşsiz mekânın içindeki köşkler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı BELTUR tarafından restaurant ve kafeterya olarak işletiliyor. İşletme, açık büfe kahvaltı ve yemekleriyle misafirlerine doyumsuz lezzetler tatma imkânı sunuyor.