Dün Türk siyasetinin önemli yapı taşlarından olan simalardan bahsetmiş, izledikleri politik yol haritasından anekdotlara yer vermiştik. Bugün ise Türk siyasetinde yeni bir döneme girişin ayak sesleri olan süreçten bahsedeceğiz.
53. ANAYOL Hükümeti’nin Başbakanı Mesut Yılmaz, Refah Partisi adına Genel Başkan Necmeddin Erbakan verdiği gensoru ile istifasını vermek zorunda kalıyordu.
1995 seçimlerinde yüzde 21,38 oy oranıyla birinci parti olan Refah Partisi, 1997’de hükümeti kurmakla görevlendiriliyordu. Bir dizi görüşmeden sonra takdiri ilahiye bakın ki, Necmeddin Erbakan kendisinin “kerhen” destek verdiği “Milliyetçi Cephe Hükümeti”ne benzer bir durumla karşı karşıya kalıyordu. “Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya için; bu kadar fırıldak olmaya gerek yok!..” diyerek hayat düsturunu özetleyen Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun verdiği “kerhen” destekle 54. Refahyol Hükümeti kuruluyordu.
Türk siyasetinde yeni bir dönem başlıyor
Refahyol Hükümeti’nin 28 Haziran 1996 tarihinde iktidar olmasıyla birlikte hortumları kesilmeye başlayan rantiyeci çevreler bir kaşık suda fırtına kopartmaya başlıyordu.
İç savaş çığırtkanları yaygara kopartıyor
Erbakan Hoca’nın 13 Nisan 1994 yılında Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmayı tozlu raflardan indirerek “iç savaşa davet beyanı” olarak tevil eden asker ve siyasiler, 28 Şubat Post Modern Darbesi’nin zemin taşlarını döşüyordu. Neydi Erbakan’ı linç etmek isteyenlerin tartışmaya açtığı o konuşma; “Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Problem ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak?.. Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye’nin şu anda bir şeye karar vermesi lâzım. Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek.”
Refahyol Hükümeti iftira bombardımanı altında!..
Ve ardından bitmek bilmeyen iftira kampanyalarına her gün bir yenisi ekleniyordu… Necmeddin Erbakan’ı 148 kilo altınla, “Kayıp Trilyon Davası”yla, repo yapılan Bosna paralarıyla, Ali Kalkancı’nın zikir ayinleriyle, Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz’ün uçkurlarıyla, Osman Özbek paşanın küfürleriyle, ikna odalarıyla, kasetlerle, Kaddafi’nin çadırında bir kaşık suda kopartılan fırtınayla, başbakanlık konutunda tarikat lider ve şeyhlerine verilen iftarla, sık sık rahatsızlığını dile getiren genç subaylarla, adının açıklanmasını istemeyen üst düzey rütbelilerin ağzından atılan manşetlerle, gazete kupürlerine dayanarak açılan davalarla, laikliğe kafa tutan Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’yle, Sincan’da Kudüs Gecesi düzenleyen Bekir Yıldız’la, Susurluk’ta kaza yapan “mafya-siyasetçi-polis” üçgenindeki kirli ilişkilerle, Sincan’da tanklara verilen balans ayarıyla, TOBB-TİSK-TESK-TÜRK/İŞ ve DİSK’in oluşturduğu “5’li çete”nin yaygaralarıyla, “Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” - “İrticaya Karşı Bir Dakika Karanlık” eylemleriyle millî siyasete ket vuruluyordu.
“Beceremediniz artık bırakın” goygoyculuğu
11 Aylık Refahyol iktidarı boyunca saldırıların ardı arkası kesilmiyor, Müslüman görünümlü fitnecilerin başı Fethullah Gülen’in “amiral gemisi”nde köpürttüğü “Beceremediniz artık bırakın” manşetiyle Refahyol iktidarına ölümcül darbeler indiriliyordu.
28 Şubat 1997’de 9 saat süren Millî Güvenlik Kurulu’nda alınan kararların ardından şu sözler hafızalara kazınıyordu: “28 Şubat gerekirse bin yıl sürecek.”
Başbakan Erbakan kan akıtılmasına razı olmadı
Millî Görüş Lideri Necmeddin Erbakan’ın “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?..” sözünü tevile çalışanlar, bu sözü 54. Refahyol Hükümeti’ni iktidardan uzaklaştırmaya dayanak noktası yapıyordu. Sonunda teamülleri hiçe sayan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Refahyol Hükümeti’nin idam fermanını imzalıyordu. Millet, Refah Partisi ile Doğruyol Partisi arasındaki imzalanan protokol gereği başbakanlığın Tansu Çiller’e geçeceğini düşünürken, Demirel her şeyi ters yüz edip, yeni hükümet için ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı görevlendiriyordu.
28 Şubatçıların gönüllü askeri Mesut Yılmaz, Demirel’in kendisine altın tepside sunduğu hükümet kurma görevini alır almaz, askerlerin verdiği ödevleri birer birer yerine getirmeye başladı. Bu ödevlerden ilki “yarasa” olarak tanımladığı imam hatip ve Kur’an kursu öğrencilerinin önünü kesecek olan 8 yıllık kesintisiz eğitimdi. Tepki alınca da, “Siyasi hayatıma mal olsa bile bu kanunu çıkaracağım” diyerek yasayı 34 saatlik kesintisiz oturum sonucu hayata geçirdi. Ve çok arzuladığı siyasi mevtalar listesindeki yerini aldı…
Yaşanan süreçte 54. Refahyol Hükümeti’nin Başbakanı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan iktidarının elinden cebren ve hile ile alınmasına rağmen, tek bir insanın bile burnunun kanamasına razı olmuyor; “28 Şubat gerekirse bin yıl sürecek” meydan okuma ve temsil ettiği kitlelere “kan emici vampire” benzetmesi yapanların “iç savaş” kışkırtmalarını boşa çıkartıyordu.
“Lütfen şu hanıma haddini bildiriniz...”
1970’li yılların terör, yokluk ve karaborsaya büründüğü karanlık günlerdeki acıları yeni yeni unutmaya başlamışken, “karaoğlan” Bülent Ecevit bir kez daha sahneye çıkıyor, gönlümüzde kabuk bağlamış yarayı kangrene çeviriyordu. Milletin oyu ile seçilerek TBMM’ye gelen başörtülü Fazilet Partisi Milletvekili Merve Kavakçı’yı Meclis kürsüsünde hedef göstererek, “Burası, devlete meydan okunacak yer değildir!.. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!..” sözleriyle âdeta terör estiriyordu.
Fakaaat!..
Darbeciler iç savaş için düğmeye bastı
Erbakan’ın iktidarında denemek istedikleri “iç savaş” senaryosunu uygulama fırsatı bulamayanlar, kirli oyunlarını tam 19 yıl sonra 15 Temmuz 2016 akşamı devreye soktu. Müslüman görünümlü teröristler millî iradeyi esir almak için düğmeye bastı. Kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak tanımlayan FETÖ’cü bir grup terörist; İstanbul’daki Boğaziçi Köprüsü’nü kapatarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Sarayı’nı basarak, Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde tank yürüterek, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, Gölbaşı Havacılık Dairesi’ni, Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı’nı, Emniyet Müdürlüğü’nü, TÜRKSAT tesislerini bombalayarak darbe teşebbüsünde bulundu. Milletin üzerine çevirdikleri tank, tüfek ve uçaklarla 248 vatan evladını şehit etti, 2 bin 193 kişiyi ise yaralandı.
Bölgesel istikrarsızlıklar da göz önüne alındığında “son kale” olarak direnen Türkiye’de “iç savaş” senaryosu; milletin dik duruşuyla bir kez daha savuşturuldu.
***
Su uyur şer ittifakı uyumaz!
HATIRLAYALIM... 13 yıldır tek başına iktidarda olan AK Parti, 7 Haziran 2015’da Ahmet Davutoğlu başkanlığında genel seçimlere girmiş, aldığı yüzde 40,9 oyla hem iktidarı, hem de istikrarı zora sokmuştu. Sebep; iktidar zehirlenmesi!.. Sonuç; 1 Kasım erken genel seçimlerine kadar kaos ve istikrarsızlık.
“Bir musibet bin nasihatten yeğdir” sözünün tekrar tekrar hatırlanması gereken bir sürece girdik. Hürriyet, Cumartesi günkü nüshasında 28 Şubat sürecini hatırlatan “Karargâh Rahatsız” manşetiyle işaret fişeğini fırlattı. 16 Nisan’da oylanacak Anayasa Referandumu bu anlamda büyük önem taşıyor. Çünkü bu referandumdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
AK Parti, Cumartesi günü Ankara Arena’da “Değişime Evet, Tüm Kalbimle Evet” sloganıyla başlattığı kampanya ile yeni bir sürece girdi. Anayasa Referandumu’nda “EVET” için yola çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın bütün imkânları kullanarak; kucaklayıcı ve ikna edici bir propaganda süreci yürüteceği anlaşılıyor.
Anayasa Referandumu’nda AK Parti ile birlikte hareket eden MHP’yi de tutumundan dolayı takdir etmek gerekir. Çünkü, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden önce sokaklardaki oyunu acı bir şekilde yaşayan MHP’liler, bütün kışkırtmalara rağmen balkona attıkları sandalyeden kalkıp sokağa inmedi; tâki 15 Temmuz’a kadar. 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında millî iradenin üzerine saldıran FETÖ’cülerin başarılı olmaları halinde hiç şüphesiz alacakları ikinci adam MHP Lideri Devlet Bahçeli idi. Daha önce oynanan oyunları hisseden Bahçeli, darbe girişiminden sonra ise devletin bekası için hükümete bütün desteğini vererek, dik duruş örneği gösterdi. Meclis’te oylanan 18 Maddelik Anayasa’nın ardından, “Bu Ülke İçin Yeminimiz Var” diyerek sine-i millete döndü.
Unutmayalım; Türkiye 17 Nisan sabahı ya istikrara, ya da kaosa uyanacak!..
Aman dikkat; su uyur şer ittifakı uyumaz!